Ne Dediler?

Partiler, Dergiler, Yazarlar

Ne Dediler?

 

Siyasi Partiler: Bakanlık iyi niyetli, eyleme son verin!

Siyasi Partilerin basın açıklaması

18 Aralık 2000 / Ankara

Siyasi partiler olarak bizler, ölüm oruçlarının 60. güne girmesi sonucunda ölümlerin yaşanacağı kaygısıyla; görüş ve önerilerimizi kamuoyu ile yeniden paylaşmak istiyoruz.

Açlık grevleri ve ölüm oruçlarına neden olan koşulların ortadan kaldırılması, yaşanacak ölümlerin önlenmesi için, gerekli zeminin oluştuğunu, bu zeminin iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Adalet Bakanının “F tipi cezaevlerine nakillerin ertelendiği, bu cezaevlerinde insani yaşama koşullarının sağlanması için, ortak yaşam alanlarının yaratılacağı, hukuksal ve mekansal düzenlemeler çerçevesinde yeniden değerlendirileceği, bu değerlendirmenin ilgili meslek kuruluşlarıyla birlikte yapılacağı ve toplumsal mutabakat sağlanmadan cezaevlerinin açılmayacağı” yönündeki açıklamasını önemli bulan ve bu açıklamanın takipçisi olacaklarını ilan eden; DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TEB, TBB, ÇHD, İHD, ÇGD, TİHV, Halkevleri, MAZLUM-DER, İstanbul Barosu, [TBMM] İnsan Hakları İnceleme Alt Komisyonu ile aydın ve sanatçılar, ortaya konulan taahhütlerin takipçisi olacaklarını ilan ettiler.

Biz de siyasi partiler olarak bu kurum ve kişilerin uygulamalar yönelik denetleyici rol almalarının takipçisi ve destekleyicisi olacağımızı ilan ediyoruz.

Başta Başbakan Bülent Ecevit olmak üzere Hükümeti ve Adalet Bakanını; Demokratik Kitle Örgütlerinin, sendikaların, aydınların ve sivil toplum örgütlerinin uyarılarını dikkate alarak yaşanacak ölümleri durdurmaya çağırıyoruz.

Ölüm orucunu sürdüren tutuklu ve hükümlüleri de sağlanmış olan gelişme ve ilerlemeleri değerlendirerek, hep birlikte, hücrelere izin vermeyeceğimizi bilmelerini istiyor; ÖZGÜR VE DEMOKRATIK YAŞAMI birlikte kurmaya çağırıyoruz.

F tipine karşı toplumda oluşan duyarlılığı ve tepkiyi görmeden hareket eden Hükümet, güvenlik güçlerinin provokatif tutumlarına seyirci kalarak, siyasi sorumluluk üstlenmektedir. Başta Ankara, İstanbul, Trabzon olmak üzere ülkenin çeşitli yerlerinde saldırgan bir tutum göstermektedir. Bu durum sorunların çözümüne değil daha da zorlaşmasına hizmet etmektedir. Polis denetiminde gerçekleştirilen linç girişimleri ve saldırılar sağ-sol çatışması olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Aslında yapılmak istenen emeğe, emekçilere ve onların haklarının gaspına yönelik saldırıların perdesi olarak kullanılmaktadır.

Toplumsal duyarlılığı ortadan kaldırmak için, Istanbul DGM’nin F tipi protestolarına ilişkin aldığı yayın yasağı kararı ile RTÜK’ün kapatma tehditleri bu konudaki mücadeleyi engelleme çabalarıdır.

Hükümeti, bu konularda sorun yaratan değil sorunları çözen olmaya davet ediyoruz.

Turgut Koçak / TSİP Genel Başkanı

Hamit Geylani / HADEP Genel Başkan Yardımcısı

Yıldırım Kaya / ÖDP Genel Başkan Yardımcısı

Haydar Kaya / EMEP Genel Başkan Yardımcısı

İlhan Akalın / SİP Merkez Komitesi Üyesi

 

* * *

19 Aralık 2000

SİP: Arabulucu değil tarafız

Partimiz ölüm oruçları süresince hiçbir zaman tutsaklara “ölüm oruçlarını bitirin” çağrısında bulunmamış, Türkiye emekçileri ve aydınları adına tutsakların haklı direnişinin yanında olmuştur. Gelinen noktada direnişçilere yönelik benzeri önerilerin, teslim olmaya çağrı anlamına geleceği açıktır. Çağrımız devrimci tutsakların hayatından sorumlu olan hükümete ve onun temsilcilerine yöneliktir.

Sosyalist Iktidar Partisi / Komünist Parti

* * *

ÖDP: Eylem yasak!

Acil duyuru…

Il ve ilçe örgütlerinin dikkatine…

Yaşanılmakta olan son gelişmeler ve ortaya çıkan provokatif ortam nedeniyle Başkanlık Kurulu aşağıdaki kararları almıştır:

A. (…) ölüm oruçlarına ilişkin sokak etkinliklerinin tümü bir sonraki karara kadar iptal edilmiştir. (…)

C. Bazı il ve ilçe örgütlerimizde MYK, il ve ilçe örgütlerinin kararlarına ve parti eylemine karşı bazı ÖDP’lilerin açlık grevleri derhal sona erdirilecektir.

D. Tutuklu ailelerinin örgüt binalarımızda ilgili il ve ilçe yönetimimizin kararlarına ve denetimine aykırı olarak hareket etmeleri kesinlikle engellenecektir.

ÖDP Başkanlık Kurulu, 12 Aralık 2000

* * *

Kitle Örgütleri ve Partiler: Operasyonlar derhal durdurulsun

19 Aralık 2000

Bizler aşağıda imzası bulunan Kurum ve Kuruluşlar olarak OPERASYONLAR DERHAL DURDURULSUN diyoruz.

Ölüm orucu ve açlık grevindeki tutuklu ve hükümlülere yönelik 20 cezaevinde süren saldırı ve operasyonlar derhal durdurulsun.

Adalet Bakanlığı tarafından sözde hayat kurtarma operasyonu olarak açıklanan operasyon ölümlere neden olmaktadır. Bu operasyonları şiddetle protesto ediyoruz.

Adalet Bakanlığı bu operasyon ile topluma verdiği sözü çiğnemiştir.

Şu an hastanelerde bulunan tutuklu ve hükümlülerle Türk Tabipleri Birliği aracılığı ile temas kurulsun.

Hastane ve cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlüler, avukatları ve aileleri ile derhal görüştürülsün ve bilgi verilsin.

Bu olaydan hareketle Siyasi Parti ve Kitle Örgütleri binaları üzerindeki abluka ve baskılar kaldırılarak bütün göz altına alınanlar derhal serbest bırakılsın.

KESK, TÜMTIS, TMMOB, TTB, ÇHD, Halkevleri, IHD, Pir Sultan Abdal 2 Temmuz Kültür ve Eğitim Vakfı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, TIHV, TIHKV, DBP, DSIP, EMEP, HADEP, ÖDP, SIP – KP, TSIP

* * *

Evrensel Gazetesi:

Kendi kuyruğuna bağlananlar

Ölüm orucunu sürdürmekte ısrarcı davranan ve bunu da ‘devrimci siyaset’ adına yapan halka karşı sorumsuz küçük burjuva solculuğu…

İçinden geçilen günler, emekçi sınıfların mücadelesine bağlanmayan, ona bağlanmak yerine kendi kuyruğuna bağlanmak isteyen, mücadeleyi, ‘devletle devrimciler arasındaki bir çatışma’ya indirgeyen siyaset yapma tarzının acı dersini de göstermekte.

* * *

Atılım: Tasfiye harekatı

Bu katliam saldırısının, devletin geçmiş kanlı tarihinde yaptığı katliamlarla aynı kefeye konulmaması gerekmektedir. Açıktır ki, bu katliam, devletin stratejik saldırısının ilk adımını oluşturmaktadır. Hedef, bir bütün olarak devrimci hareketin ideolojik, siyasi tasfiyesi ve ezilmesidir.

(Islamcılar ve Kürt ulusal hareketinden sonra) devlet açısından varlığını tehdit eden ve etkisiz kılınması gereken bir tek kesim kalmıştır, o da devrimci harekettir.

(…) Dağınıklık, otoritesizlik, inisiyatifsizlik anlaşılır bir şey değildir. Devrimci öncü bölüklerin ortalıkta dolaşan, verimsiz ve inisiyatif gücü oluşturma iradesinden yoksun haliyle bu kavga yürütülemez.

Atılım, 6 Ocak 2001, Sayı: 25

 

İçinde bulunduğumuz politik konjonktürde stratejik ölüm hücresi saldırısına, ilerici, antifaşist bir öze sahip yasal partilerle komünist ve devrimci parti ve örgütlerin birlikte karşı koyuşu örgütlemelerinin zemini vardır…

1991 ve 96’daki topyekün saldırı dalgasında da görüldüğü gibi böylesi süreçlerde sağ tasfiyeci eğilim ve yönelimlerin yeşermesinin zemini daha fazladır…

Atılım, 13 Ocak 2001, Sayı: 2 (26)

* * *

Özgürlük Cephesi

Faşist rejim, devrimci yeraltı güçlerini, onların birikimlerini ve öncülük yeteneklerini felce uğratmayı, dönemin öncelikli ve en önemli görevi olarak saptamış bulunuyor. (…)

Bu, Özgürlük Cephesi’nin kitlesel hareketi kadar, devrimci politikayı zor araçlarıyla sürdürmenin güncel önemini ve aciliyetini de göstermektedir.

Atılım, 20 Ocak 2001, Sayı: 2001/3

* * *

Kızıl Bayrak: Saldırı fiyaskoyla sonuçlandı

Katliam saldırısı, politik ve moral açıdan tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.

Düzen cephesi her açıdan ağır ve çözümsüz sorunlarla, giderilemeyen açmazlarla yüzyüzedir. Uygulanan baskı ve terörün, sergilenen acımasızlığın ve vahşetin gerisinde bu vardır. Bu gerçekte bir çaresizliğin, bir aczin dışavurumudur. Koşullar devrimci siyasal mücadeleyi geliştirip güçlendirmek için her zamankinden daha elverişlidir.

H. Fırat: Onların başarısı direnişi kırarak devrimci tutsakları teslim almak olabilirdi ancak, tamam vazgeçtik dedirtmek olabilirdi ancak. Bu açıdan hiçbir şey başarabilmiş değiller. Televizyonlara bir tek itirafçı çıkaramıyorlar. Kaldı kı orada binlerce insan var, bir düzine itirafçı çıkarsalar ne olur ki? (…)

Çatışmanın bu safhasını biz kazandık! Bu devlet şiddet aygıtını bu çapta harekete geçirdikten ve onlarca insanın cesedini çiğnedikten sonra tabii ki devrimci tutsakları götürüp hücrelere kapatabilirdi.

Kızıl Bayrak, 6 Ocak, Sayı: 2001/1

* * *

Özgür Gelecek: Stratejik yönelim

Faşist diktatörlük bu alanda iki tür ölümü dayatmaktadır. Birincisi, ideolojik ölüm. (…) Kişi, örgüt, partide ideolojik kırılmayı hedefler ve düzenin yedeği durumuna getirmeyi amaçlar.

İkincisi; fiziki ölümdür.

Koşullara bağlı olarak fiziki ölüm dönem dönem ön plana çıksa da faşizm esas itibarıyla ideolojik ölümü sürekli diri tutmaya çalışmaktadır.

Bugün öncelikli görevlerimizden biri de (…) mücadelenin her cephesinde güçlü birleşik bir saldırı silahına dönüştürmektir. Yaşadığımız topraklarda ve uluslararası planda oluşturulan tüm hücre karşıtı demokratik platformları daha işlevli hale getirerek, kesintisiz olarak kavgayı büyütmektir. Bu tecrit barikatını ancak böyle parçalayabiliriz.

(…) Kendimizi daha büyük muharebelere ve çatışmalara hazırlamalıyız. (…) Sözkonusu saldırı, emperyalist çıkarlar ve patron-ağaların bu doğrultuda şekillenen stratejik yönelimlerinin ifadesidir.

Henüz muharebe kaybedilmiş değildir. F tipi hücre saldırısını püskürtmek hala fazlasıyla mümkündür. Zorla, fiilen hücrelere atılmakla, hücre sisteminin yaşam bulması (tutsakların yaptırımlara direnmesi ve politik kimliklerini yaşatmalarından bağımsız olarak) aynı şey değildir. Ki, hücre tarzının yaşanır olması durumuyla, tutsakların teslim olması da aynı şey değildir. (…) Süreci, direnenlerin tutumu belirleyecektir.

Özgür Gelecek, 5-18 Ocak 2001, Sayı: 2001/1

* * *

Alınterimiz: Dolaysızca rejim sorunu

“Devlet bu saatten sonra nasılsa F tipini bırakmaz. Fizik işkence yapmasın yeter” türünden ortaya çıkabilecek kabullenici ve tasfiyeci eğilimlere karşı amansız bir savaşım vermek gerekir. (…) Başlangıçtaki net taleplerimizden her geri adım, stratejik bir kırılma ve tasfiyeciliktir.

Alınterimiz, 4 Ocak 2001, Sayı: 58

“F tipi tabutluklar kapatılsın!” düşüncesi benzeri sayısız kaynaksal kökeniyle stratejik düşüncedir. Rejim ve sistem açısından F tipi siyasal, toplumsal ve kültürel olarak kurumlaştırma ve meşrulaştırma stratejik düşünce ve hedeflerdendir. (…)

Rejim ve sistem kolay kolay geri dönmeyecektir. Dönmez, dönemez.

“F tipi tabutluklar kapatılsın!” düşüncesinden bizler de ödün vermeyiz! Veremeyiz!

Evet! Zor değil, çok çok zor kazanılacak! Ama kazanılacaktır!

F tipi, dolaysızca rejim sorunu haline gelmiştir ve ona en ılımlı muhalefet bile “terör destekleyiciliği” sayılmaktadır, çünkü Kürt hareketinin kırıldığı, sendikaların iyice cılızlaştığı yerde, cezaevi direnişi ve F tipine karşı hareket, toplumsal muhalefetin önemli bir soluk borusu, pek çok insanın kendini toplumsal ve siyasal olarak ifade etme ve anlamlandırma mecrası, karşı koyma istek ve iradesinin sembolüdür.

Alınterimiz, 28 Ocak 2001, Sayı: 60

* * *

Aydınlık: F Tipine emperyalizm karşı çıkıyor

Brüksel’den idare edilen eylem

Ölüm oruçları ve “F tipine hayır” kampanyası, Avrupa’daki “dost ve müttefik” devletlerin himaye ettiği örgütler tarafından Brüksel’den idare ediliyordu.

“Insan hakları” adına öne çıkan aydınlar “AB yandaşları”ndan oluşuyordu.

Siyasi amaçlı cinayet, soygun, gasp eylemlerinin bütün sanıkları ve mahkumları, (şeriatçılar dahil) düşünce suçlusu gibi gösteriliyordu.

Sözde “insan hakları savunucuları”nın hiçbiri, “cezaevlerindeki koğuş sistemi”ne karşı bir alternatif önermiyordu.

“F tipine hayır” kampanyalarını yürütenlerin tümü, “oruçcular”ı destekliyordu.

“Cezaevlerinde SüperNATO’nun Gücü”, Emcet Olcaytu, Aydınlık, 31 Aralık 2000, Sayı: 3/702, s. 12

* * *

Vatan: F Tipini savunanlar emperyalizmi

savunuyor”

19-22 Aralık Katliamı karşısında Avrupa’nın sessizliği, pek çok kesimi şaşırttı. Gerçekten de Avrupa Birliği kurumları, diğer “Avrupa sivil toplum örgütleri”, pek çok zamandan farklı olarak “timsah gözyaşları” bile dökmüyordu bu sefer.

Avrupa’nın Türkiye hükümeti üzerinde operasyonu durdurmak için baskı yapması için girişimlerde bulunan kimi kurumlar, Avrupa’dan “Bu Türkiye’nin iç işi” cevabını aldılar.

Oysa o Avrupa değil miydi, “artık insan hakları konusu, ülkelerin iç işleri olmaktan çıkmıştır” diyen? (…)

Devrimcileri yok etmek konusunda Avrupa Birliği’yle Türkiye oligarşisi arasında tam bir hemfikirlik vardır. (…)

Avrupa’nın mesela bir “düşünce suçları” konusunda gösterdiği hassasiyeti, ülkemizi adeta kan gölüne çeviren infazlar, kaybetmeler, faili meçhuller konusunda göstermemesi bunu açıkça ortaya koymuyor mu?

Niye, infazlarda katledilenler devrimciler tabii. (…)

Emperyalizm için insan hakları, dün sosyalizme karşı, bugün devrimci hareketlere karşı kullanılan bir araç’tan başka bir şey değildir. (…)

Insan hakları mücadelesi, sınıflar mücadelesinin yerine geçirilmeye çalışılarak, hak ve özgürlükleri gasbedilen kitleleri devrimcilerden uzak tutmaya, düzen muhalefetini “sivil toplum örgütleri” adını verdikleri, emperyalizme bağımlı bir oyunun içine çekmeye çalışıyorlar. (…)

F Tipini savunanlar emperyalizmi savunuyor. (…)

F Tipini savunanlar, devrimciliğin yok edilmesini istiyor.

Onlarla ideolojik, politik olarak savaşacağız. Kim sol, kim sağ, kim faşist, kim sosyalist… bu ülkede ayrışacak. Sol maske altındaki faşist zihniyetlerin, devlet savunucularının maskesini düşüreceğiz. (…)

Ya devrimcisiniz, ya Avrupacı!

“Avrupa Insan Haklarının Neresinde?”, Yaşadığımız Vatan, 9 Ocak 2001, Sayı: 72, s. 40-1

* * *

Sosyalist İktidar: Post-devrimcilik dönemi

Devrimci demokrasi uzun süredir siyasi varlığını esas olarak cezaevleri gündeminde sürdürüyordu ve bu anlamda ülke siyasetinden düşmüştü.

Şimdi olan oldu. Devrimci demokrasinin artık siyaset dışına düştüğünü söylemek bile yersiz. Bu akım dönemsel olarak büyük bir tasfiyeye uğramaktadır. Cezaevleri gündemi üzerinden faaliyet yürütülür, ama siyasal canlanma sağlanamazdı. Elbette kanlı bir tasfiye ve elbette aynı zamanda siyasetsizliğin tasfiyesi…

Bu kesimlerin yaşadığı fiziki ve politik daralma ve alan değiştirmelerin nihai olduğunu kimse iddia edemez. Türkiye çok köklü görünen rotaların bile hızla geri döndürülebildiği bir ilginç dinamizm ülkesidir. Dahası bu kesimlerin dışında kalan solun, örneğin bizim, söz konusu alan daralmasından herhangi bir memnuniyet duymaları da doğru değildir. Alanın toptan daralma ihtimali azımsanmamalı.

Burjuvazi açısından devrimci demokrasi özel olarak uğraşılmayı hak eden bir güç odağı değildi; ulusalcı ve liberaller de gerilerinde sahipsiz bir devrimci etki alanı bırakmıyorlar. Devrimci demokrasinin tasfiyesi solcu olmayı değersizleştiriyor ve umutsuzluk aşılıyor. (…)

(…) Solda inat ve cesaret genellikle siyasal akıldan tecrit edilmiş olarak bulunuyor. Daralan ve yozlaşan toplam alanı genişletmek için inat ve cesareti akılla birleştirmek gerekiyor.

Aydemir Güler, “Sola Dair…”, Sosyalist Iktidar, 22 Aralık 2000, Sayı: 283, s. 3

* * *

Köz: Yeni bir dönem

Besbelli ki, bundan böyle cezaevlerindeki mücadelenin eskisi gibi sürmesinin olanağı yoktur; ama buradan direnmek boşuna sonucunu çıkarmak için mücadeleyi cezaevlerinin içindeki mücadeleyle sınırlı görenler arasında olmak gerekir.

(…) Zindan direnişleri bakımından bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin açıldığını peşinen saptayıp, açıklıkla söylemek gerekir. Peşinen vurgulamalıdır ki, “sınıf mücadelesinin ağırlık merkezinin cezaevlerine kaymakta” olduğu, yahut bütün diğer mücadelelerin cezaevlerindeki direnişe tabi olması gerektiği konusundaki bakış açıları terk edilmelidir.

Önümüzdeki dönem gündeme gelecek olan tartışmalar teorik tartışmalar değil, bir devrimci muhasebe ihtiyacını ifade eden tartışmalar olacaktır. (…) Böylesine kritik bir dönemeçte sağlıklı bir devrimci muhasebe ancak “evet biz de yenilenlerin tarafındayız” deme sorumluluğunu gösterenlerin arasından çıkacaktır.

“Kaybettiklerinin Farkında Olmayanların Yeni Mevziler Kazanması Mümkün Değildir”, Köz, Sayı: 8, 15 Aralık 2000 / 15 Ocak 2001

* * *

Maya: Devrimciler yenildi

Yeni bir dönemdir; çünkü devrimci tutsakların büyük çabası ve kanla yazılmış bir tarihin sonucunda kazanılmış önemli bir mevzi kaybedilmiştir. Zindanlar, yakın zamana kadar, devrimci militanlar için gerçek bir okul, idealleri olan komün yaşamının varedildiği, dışarısı ile içerisi arasında mesafenin kısaltıldığı mevziler olmuştu. Son operasyonla, bu mevzi şimdilik de olsa kaybedilmiş, düşman hücre tipi cezaevlerini yaşama geçirmede başarılı olmuştur.(…)

Devrimci hareketin genel güçsüzlüğü ortamında, içerdeki militanların, dışardaki savaşıma katkısı, en az düzeye indirilmiş, hatta şu an ortadan kaldırılmıştır. Bu durum, dışardaki hareketi ciddi ölçüde etkileyecek, hatta bazılarında bunalım faktörü olacaktır. (…)

Adalet Bakanının “F tipi cezaevleri süresiz olarak ertelenmiştir” açıklaması ile birlikte destek azalmıştır. Devrimci örgütler bunu fark ederek, durumu kavrama ve ona uygun bir taktik esneklik gösterme yerine, hücre tipinin püskürtülmesi konusunda beklentilerini devam ettirmiştir.(…)

Devrimci hareket, bu zaman ve çapta bir saldırı beklemediği için, saldırı karşısında şok olmuştur. Şokun en belirgin göstergesi ise, kazananın kendisi olduğunu düşünmesidir. (…) Bu gerçeğe rağmen, hala “zaferden” söz edilmesi, verilen savaşımı da sıradanlaştırmaya hizmet edecektir.

(…) Kim ki, düşmanın ölüm oruçlarını bitirememesinden hareketle, bu saldırının boyutunu ve sonuçlarını küçümserse, her şey bir yana, önümüzdeki dönem baştan kaybedilmiş olacaktır.

(…) Doğru bulalım veya bulmayalım, bugün içerdeki savaşım hangi biçimde sürerse sürsün, devrimci kimliği korumaya dönük her savaşım, sahiplenmeyi, destek olmayı gerektirmektedir.

“Zindan Saldırısı ve Yeni Dönem”, Maya, Sayı: 53, 15 Ocak 2001

* * *

Perinçek: F Tipi için ölünmez

Öncelikle F tipi sistemi tamamen Batı’dan ithal; yalnızlaştıran bir işkence rejimi. Ancak, F tipine karşı “ölüm” doğru bir yöntem değil. Türkiye ekonomisi çökerken, Kıbrıs sorunu AB tarafından bize karşı kullanılırken, “Ermeni Soykırımı” yasaları çıkarken, ölüme F tipi için gitmek çok yanlış. Türkiye’nin çok temel sorunlarında ölümü göze almak gerekiyor. Mesela, ülkemizin bağımsızlık sorunu için insan canını seve seve verir. F tipi için ölmek sonuca götürecek bir yöntem değil. Insan bir dava için elbette ölebilir ama dava da dava olmalı. (…)

Ekonominin çökertilmesine karşı bir tepki gösterip ölüm orucuna başlasalardı, kitlelerin desteğini alabilirlerdi. Önemli olan, halkı ilgilendiren sorunları toplumun gündemine getirmektir. Insanları bu sorunlar üzerinden kazanmak gerekiyor. Halk, ölüm oruçlarına bu yüzden yeterli ilgiyi göstermiyor.

Doğu Perinçek, “Kurtuluş Savaşı Için Ölünür!”, Milliyet, 7 Aralık 2000

* * *

Dursun Karataş – Aydın Doğan ittifakı

DHKP/C vesaire, hükümetin F tipini erteleme kararını elinin tersiyle iterek, eyleme devam diye direniyor; “mütareke basını” bütün köşe yazarları, manşetçileri ve habercileriyle eylemcilerin arkasında. Dursun Karataş’tan Aydın Doğan’a uzanan bir ittifak su yüzüne çıkıyor.

Doğu Perinçek, “ABD, Türkiye’de illegale geçti”,

Aydınlık, 24 Aralık 2000, Sayı: 2, s. 3

* * *

Eylemleri CIA yaptırıyor

Okmeydanındaki çatışmada ateş açanlardan biri öldü, ikisi yaralı yakalandı. Dördüncü şahıs yakalanamadı! Aydınlık’ın yaptığı araştırmaya göre, dördüncü şahıs CIA ajanı.

Polis aracına ateş açanlar arasına doğrudan CIA elemanı da katıldı. (…) Emniyet içindeki MIT’le ilişkili grup Okmeydanı’ndaki olaydan haberdardı. Bu grubun sol maskeli terör örgütü içindeki adamları, “Size polis silahla saldıracak, siz de silahlı gidin ve ilk ateşi siz açın” dedi. Yoksa afiş asmanın cezası üç aydır. Afiş için silahlı çatışma olmaz.

Aydınlık, 17 Aralık 2000, s. 4-5

* * *

İdeolojik mücadele daha fazla önemsenmeli

Türkiye’de bugün toplumun küçümsenmeyecek bir kesiminde sergilenen “oh oldu” yaklaşımının arkasında gerici ve faşist ideolojilerin etkisinin yanı sıra, her türlü ahlaksızlığa dönük gözü kapalı bir onay mekanizmasının da yer aldığı akıldan çıkartılmamalıdır.

Türkiye solu yalnızca bu mekanizmayı bilinçli bir biçimde yaratan burjuva devletine, yalnızca bu mekanizmayı besleyen piyasa kurallarına karşı değil, aynı zamanda bu zorlu toplumsal dokuya karşı da mücadele etmekte olduğunu kavramadıkça gerçek anlamda etkili ve devrimci bir siyaset üretemeyecektir. (…)

Toplumun anlamlı ama açıkça azınlık olarak değerlendirilebilecek bir bölümü dışında, nüfusun geniş kesimleri bu katliamın destekçisidir. Bu toprakları ahlaksız, hırsız, yalancı, katil, pezevenk ve sapık yetiştirmek için kullanan düzene karşı mücadelenin ideolojik boyutu, yani geniş yığınların aklını özgürleştirme ve onları bir mücadele içerisinde insanlaştırma yönü daha fazla önemsenmelidir.

Kemal Okuyan, “Yalancılar”, Sosyalist İktidar, 22 Aralık 2000, Sayı: 283, s. 11

* * *

Çulhaoğlu: Bu tür örgütlerin siyaset anlayışı…

Aklı başında solcuların, polis otosunun taranması “eylemini” izah etmeleri, şöyle ya da böyle bir yere oturtmaları gerçekten mümkün değildir. Kendi adıma, bu “eylemin” bir sol grup tarafından üstlenilmesine de çok şaşırdığımı söylemeliyim. (…)

Eğer gerçekten böyle ise, yani belirli bir sol örgüt Adalet Bakanlığının geri adım attığı, kamuoyunda belirli bir havanın oluştuğu koşullarda bu işi yapmışsa, bu tür örgütlerin siyaset anlayışları konusunda birkaç şey söylemek zorunlu hale geliyor.

(…) Cezaevi direnişini, somut bir girişime karşı somut bir eylemlilik olarak değil de, yürütüldüğü varsayılan genel politik mücadelenin güncel biçimi olarak görenler var mıdır? Polis otosunun taranması gibi bir “eyleme” girişilmemiş olsaydı, bu soruya “vardır” yanıtı vermenin haksızlık olabileceğini düşünür ve tereddüt ederdim. Ama bu olay resmen üstlenilmiştir ve bu üstlenmeyi, cezaevi direnişinin klasik ve genel anlamıyla politik mücadele olarak görüldüğünün kanıtı saymak mümkündür.

Metin Çulhaoğlu, “F Tipi Eylem”, Sol, 15 Aralık 2000, Sayı: 116, s. 27

* * *

Ölçek büyütme

Cezaevlerinde gerçekleştirilen katliamın kabul edilemez ölçekte bir “duyarsızlık”la karşılanmasını tek başına medyanın sahtekarca tutumuna bağlamak olanaksızdır.(…)

Bu durumu değiştirmek mümkündür. Öncelikle solun hızla bu kuşatmanın yükünü kaldırabilecek bir ölçeğe ulaşması zorunludur. (…) Birçok ülke açısından önemsiz sayılabilecek bir toplumsal ölçeğe ulaşan bir sol, Türkiye’de sermaye sınıfının hareket alanını ciddi şekillerde kısıtlayacaktır. (…) Türkiye solunun, ya da kendi adımıza konuşalım, komünistlerin ölçek büyütmeye doğrudan yardımı olmayacak hiçbir faaliyeti tarihsel anlamda meşru değildir.

Cemal Hekimoğlu, “Bir Umut Yazısı”, Sol,

22 Aralık 2000, Sayı: 117, s. 3-5

* * *

Yücel Sayman: Gücü gücü yetene

“Bir hukukçu olarak bana artık hiçbir şey sormayın. Türkiye’de hiçbir şeyin ‘hukuki’ cevabı yoktur. Tam bir hukuki keyfilik vardır. Hukuk, Türkiye’de o an kim güçlüyse onun söylediği ve onun yaptığıdır.”

Yücel Sayman (Istanbul Barosu Başkanı)

(Melih Aşık, “Açık Pencere”, Milliyet, 11 Ocak 2001)

* * *

Emin Çölaşan: Örgüt yandaşları ayaktayken toplum duyarsız

Duyarsız Toplum

Hiç merak etmeyin, biz bu kafayla daha çoook terör olayları yaşarız, daha çoook acılar çekeriz.

Dünyanın en duyarsız, en umursamaz toplumu olduk.

Sadece iğnenin ucu bize kişisel olarak batarsa, canımız biraz açırsa ses veriyoruz. Onun dışındakiler bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bunu ayrıca her gün somut olarak görüyorum. Gelen okuyucu mektuplarının, faksların ve bilgisayar mesajlarının pek çoğu böyle.

Sadece kendimiz için yaşıyoruz.

Dünyanın dört bir yanında terör olayları oluyor. Örneğin Ispanya’da bir olay olduğunda, ertesi gün 1 milyon insan sokaklara dökülüp kınama yürüyüşü yapıyor. Pek çok ülke böyle.

Toplum tepki gösteriyor.

Söyleyin bana, Türkiye’de bugüne kadar binlerce terör olayı yaşadık. Nice insanımız yakılarak, bombalanarak, kurşunlanarak can verdi. Nice şehit cenazeleri kaldırdık. Askerimiz, polisimiz, gazetecimiz, insanlarımız öldürüldü.

1993 yılında Uğur Mumcu’nun cenazesinde yaklaşık 100 bin kişi vardı. Onun dışında kitlelerin sokağa döküldüğünü anımsıyor musunuz? (…)

Onbinlerce insanımızı hiçbir toplumsal tepki göstermeden, sadece cenaze törenlerinde nutuk atarak toprağa veren biz değil miydik?

Bir tarafta bir düğmeye basılınca sokakları dolduran, kentleri felç eden, gözaltına alındıktan sonra yargı tarafından serbest bırakılan, son af yasasından bile yararlanan örgüt yandaşları. Öbür tarafta ise hiçbir tepki göstermeyen, sinik, duyarsız bir toplum.

Emin Çölaşan, “Duyarsız Toplum”, Hürriyet, 6 Ocak 2001

* * *

Akıllı ol, eylemi bırak!

Inancı akılla donatmak, umudu bilimle beslemek…

Akılsız inanç, olsa olsa bir ‘mümin’ mutluluğu sağlar. Bilimsiz umut, kof bir devrimci romantizme ebelik eder.

Salt inanç ve romantizmle yol alırsan, kendini, çevreni, örgütünü, dünyayı sorgulamazsın. Sorgulamayan körleşir. Eylemine dinsel simgeler eşlik etmeye başlar. Örneğin ölürse ‘şehit’ olur; ölümcül bir direnişte ‘oruç’ tutar; Kerbela’nın izini süren, müminler gibi alnına kızıl bantlar bağlar. Materyalist dünya görüşünün gereği ilişkisini kestiği ‘göksel tanrı’nın yerine bir ‘yersel tanrı’ yaratır: Örgüt!

Örgüt’ün bir araç, aynı hedefe kilitlenen özgür bireylerin gönüllülük temelinde güçlerini birleştirdiği bir organizma olduğu gerçeği gitgide silikleşir. Örgüt ‘mutlaklık’ kazanır. ‘Mutlaklık’ın Marksizme aykırı bir kavram olduğu gözardı edilir; belki hiç farkedilmemiştir bile.

Ama örgütü bu ‘çerçevede’ kavrayan, kendini böyle bir örgütlülük içinde tanımlayan üye (militan, sempatizan) da örgütü etkilemeye başlar.

Karşılıklı bir etkileşimdir bu ve araçken amaca dönüşen, kutsallaştırılan, mutlaklaştırılan her örgüt kaçınılmaz yazgısını yaşar: Bilim inanca (iman) dönüşür, sosyalist militan da ‘mümin’e.

Tepeden tırnağa haksız, tepeden tırnağa adaletten nasipsiz, tepeden tırnağa çürümüş, tepeden tırnağa sömürü üreten bir toplumda gencecik bilinçlerden fışkıran ‘itiraz ve isyan’ ırmakları yanlış yataklarda akıp büyük denizlerle buluşmadan şiddetin (terörün) çöllerinde yitip gider.

Yeryüzünün dört köşesinde Marksistler elektronik, yarı iletkenler ve iletişim teknolojilerindeki devrim nitelikli gelişmelerin ardından ‘proletarya’ kavramının yeniden tanımlanması için geceyi gündüze katarak tartışırken; sermayenin ulusal sınırları somut olarak sildiği şu globalizm çağında ’emeğin enternasyonalizmi’ni tarihte örneği görülmemiş elverişli koşullarda ete kemiğe büründürmek için kafa patlatırken; hapisteki üyelerine, militanlarına, sempatizanlarına sunabildiği tek eylemi ‘ölüme yatmak’ olarak belirleyen bir örgütsel yapı sorgulanmayacaksa ne sorgulanacak?

Dünyayı değiştirmek için yola çıkan gencecik insanlardan hapishanede yatanlara eylem olarak bula bula ‘ölmeye yatmak’, dışardakilere de kör bir terör eylemleri zinciri öneriliyorsa, bu örgüt anlayışını sorgulamadan susmak hangi devrimci ahlaka sığar?

Aydın Engin, “Umut Yaşarsan Var…”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2001

 

* * *

Devrimciler emperyalizmin oyuncağı

Terörün son kurbanı Polis Naci Canan Tuncer’in cenazesine çok sayıda subayın katılması anlamlıdır. Çünkü bu bombalar, Sol maskeli başıbozuk bir terör örgütünün işi değildir. Türkiye, Ekim ayından bu yana bir ABD-AB operasyonuyla yüz yüzedir. Terör eylemlerini üstlenen örgütün hiçbir önemi yok. Sabancı suikastini de üstlenen bir örgüt vardı. Ancak gerçek imzanın farklı olduğu biliniyor. (…)

Küçük savaşlar ve küçük güçler, her zaman büyük cepheleşmelere ve büyük savaşlara eklemlenirler. F tipi eylemleri bunun son örneğidir. ABD-AB ittifakı ile Türkiye arasındaki savaşta, Batı’nın kışkırtmasıyla cephesini Türkiye’ye dönenler, isterlerse dünyanın en iyi niyetli insanları olsunlar, emperyalizmin aletlerine dönüşmüşlerdir. Başıbozuk örgütlerin şef takımı, zaten uyuşturucu ağına çekilerek ajanlaştırılmıştı. Militan kadroların iyi niyetlerindeki aşırılık ise, bilimle ve halkla birleşmeyince, akılsızlık ve aldanıştaki aşırılığa dönüşmüştür.

Yalın gerçek şudur: F tipine karşı Avrupa cephesinde ölüm orucu kışkırtanlar ve hala kışkırtmaya devam edenler, aslında bomba eylemlerini desteklemiş oldular. Çünkü o “ölüm oruçları” bomba eylemlerine ve önümüzdeki olaylara uzanan süreci ateşlemek için planlanmıştı.

“ ‘AB Kapısı’ndaki kanı’ hala görmüyor musunuz?”,

Doğu Perinçek, Aydınlık, 7 Ocak 2001, Sayı: 4/703, s. 3

 

* * *

Söz ve Eylem:

Devrimcilerle reformistler ayrıştı

F Tipi Cezaevi direnişi, Abdullah Öcalan’ın Roma sürecinde ve MAI’de olduğu gibi Türkiye solunda bir kez daha yeni bir ayrışma ve saflaşma yaratmıştır. Bu gerek içeride ve gerekse dışarıda direnişe destek için yapılan eylemler bazı devrimci güçleri yan yana getirmiş, bazı güçleri ise birbirinden ayrıştırmıştır. Bu ayrışma bir kez daha devrimcilerle reformistleri farklı kulvarlara savurmuştur. Sorun devletle yüz yüze gelindiğinde, Kürt sorununda olduğu gibi bu konuda da “üçüncü yol” arayışını sürdürenlerin taraf olmaktan şiddetle kaçınmış olmasıdır.

“F Tipi Direnişinin Düşündürdükleri”, Söz ve Eylem,

Ocak 2001, Sayı: 3

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar