Ana SayfaArşivSayı 22Atılım'ın 'Analiz'i ve analiz politikasına tekzip!

Atılım’ın ‘Analiz’i ve analiz politikasına tekzip!

Melik Kara

Atılım Gazetesinde ‘Analiz’ başlığıyla yer alan köşenin yazarı, son zamanlarda cereyan eden iki olay nezdinde, pratik-politik Marksist çevrelerde, arızi olduğu kabul edilmek zorunda olan yeni bir oluşumun işaretlerini talihsiz bir şekilde verdi.

Türkiye solunda, Perinçek şahsında Aydınlıkçıların politik olayları ‘analiz’ becerileri öteden beri izlenir. Perinçek’in Aydınlık‘ının politik analizlerinin son örneklerinden biri, 19 Aralık operasyonu öncesi günlerde İstanbul Okmeydanı civarında yazılama yapan ve MLKP’li oldukları basında yer alanların yabancı istihbarat örgütlerinin elemanı olduğuydu.

Bu analizlerin yapılmasından maksat, ‘bilgi olmadan politikanın da olmayacağı’dır. Görülüyor; güneşin altında olan her şeye vakıf Perinçek, otuz küsur yıllık verimli ve başarılı bir politikanın sürdürücüsüdür!

Bu konuda bir kilometre taşını Perinçek oluşturuyorsa, onun yanı başında diğerini de Yalçın Küçük oluşturuyor. Yalçın Küçük, tam da anlamlı bir tarihsel örtüşmeyle, Aydınlık‘ta tefrika halinde yayınladığı ve mantığının derin ve engin konspirasyonlarının, insan beyninin üretebileceği spekülasyonların uc örneklerini verdiği yazılarıyla, kafaları o kadar işlemeyen Türk muhafazakarlarının “Beynelmilel Yahudi imparatorluğu” zihniyetlerinin solda nasıl tecelli edebileceğinin canlı temsilcisi oldu.

Gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıldıktan sonra, politikacı için her şey artık çok kolaydır. Şeffaflık ortamında politika yapmadan kolay ne olabilir!

Ancak, kendini ‘bilen’ addeden öznenin bir yaratımdan ibaret olduğu bu analizler sayesinde bir kez daha anlaşılır. Analizin içeriği, özneler tarafından hükmedilmeye yatkın değildir. Tersi olur. Özneler, bu analizlerin peşine takılır gider. Ve bu süreç bir kez başladı mı, artık olabildiğince dikkatli bir sınırlılıkla bir tür özneden bahsetmek de pek kolay olmaz hale gelir. Her bir olay artık büyük oyunun sahneleşinin bir ‘momenti’dir; yapılacak iş, olayın büyük oyunun hangi aktörünün repliği olduğunu ifşa etmekten ibarettir.

İyi satranç oynayanların iyi politikacılar olma ihtimali, kötü satranç oyuncularından fazla değildir.

***

İlgi, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın öldürülmesi ardından Atılım‘da yer alan ve bu gazetenin sadık okurları açısından şaşırtıcı olan bir yazıdaki görüşlerle başladı. Bu türden analizler devrimci çevrelerde pek az tesadüf edilen cinstendi. Yazı, devlete egemen güçler arasındaki çatışmadan söz ediyordu.

Eğilimin süreceği, Jandarma Generali Bekir Uğurlu’ya Çorum yakınlarında açılan ateşin ‘analiz’iyle anlaşıldı.

“Diyarbakır yolundan Çorum’a” başlığını taşıyan ‘Analiz’ (Atılım, Sayı: 2001/13 (37), 31 Mart 2001), G. Okkan’ın öldürülmesinin “arka planını analiz ederken” ne büyük bir isabet kaydettiği ve öngörüsünün çıktığına ilişkin bir kendinden hoşnutlukla başlıyor. Emniyet yetkililerinin eylemin “‘yasadışı sol örgütler tarafından’ düzenlenmiş olabileceği” şeklindeki beyanatının, “gerek saldırı sonrası yaşananlar ve gerekse saldırının arka planıyla ilgili yapılacak ön değerlendirmeler”le bile yalanlandığı ifade ediliyor. Atılım‘ın ‘analizcisi’ne göre, bu olay da, “rejim içinde giderek derinleşen bir çatışmanın yaşandığı”nın kanıtıdır; üstelik bunu “görmemek için kör olmak gerekir”. Zira, “generale yönelik saldırı, asla rastlantı değil, klikler arası çatışmanın bir uzantısıdır”.

Ancak ‘analizci’, talihsizdi. Atılım, sonraki sayısında, eylemi üstlenen devrimci örgütün açıklamasını yayınladı. (7 Nisan 2001, Sayı: 14 (38))

‘Analizci’ henüz ikinci işinde yakayı ele vermese ve ‘analiz’lerini çoğaltma imkanı bulsa ne olurdu. Muhtemelen artık ‘analiz’e aykırı açıklamaların hükmü kalmazdı. -Bu bir kötü falcılık, “uğursuz kehanet” olarak görülsün Atılımcılar tarafından-, ‘analizci’nin, büyük oyuna söz konusu devrimci örgütü katmaması için sebep de kalmazdı o zaman. Bu, elbette en kötü ihtimal.

Bir başka durumda, ‘analizci’yi ampirik kanıt -bir devrimci öznenin eylemi üstlenmesi-, olmaksızın ikna etmek de hiçbir şekilde mümkün olamazdı. Buradaki canalıcı ve önemli husus, ‘analiz’in düzeltilmesi için reddedilemez nitelikte bir ampirik kanıtın illa gerekip gerekmediğidir. Örneğimizde oldukça hayırlı bir neticeyle ampirik kanıt tecelli etmiştir. Ama olaylar her zaman böyle cereyan etmez.

Mesela, Perinçek bunun aksini yapmakta hiçbir sakınca görmüyor. Ona göre, zaten illegal devrimci örgütler de büyük oyunun basit piyonlarından başka bir şey değil. Perinçek gibi bir politik konumu işgal edenler açısından bu türden açıklamaların politik bir eleştirisi yapılamaz. Perinçek’in bu tür bir akıl yürütme için yeterli serbestisi var; onun sırtında, her türlü mantığın üstünde yer alan bir devrimcilik yumurta küfesi yok. Gerçeğin içindeki devrimci konum, her şeye, mantığa ve tutarlığa öngelir.

***

Pratik-politik Marksizmin önde gelen sürdürücülerinin, içinde oldukları konjonktürde devrimci olarak eylemek için, kendi politik varlıklarının somut olarak temas kurmadığı olayları anı anına ‘anlamaları’, bu konularda ‘malumat’ sahibi olmaları illa gerekmiyor.

Bunun, verili politik durumda hiçbir yararı ve işlevi yoktur. İçinde bulunduğumuz konjonktürde, egemen kesimler arasında o düzeyde süren bir iç çatışma, devrimci taktiğin konusu olamaz. Devrimci hareketin günümüzdeki hali, onun bu alanlarda manevra yapmasını gerektirmiyor.

Perinçek gibiler, gayet uygun bir teorik dinamik, politik görüş açısı, disipliner mantığa sahip olmayı, refleks vermeyle birleştiriyorlar. Bunu, gerçek enformasyon kaynakları ve masabaşı uydurmalarıyla birleştiriyorlar. Sonuç gerçekten çarpıcı oluyor. Bu mantığın, kendi bağlamında, tutarsızlık ya da ampirik olguya aykırılık gibi bir sorunu da bulunmuyor; ampirik olguları anlamada gösterilen şaşırtıcı malumatlar bunun en büyük kanıtı. Bu mantık açısından, olgu ve olaya ilişkin istihbari bilginin, malumatın da önemi giderek azalıyor. Mantık kendi malumatını üretiyor. Gerçek malumatlarla masabaşı uydurmaları bu mantıkta her zaman iç içe ve birlikte yer alıyor. Ortalama duyunun aksine, bu mantık sahibi açısından burada ahlaki bir sorun da bulunmuyor.

Ama Perinçekgil politikanın canalıcı bir problemi oluyor: Devşirilemeyen bir politik etkiye sahip olmak. Perinçekgil politikanın talihsiz otuz yılından sonra, gelecekte bir alaşım noktası, kıvılcımlar çakan bir kaynak noktası bulup bulmayacağı bilinmez ama, pratik-politik Marksistlerin başarılı bir devrimi örgütlemek için illa büyük analistler yetiştirmeleri gerekmiyor.

Pratik-politik Marksistler, pratik-politik Marksist olarak kalmalarının sorunlarını çekiyorlar ve görünen gelecekte bu sorunu aşamayacaklar.

***

‘Analiz’ yazısının tümden yanlış bir mantığa oturduğunu söylemek haksızlık olur. Son paragrafta, Kürt halkının, G. Okkan’ın öldürülmesini rejim içi dalaşlardan yararlanmanın olanaklarını somut olarak kullanmanın bir vesilesi yaptığı, isabetli bir şekilde saptanıyor. Ancak, bunun, kendi özne konumunu dolaysız olarak ilgilendiren bir konuda yapılan yanlışa gerekçe yapılması söz konusu oluyor.

‘Analizci’ye göre, “Egemen sınıfların klik çatışması nesnel olarak devrim cephesinin dolaylı yedeğidir. Devrim cephesi bu dolaylı yedekten yararlanabiliyor mu? (…) İşçi sınıfı ve emekçi kitleler ile onun öncülerinin bu olanaklardan sonuna kadar yararlanmayı öğrenmesi gerekiyor. Çünkü egemen sınıflar arasındaki bu çatışma, güncel bir olanağa işaret etmektedir. Politik iktidar mücadelesi ise her türlü güncel olanaktan sonuna kadar yararlanmayı zorunlu kılar.”

Hikmet Kıvılcımlı olsa, bu sözleri, “Dereyi görmeden paçaları sıvama”nın ya da “devrim zortlaması”nın bir örneği olarak görürdü.

Bu sözlerde, tamamen ters bir politika anlayışı yatıyor. Türkiye’deki pratik-politik Marksizmin önde gelen bir örneğinin son yıllarda yöneldiği politika yapma çabasının “sağ”dan vulgarize edilmesidir bu sözlerin ardında yatan zihniyet.

Genel olarak kabul edilebilir bir gerçeği bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Türkiye devrimci hareketi ile ulusal hareket, bazı bakımlardan kıyaslanabilir veya karşılaştırılabilir tabii, ama bu iki kesimi karşılaştırmanın yanlış olduğu kesin hususlardan biri ‘analizci’nin yaptığı türdür. Ulusal hareket, devrimci veya değil, ama öncelikle bir sosyo-politik güçtür; Türkiye devrimci hareketi (buna devrimci olmayanları da katarak, genel olarak ‘Türkiye sol hareketi’ diyebiliriz) bırakın toplumsal niteliğini, politik bir güç bile değildir. Ancak bu haliyle bile, Türkiye devrimci ve sol hareketinin zaman zaman politik etkiler yaratabildiğini kabul etmek gerekiyor.

Türkiye devrimci hareketi, egemen sosyo-politik güçler arasındaki çatışmalardan yararlanabilecek siklette değildir. Bu, kesin bir gerçek olarak, politik mücadele yürüten -özellikle devrimci- kesimlerin dağarcının uygun bir yerinde durmalıdır. Türkiye devrimci hareketi, politik alana ideolojik giriş anlamına gelebilecek dönemi geride bırakmıştır. Politik Marksizm bağlamında, politik alana ideolojik ‘müdahale’yi İbrahim Kaypakkaya’nın eyleyişinde ‘pozitif olarak’ görüyoruz. Fakat, politik Marksizm bakımından sonraki dönemler (1970’lerin ikinci yarısından 1994’e kadar) bunun ‘negatif’ örneklerinin bolca verildiği yılları kapsadı.

***

‘Analiz’i izleyen sayıda, eylemin devrimci bir örgüt tarafından üstlenildiği, “yorumsuz” haber olarak verildi. Ama gelişmeler durmadı. Bu kez, 14 Nisan’da çıkan bir sonraki sayıda, küçük bir köşede “Düzeltme” başlığıyla bir yazı yayınlandı: “… Silahlı eylemi yorumlarken Gaffar Okkan’ın öldürülmesiyle benzerlik taşıdığını belirttik. Olayların mantığından yola çıkarak bu olayın devletin iç klik çatışmalarında bir ‘misilleme olasılığını güçlendirdiğini’ belirttik. Kaldı ki o dönem eylem sahiplenilmemişti. …” (Sayı: 15 (39), s. 3) Bu “düzeltme” elbette politik bir sorunu çözmüş oluyor, ama teorik olarak bakıldığında, bu “düzeltme” kabahatin kendisinden büyük…

Demek ki, olayların yola çıkılacak bir mantığı yokmuş! Demek ki, bir olaya ilişkin mantıksal analizin bir tekziple çürütülmesi söz konusu olmazmış. Aydınlık türü mantığı çürütecek hiçbir aksi kanıt yoktur güneşin altında. Ve Atılım’ın ‘analizci’sinin yaptığı Aydınlık türü mantığın nüfuzuna girmektir.

Bu olaylara ilişkin geliştirilecek çözümlemenin, pratik bir değeri de yoktur. Eğer tabii, çözümlemenizin bir işe yaraması gerektiğini düşünüp, ona uygun politik taktikler arayışına girmeye yönelmezseniz.

Türkiye devrimci hareketi, egemen kesimler arasındaki çelişkiler üzerine oynayacak bir cesamete sahip değil. Bu konudaki bir yanılgı; onu, dövüşenler arasında biçare bir kalkan bile yapmaya yetmez.

Bir politik konjonktürde, çözümlemeyi ve diğer bütün rasyonel işlemleri, politik varlığın somut, elle tutulur gerekleri tayin etmelidir.

Konjonktür politikası ile rasyonalist politika arasında bir fark değil, bir karşıtlık vardır. Rasyonalist politikanın özel bir örneği Aydınlıkçılar’dır; onların bu olayları nasıl yorumladığı bir rehber, ve kulaklarda küpe olmalıdır.

Politik alanda ideolojik davranmanın alternatifi rasyonalist politika değildir; bu ikisi birbirinin devamıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar