Ana SayfaArşivSayı 16Üçüncü Dünya Ülkelerinde Yapısal Uyum Programlarının Kadınlar Üzerindeki Etkisi

Üçüncü Dünya Ülkelerinde Yapısal Uyum Programlarının Kadınlar Üzerindeki Etkisi

Pervin Özkan

Birbirini tamamlayan kavramlar olarak “Yeni Dünya Düzeni” ve “küreselleşme”, kendisinden önce dağılan “sosyalist kamp”ın tasfiyesinin son ve kesin adımı olarak, bu kampın önderi ve ekonomik değilse de siyasal merkezi Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı ve neredeyse günü gününe aynı tarihlerde, Irak’a karşı topyekün savaşın kotarıldığı 1990’lı yılların başlarında gündelik dile girdi.

Birbirini hızla takip eden bu dramatik olaylarla kesinleşip ortaya çıkan yeni dünya düzeni, aslında bu tarihten yirmi – otuz yıl öncesinden başlayan bir sürecin sonucuydu.

Klasik sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra kapitalist merkezlerle, bu merkezin geleneksel sömürü alanı olan yoksul ülkeler arasındaki ilişkilerin, gerek ekonomik gerek siyasal anlamda yeniden düzenlenmesinden oluşan bu süreç, 1970’lerde hız kazanıp, 80’lerde doruğuna ulaşmış ve 90’larda, I. ve II. Dünya savaşlarıyla 20. yüzyılda biçimlenmiş uluslararası siyasal yapıyı köklü biçimde değiştirerek “yeni dünya düzeni’’nin yolunu açmıştır.

Yeni dünya düzeniyle taçlanan merkez – çevre ilişkilerini yeniden düzenleme süreci, kapitalist merkez adına esas olarak iki kuruluş, yani II. Dünya Savaşı’ndan sonra (o zaman öyle adlandırılmasa da) ihtiyacı duyulan “yeni dünya düzeni’’nin başlıca mali mekanizmaları olarak kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (DB) aracılığıyla yürütüldü.

Bu süreç, en azından 1970’lerin başından beri, adına yapısal uyum politikaları (ya da programları) (YUP) denilen ve ülkelerin özelliklerine göre ufak değişiklikler gösterse de temelde değişmez bir şablona uyan, IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanarak, ödemeler dengesinde verdikleri büyük açık yüzünden, en zorunlu harcamaları için acil uluslararası kaynak (borç) bulmak zorunda olan yoksul ulus-devletler tarafından uygulanan paket programlarla yürütülmüştür.

Devlet ekonomiden elini çektiği takdirde, piyasa güçlerinin daha iyi işleyip ekonomiyi yeniden dengeye kavuşturacağı şeklindeki neo-klasik varsayıma dayanan YUP’un temel önceliği devlet harcamalarını kısmaktır. Yapısal uyum programlarını uygulamayı kabul eden bir devlet, stratejik olmayan kamu iktisadi kuruluşlarını özelleştirme yükümlülüğüne girmektedir. Özelleştirme, bir yandan bütçe açıklarını azaltacak (IMF’nin ‘yardım’ için koyduğu bir başka ön koşul), öte yandan ekonomiyi piyasa ekonomisine yönlendirerek üretkenlik ve rekabeti artıracaktır.

IMF, kamu harcamalarının kısılmasının yanısıra, yüksek enflasyonu kontrol altına almak için sıkı bir para politikası izlenmesi koşulunu da getirmektedir. Ancak, bu iki önlem birlikte, ekonomik büyümenin yavaşlaması sonucunu getirir.

YUP, ticaret fazlası yaratmak yoluyla ödemeler dengesindeki açığı kapatmak için, bu programları kabul eden ülkelerde ihracatın artırılmasını, ithalatın da azaltılmasını öngörür. Bu yola girmiş ülkelerin aynı zamanda, IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla almış oldukları dış borçların taksit ödemelerini de aksatmamaları gerektiğinden, ulusal paranın değeri düşürülür, böylece bu ülkelerin ihraç ettiği malların fiyatları düşerken, ithal malları daha pahalıya mal olmaya başlar. Az gelişmiş ülkelerin ihracatları esas olarak tarımsal ürünler ve hammaddelere dayandığından, bu ülkelerin ihraç edebileceği mal miktarını artırmak, ücretleri dondurmak yoluyla geniş kitlelerin alım gücünü düşürerek bu mallara yönelik iç talebi kısmayı da gerektirir.

YUP, vergi yapısında da değişiklik gerektirir. Az gelişmiş ülkelerde çok kazananın çok vergi vermesi ilkesine dayanan gelir vergileri azaltılırken, yoksulların ve orta sınıfın vergi yükünü artıran katma değer ve tüketim vergileri gibi dolaylı vergiler yükseltilir.

Ancak, uygulamada YUP deklare edilen amaçlarına ulaşamamıştır. Bu programları uygulayan ülkelerin çoğunluğu ödemeler dengesi açığının küçülmek şöyle dursun büyüdüğünü, ekonomilerine çeki düzen vermek için aldıkları dış borçların azalmak yerine katlanarak arttığını ve kalıcı hale geldiğini görmüşlerdir.

Yapısal uyum programları, yoksul ülkelerin yoksul kitlelerinin ekonomik yükünü daha da artırmaya yöneldiğinden, bu programları uygulayan ülkelerde (yani dünya ülkelerinin büyük bir çoğunluğunda) köklü siyasal değişiklikler gerektirmiştir. Nüfusun büyük bölümü için sevimsiz ekonomi politikalarının uygulanabilmesi, yönetimlerin giderek daha baskıcı ve otoriter hale gelmesi ve birçok az gelişmiş ülkede, iktidarın açık ya da yarı açık askeri kliklerin eline geçmesiyle sonuçlanmıştır.

Yapısal uyum programlarının, dünya ölçeğinde yoksul ülkelerin genel yoksulluğunun daha da artmasına, yoksul ülkelerin orta ve özellikle alt sınıflarının eskisinden daha da yoksullaşmasına yol açtığı bilinmektedir. Ancak, pek bilinmeyen ya da değinilmeyen, YUP’un olumsuz etkilerinin yoksul kesimin kadınları ve erkekleri arasında da eşit olarak paylaşılmadığı, ekonomik kriz ve ardından uygulanan yapısal uyum programlarının olumsuz etkileriyle başa çıkma çabası içindeki kadınların çifte yükünün daha da ağırlaşmış olduğudur. Kamu hizmetlerinin kesildiği, işçi haklarının kısıtlandığı, sendikaların faaliyetlerinin sınırlandığı ve ücretlerin ve sosyal hakların artırılması yönündeki taleplerin bastırıldığı bir ortamda, yaşam mücadelesi, yoksul hanelerde çoğunlukla kadınlar tarafından verilmiştir. İronik olarak, mücadelenin, hanelerin sınırları içinde hapsolmuş olarak bu “özelleşmesi” (Beneria, 1992), yapısal uyum programlarının uygulanmasını daha da mümkün kılmıştır. Bu yazıda, kadınların, kapitalizmin ulaştığı bu yeni aşamada sınıfsal konumlarının yanı sıra salt cinsiyetleri nedeniyle uğradığı özel sömürü ele alınmaktadır. Üçüncü dünya ülkelerindeki “yoksulların en yoksulu” kadınların yapısal uyum politikalarından neden ve nasıl en çok etkilenen kesim oldukları ve ailelerini ekonomik krizden sağ salim çıkarmak için geliştirdikleri yaşam stratejileri, Afrika, Latin Amerika ve Karaibler’de yapılmış araştırmalardan örnekler vererek açıklanmaya çalışılacak. 1980’de bu sürece giren Türkiye’den verilecek örnekler de eklendiğinde, yapısal uyum programlarının dünyanın çok farklı köşelerinde bulunan ülkelerde, kadınlar açısından nasıl benzer olumsuz sonuçlar doğurduğu, bu programların toplumsal cinsiyet açısından tarafsız olmadığı görülecek.

1- Yapısal Uyum Politikalarının Kadınlar Üzerindeki Etkileri

Genel olarak ekonomik krizler ve özelde yapısal uyum politikalarının (YUP) yükünün kadınların omuzlarına binmesine karşın, makro-ekonomik politikalarda toplumsal cinsiyet ve cinsiyete dayalı işbölümünden söz edilmez. Makro-ekonomik politikalar genel olarak toplumsal cinsiyet açısından tarafsızmış gibi görünür. Bu politikalarda gayri safi milli hasıla, ihracat, ithalat, ödemeler dengesi, verimlilik vs. üzerinde durulur. Kadınların yaptığı; çocukların büyütülmesi, yemek pişirme, ev temizliği, hasta ve yaşlılara bakılması gibi işlerin ise hiçbiri ekonomik göstergelerde yer almaz. Bu açıdan, aslında bu “toplumsal cinsiyet açısından tarafsız’’ görünen politika, politika oluşturulması ve analizi sürecinde, toplumsal cinsiyet açısından derin bir taraf tutar (Elson, 1991; Nain, 1997). Antrobus’a göre, yapısal uyum politikaları “kadınları göz önüne almada bir başarısızlık gösterir… Bu politikalar aslında kadınların zamanını, iş gücünü ve cinselliğini sömürücü bir toplumsal cinsiyet ideolojisi temeli üzerine oturmuştur’’ (Antrobus, 1990; 2). Antrobus, ekonomik sistemin, sermaye birikimi sürecinde kadının yeniden üretimdeki rolünün sömürülmesine dayandığını belirtir ve krizlerin kadınlar üzerindeki etkisinin analizinin “biyolojik ve toplumsal yeniden üretimde, geçim için yapılan tarımda ve cemiyet organizasyonunda, kadının karşılığı ödenmemiş emeği yoluyla elde edilen artı değere el konulması; formel ekonomik sektörde, kadınların yaptığı işin değerinin altında değerlendirilmesi ve yedek iş gücü olarak kullanılmalarının, nasıl bu sürecin daha da güçlenmesine yardım ettiğini’’ ortaya çıkardığını öne sürer (Antrobus, 1990; 1-2).

Kapitalist sistemin itici gücü karların maksimize edilmesi olduğu ve bu maliyetlerin azaltılmasıyla başarılabileceği için, Antrobus’a göre “Hamilelik izni, çocuk bakımı, sosyal güvenlik gibi haklarda indirimler, başarı formülünün bir parçasıdır’’ (Antrobus, 1990; 3).

Makro-ekonomik politikalar, kadınların yeniden üretimdeki rollerinin, yani çocukların ve emek gücü üyelerinin bakımının, kadınların ücretsiz emeğiyle sağlandığını ve bu rolün, kaynakların nasıl tahsis edildiği göz önüne alınmaksızın süreceğini varsayar. Ancak, Elson’un belirttiği gibi, “kadınların karşılığı ödenmemiş emeği sonuna kadar elastik değildir ve bir kırılma noktasına varılarak kadınların yeniden üretme ve insan kaynaklarını sürdürme kapasitesi çökebilir. Bu kırılma noktasına varılmasa bile, makro ekonomik politikanın amaçlarına ulaşmadaki başarısı, pek çok kadının daha uzun süreler ve daha çok çalışması pahasına elde edilebilir’’ (Elson, 1991; 40). Bu çalışma ve harcanan zaman, karşılığı ödenmediği için mali istatistiklerde görünmez ancak kadınlara olan maliyeti, onların sağlık ve kötü beslenmelerine ilişkin istatistiklerde eninde sonunda ortaya çıkar.

Yapısal uyum politikalarını uygulayan çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalar (Moser, 1989; Beneria, 1992; Safa&Antrobus, 1992) bu politikaların, kadınların kötüleşen yaşam koşulları pahasına ve onların krizden sağ salim çıkma konusunda gösterdikleri olağanüstü çabalara bağlı olarak uygulanabildiklerini göstermektedir. Yapısal uyum politikalarının olumsuz etkileri toplum üyeleri arasında eşit olarak dağıtılmamaktadır; yani bu politikalar “toplumsal cinsiyet açısından tarafsız’’ değildir. Sen ve Grow’un belirttiği gibi, sistemi etkileyen krizlere getirilen çözümler, özellikle borçlu üçüncü dünya ülkelerinde temel bir yeniden üretim krizi yaratmaktadır. Hane halkının temel ihtiyaçlarının karşılanmasından sorumlu oldukları için, kadınlar hem üreticiler, hem de, bu ihtiyaçların tüketicileri olarak krizden olumsuz etkilenmektedirler (Sen&Grown, 1987).

Yapısal uyum politikalarının kadınlar üzerindeki olumsuz etkileri şöyle sınıflandırılabilir:

YUP kadın işsizliğini artırmış ve çalışma koşullarını kötüleştirmiştir: Üçüncü dünya ülkelerinin ithal ikameci modeli bırakarak, ihracata yönelik ekonomik politikaları benimsemeleriyle, iç pazar için üretim yapan küçük ve orta ölçekteki işletmelerde kadın istihdamı azaldı. Bu stratejinin bir parçası olarak çok uluslu şirketlerin yatırımları, kadınlar için yeni fırsatlar sunsa da -özellikle genç ve evli olmayan kadınlar için- bu kadınlar bu şirketlerde çok düşük ücretlerle, hiçbir sosyal güvenlik hakkına sahip olmaksızın ve (çok uluslu şirketlerde işçilerin sık sık değiştirilmesi politikası izlendiği ve maliyetlerin yükselmesiyle fabrikalarını daha iyi koşullar sunan ülkelere kaydırdıkları için) her an kovulma korkusuyla çalışmak durumunda kalmışlardır. Kadınları işsizlik ve çalışma koşullarının kötüleşmesi açısından olumsuz etkileyen bir başka faktör de kamu sektörü yatırımları ile eğitim ve sağlık gibi kamu harcamalarının kısılmasıdır. Gerek gelişmiş, gerekse az gelişmiş ülkelerde kadınlar genel olarak kamu sektöründe, özel olarak da -düşük pozisyonlarda olsalar da-sağlık ve eğitim sektöründe yoğunlaşmışlardır. Dolayısıyla, bu sektörlerde yatırımların azalması kadınlar açısından istihdam olanaklarının sınırlanması anlamına gelmektedir.  

Kadınlar istikrarlı olmayan enformel sektörde çalışmak zorunda kalmışlardır: Ekonomik kriz ve istikrar tedbirleri sonucu işsizliğin artması ve yaşam koşullarının kötüleşmesi, özellikle alt sınıf kadınları enformel sektörde iş aramaya itmiştir. Bunun sonucu olarak hizmetçilik, işportacılık, eve parça başı iş alma gibi alanlarda çalışan kalifiye olmayan kadın işçi sayısında artış görülmüştür. Ancak enformal sektörde çalışmak, hiçbir sosyal güvenliği olmaksızın ve çok düşük kazançla çalışmak anlamına gelmektedir. Böylece, krizden önce çalışmayan kadınlar, ev işleriyle birlikte sorumluluklarını ikiye katlayarak emek pazarına girerlerken, krizden önce çalışanlar ailenin iki yakasını bir araya getirmek için daha uzun saatler çalışmak durumunda kalmışlardır.

Pazar için üretim kadın çiftçilere yarar sağlamamıştır: Yapısal uyum politikalarının bir parçası olarak özellikle tarım sektörüne bağımlı borçlu ülkelere, pazara/ihracata dayalı üretime yönelerek, ihracat gelirlerini artırmaları önerilir. Serbest piyasa ekonomisinin uygulanmasıyla birlikte fiyatların serbest bırakılması ürünlerin pazar fiyatlarını artırsa da, bu artışın kadın çiftçilere yarar sağlamadığı görülmüştür. Bunun ilk nedeni, pazar için üretilen ürünlerin yükselen fiyatlarının, tüketici mallarının fiyatlarındaki artış ve devalüasyonun ithal edilen tarımsal girdi fiyatlarını artırmasıyla silinmesidir. İkinci olarak, tarımsal sübvansiyonların kaldırılmasının yanısıra kadınların kredi almakta zorlanmaları, onların geniş alanlarda tarım yapmalarını engellemiştir. Üçüncüsü, kadınların genellikle aile içi tüketim için üretim yapmaları nedeniyle, gelirine erkeklerin el koyduğu pazar ürünlerinin fiyatlarının artması kadınlara yarar sağlamamıştır. Diğer taraftan, mevsimsel değişiklikler yüzünden, büyük çiftliklerde ücretli tarım işçisi olarak çalışmak da, kadınlara istikrarlı bir istihdam sağlamaz.

Yapısal uyum politikaları kadınları kamu hizmetlerinin kullanıcıları olarak olumsuz etkilemiştir: Sağlık, eğitim, toplu konut, ulaşım gibi alanlarda kamu harcamalarının kısılması, kadınları bu hizmetleri kullananlar olarak olumsuz etkilemiştir. Kadınlar hane içinde, aile üyelerinin bakımının yanısıra yemek pişirme, temizlik, alış-veriş gibi işlerden sorumludurlar. Bu nedenle, kamu sağlık hizmetlerindeki azalma ya da bu hizmetlerin paralı hale getirilmesi sonucu, hastaların bakımı artan bir şekilde evde kadınlar tarafından yapılmaya başlanmıştır. İkinci olarak, bazı gıda ürünlerindeki sübvansiyonlar kaldırıldığında, daha ucuz gıda maddeleri satın almak için uzun kuyruklara girenler yine kadınlar olmuş ya da artan ulaşım fiyatları, kadınları alış-veriş ya da başka işler için görece kısa mesafeleri yürümek zorunda bırakmıştır. Bütün bunlar, kadınların iş yükünün iki kat artması anlamına gelir. Üçüncü olarak, ikincil statüleri ve evdeki yeniden üretim rolleri yüzünden, eğitim maliyetlerindeki artış nedeniyle çocuklarından yalnızca bir bölümünü okula göndermek durumunda olan ailelerin önceliği oğlanlara vermesiyle, eğitim hizmetlerinden daha az yararlanmak durumunda kalmışlardır. Annelerinin dışarıda çalışmaya başlamasıyla da, ev işlerine yardım etmeleri için okuldan alınan yine kız çocukları olmuştur. Uzun dönemde bunların anlamı, kadınların profesyonel ve kalifiye iş olanaklarının azalmasıdır.

Yapısal uyum politikaları yüzünden kadınların sağlık durumu kötüleşmektedir: Yapılan çeşitli çalışmalar (Turshen, 1994; Owoh, 1995) tüm bu olumsuz koşulların etkisinin kadın sağlığı üzerinde görülebileceğini ortaya koymuştur. Geleneksel olarak, beslenmede önceliğin ailenin erkek üyelerine verilmesi nedeniyle, hane gelirinin azalması, kadının eve giren yiyecekten daha az pay alması anlamına gelir. Bunun olumsuz etkisi ise kadınlarda kansızlık gibi sağlık sorunlarının ortaya çıkmasında görülmüştür. Sağlıksız bir kadının doğurduğu çocuğun da sağlık sorunlarının olması doğaldır. Diğer taraftan, kısmen, doğurma kapasitesine sahip olmaları nedeniyle sağlık hizmetlerine erkeklerden daha fazla ihtiyaç duydukları için, istikrar tedbirleri yüzünden sağlığa ayrılan bütçenin kısılması ve sağlık hizmetlerinin fiyatlarının artması, özellikle alt sınıftan kadınların sağlık durumlarının daha da kötüleşmesine yol açmıştır.

Yapısal uyum politikaları militarizasyon ve kadına uygulanan şiddeti artırmıştır: Militarizasyon ve bunun sonucu kadına uygulanan şiddetin artması, yapısal uyum politikaları ve yeni dünya düzeni sonucu yaygınlaşan bir olgudur. Üçüncü dünyada askeri yönetimlerin sayısının artmasının arkasındaki mantığın, yapısal uyum politikaları yüzünden kötüleşen yaşam koşulları nedeniyle ortaya çıkabilecek iç ayaklanmaları bastırmak olduğu öne sürülmektedir. Yine sık sık, otoriter rejimler olmaksızın bu istikrar tedbirlerini uygulamanın zor olacağı ifade edilir. Enloe, “uluslararası alanda rekabet edebilir olmak için artan ihtiyacın, üçüncü dünya hükümetlerini, geleneksel sınıf ve toplumsal cinsiyet-sosyal düzen yapılarının ve ideolojilerinin büyüyen çelişkiler ve çatışmaları artık sınırlayamaması halinde, toplumsal disiplini daha fazla askerileşmeyle güçlendirmeye yönelten temel unsur olduğunu’’ belirtir (Enloe, 1983; 410). Militarizasyon kadını çeşitli yönlerde etkiler; ilk olarak, “askeri rejimler sık sık, kadının yerini evinde gören ‘maço’ bir ideoloji benimserler’’ (Sen&Grown, 1987; 73) ve bu ideolojinin yayılması, bu rejimlere kreşler gibi çocuk bakım hizmetlerinin, annelik izninin ve kadınlara yönelik diğer hakların kısılması olanağı verir. İkinci olarak, istikrar tedbirlerine karşı ortaya çıkabilecek iç ayaklanmaları bastırmak için hükümetler askeri harcamalarını artırmak durumundadırlar ve bu yüzden bütçeden askeri harcamaya daha fazla pay ayırmak, kadınların yaşam koşullarını doğrudan etkileyen sosyal harcamaların daha da kesilmesi anlamına gelir. 1980’de üçüncü dünya ülkelerinin 117 milyar dolarlık askeri harcama yaptıkları, eğitime 105 milyar, sağlığa ise sadece 41 milyar dolar ayırdıkları tahmin edilmektedir (Sen&Grown, 1987). Üçüncü olarak, iç ayaklanmaların bastırılması sırasında, askeri rejimlerin diğer baskı yöntemlerinin yanısıra kadın mahkumlara tecavüz ve cinsel taciz türünden şiddeti artırdıklarına yaygın olarak tanık olunmaktadır (Sen&Grown, 1987).

Çeşitli araştırmalar (Beneria, 1992; Moser, 1989), ekonomik kriz dönemlerinde kadınlara evde uygulanan şiddetin de arttığını göstermektedir. Üçüncü dünyanın geleneksel toplumlarında, kadınların emek pazarına çıkması ve geçim sağlamadaki zorlukların, aile içinde huzursuzluğa yol açtığı görülmüştür. Bu da, dayak gibi yöntemlerle kocaların karılarına karşı şiddet uygulamalarını artırmıştır.

Tüm bunlar, yapısal uyum politikalarını empoze edenlerin temel argümanları olan devletin küçültülmesinin, kadınların yararına olmadığını göstermektedir. Kamu hizmetlerine daha çok ihtiyaç duymaları nedeniyle kadınların devletin rolünün azalmasından çıkarları yoktur. Sağlık ve çocuk bakım evleri, çocuk bahçeleri, huzurevleri, kamu ulaşımı, elektrik ve su hizmetlerinin tümü, kadının yükünü azaltan hizmetlerdir. Devletin bu alanlardan çekilmesi, bunların özel sektöre bırakılması demektir ve özel sektörün koyduğu yüksek fiyatları da değil alt sınıf, orta sınıf kadınların bile karşılaması güçtür.

2 – Afrika’da Yapısal Uyum Politikaları ve Kadınlar

2.1 – Afrika’da Üretim ve Yeniden Üretim Yapısı

Yapısal uyum politikalarının Afrika’daki kadınlar üzerindeki etkisini incelerken, burası kentleşmenin en az olduğu ve nüfusun çoğunluğunun kırlarda yaşadığı bir kıta olduğu için, daha çok kırsal kesim üzerinde duracağız. YUP’un Afrika’daki çiftçilere yarar sağlamadığı ve bu politikaların etkisinin, tarımsal işgücünün yüzde 46’sını oluşturan ve geçim için üretimin yüzde 60’dan fazlasını sağlayan kadınlar üzerindeki etkisinin çok daha fazla olduğu belirtilmektedir. YUP çiftçilere özellikle de kadın çiftçilere yarar sağlamaz, çünkü bu politikalar, Afrika’nın özel üretim ve yeniden üretim yapısını ve iktidar ilişkilerini (örneğin hane içinde ve köydeki ataerkil ilişkileri) göz önüne almaz. (Gladwin, 1993; Geisler&Hansen, 1994). Çünkü, kimlerin kaynaklara, sermayeye, krediye ulaşabileceğini, kimlerin ürün ve gelir üzerinde kontrolü olduğunu bu ilişkiler belirler. Pek çok Afrika ülkesinde kadınların toprak üzerinde karar yetkisi ve gübre, kredi ya da iş gücü gibi tarım girdilerine doğrudan ulaşma olanağı yoktur. Kadınlar geçim için üretim yapmalarına karşın, kendi adlarına pazar için üretim yapma hakkına sahip değillerdir.

Afrika halkının geleneksel olarak toprakla güçlü bir bağı vardır ve toprak üzerindeki haklar komünal olarak düzenlenmiştir. Toprakla bağı kişinin “doğumdan gelen hakkı’’ olarak kabul edilir. “Modernleşme’’nin yayılmasıyla törpülense de, toprak sahipliği üzerindeki komünal ilişkiler ve geniş aile hala geçerlidir. Bu üretim ve yeniden üretim yapısı, toprak üzerindeki hak ve geniş ailenin desteği, topluluk üyelerinin işsizlik ve açlık gibi çeşitli ekonomik ve toplumsal zorluklardan korunması anlamına gelmektedir.

Caffentzis’e göre, “Borç krizi ile IMF/DB politikaları ve programları, Afrika toprağını ve halkın cinselliğini, artan bir şekilde uluslararası sermayenin eline vermiştir’’ (Caffentzis, 1995; 26). Ekonomik kriz ve YUP ile birlikte, toprağa yabancıların sahip olabilmesine ve toprak imtiyazının özelleştirilmesine izin verilmesiyle, toprak politikaları değişti. Aslında, borç krizi sözde “toprak sorunu’’nun çözülmesini başlatmadı, ancak, bunu hızlandırdı. Sömürgecilik, bol miktardaki verimli tarım alanlarını erkeklere tahsis ederek toprağın eski kullanım biçimlerini değiştirdi. Sömürge yöneticileri, kadınları pazar için üretimden dışladılar, erkeklere modern teknikleri öğrettiler ve üretim seviyesini yükseltmelerine olanak sağlayan modern makinelere ulaşabilmelerini sağladılar. Meena’ya göre, “Bu süreç sonucunda, kadınların özellikle geçim için üretimdeki üretici-yaratıcı emeğinin değeri, kapitalist üretim ilişkileri tarafından düşürüldü… ve ihracat için üretim konusunda artan eğilim, kadınların ve çocukların beslenme durumlarını etkiledi’’ (Mlay et al. 1996; 129, içinde). Dolayısıyla sömürge yönetimleri, kadınların toprakla ilişkilerini garanti altına alan sorumluluk ve yükümlülük ilkeleri temeline dayalı yerli toprak imtiyazı pratiklerinin önemini anlamada yetersiz kaldılar. Bu süreç, YUP’un benimsenmesiyle hızlandı ve büyük miktarlardaki toprağa, IMF/DB sponsorluğundaki projelerle, örneğin Zambiya, Sudan, Mali, Senegal, Nijer ve Nijerya gibi ülkelerde, devlet yetkilileri, uluslararası kurumlar ve yabancı çıkarlar tarafından el konuldu. Çünkü, toprağın komünal kullanımına dayalı Afrika tarım yapısı var olduğu sürece, Afrika ülkeleri uluslararası sermaye açısında çekici olmayacaktı (Caffentzis, 1995). Toprak istimlakı ve özelleştirme sınıf yapısını da değiştirdi; kendi topraklarında çalışan, ya da devlet çiftliklerinde kiracı olan ya da özel çiftliklerde işçi olarak çalışan bir yarı proleter sınıf ile bir toprak burjuvazisi sınıfı ortaya çıktı. Bu, Afrika ülkelerinde sermaye transferi için uygun koşulları yaratan bir değişiklikti. YUP’a göre, Afrika’nın büyük kapitalist çiftliklerinde ihracata yönelik üretim yapılmalıydı. Böylece, Afrika’dan sanayileşmiş ülkelere kaynak transferi sağlanabilirdi, Caffentsiz’in deyimiyle, ilkel birikimin üçüncü aşaması gerçekleştirilebilirdi.

Yapısal uyum politikaları Afrikalı çiftçileri, özellikle de kadınları geçim için üretimden mahrum ederek ve nüfus kontrolü uygulayarak, Afrika’daki yeniden üretim yapısını da değiştirdi. Dünya Bankası’nın 1993’de yayınladığı sağlık politikası raporunda, nüfus kontrolünün banka tarafından sürdürülebilir kalkınmanın temeli olarak ele alındığı görülür (Turshen, 1994). Afrika nüfusu ve aile yapısı, hem bu nüfusun uluslararası sermaye açısından yeterince üretici olmadığı düşünüldüğü, hem de nüfus artışı YUP’un sınırlamaya çalıştığı iç tüketimi artıracağı için, kapitalist yatırımların önünde engel olarak görülmektedir. Federici’ye göre, sözde “nüfus tehdidi’’ ideolojik bir araç olarak kullanılmaktadır; Dünya Bankası, uluslararası faiz oranları, tarım ürünleri fiyatlarındaki düşüş gibi dış faktörleri göz önüne almaksızın, Nijerya’daki nüfus artışını ekonomik krizin temel nedeni olarak kabul etmiştir. Sözde “nüfus tehdidi’’ ideolojiktir çünkü, nüfus kontrolü ile amaçlanan iç talebi düşürmek ve insanların topraklarından ve dolayısıyla geçim araçlarından yoksun kılınması sonucu ortaya çıkabilecek muhtemel bir ayaklanmayı önlemektir (Federici, 1995).

Bununla birlikte, Gregory ve Pitche, Afrika’daki yüksek “doğurganlık oranının’’ azgelişmişliğin yarattığı koşullarla başa çıkmak için insanlar tarafından geliştirilmiş bir “yaşam stratejisi’’ bir “savunma mekanizması’’ olduğunu belirtir (Federici, 1995 içinde). Afrikalı aileler doğum kontrolünü, bunlardan habersiz oldukları için değil, ailenin geçimini sağlamak için ücretli ve ücretsiz sektörlere iş gücü sağlamak amacıyla çok sayıda çocuk yapmayı tercih ettikleri için uygulamazlar (Federici, 1995). Hane halkının yaşamı için temel olan geçim için üretimi tehlikeye atacağı için, düşük doğurganlık oranı yoksullaşma ve kıtlık anlamına gelir. Yapısal uyum politikaları, Afrika’da toprağın kıt olduğunu varsayar. Oysa, Turshen ve Dennis’in belirttiği gibi, gerçekte Afrika’da kıt olan iş gücüdür ve tarım işinin çoğunu yapan kadınlar, geçim için üretim yaparlarken çocuklarının iş gücünden faydalanırlar (Turshen, 1994; Dennis, 1991).

Ancak, ekonomik krizler ve YUP’un olumsuz ekonomik etkileri, Afrika hükümetlerini doğum kontrol programları uygulamaya zorlamak için meşruiyet sağlamıştır (Caffentzis, 1995). Caffentzis’e göre, Afrika’da 1980’lerde görülen kıtlık, doğal felaketler sonucu meydana gelmemiştir. Bunlar, “Sahra Altı Afrikası’nda kıtlık ve savaşları daha muhtemel hale getiren YUP’un getirdiği politikalar sonucu ortaya çıkmıştır. Çünkü, ihracat için üretimin getirilmesi, geçim için üretimde kullanılacak toprak miktarını azaltır ve yerel olarak üretilmiş gıda maddelerinin bile fiyatlarını artırır’’ (Caffentzis, 1995; 32). Verimli toprakları pazar ve ihracat için üretime ayırmak ve geçim seviyesinin altında ücret vermek kıtlık ve iç savaşları teşvik eder. Kıtlık, iç savaşlar ve YUP yüzünden sağlık hizmetlerinin azalması sonucu ortaya çıkan salgın hastalıklar, nüfus artışının Maltusgil kontrolüdür (Caffentzis, 1995; Federici, 1995). Afrika’da yaygın olarak uygulanan kadın sünnetiyle mücadele etmemenin de, Batı açısından bir çeşit doğum kontrol yöntemi olduğu öne sürülmektedir.

2.2 – YUP’un Afrikalı Kadınlar Üzerindeki Olumsuz Etkileri

 

Ekonomik krizler ve yapısal uyum politikalarıyla birlikte üretimin yeniden yapılandırılmasından toplumda en fazla etkilenen grup kadınlar olmuşlardır. Michel’in belirttiği gibi, “Bu programlarda her şey, sanki yapısal uyum kadın hakları ve kadınların refahını hedef alıyormuşcasına planlanmış gibidir’’ (Mitchel, 1995; 65). Afrika’da kadınlar tarım sektöründe yoğunlaştıkları için (Afrika’da çalışan kadınların yüzde 80’i çiftçidir) ihracata dönük tarım politikası, iç tüketim için kullanılacak toprak miktarını azaltmış ve ihracata dönük makineleşmiş üretimde erkeklerin istihdam edilmesi tercih edildiği için, ya kadınlara toprak hakkı verilmemiş ya da evlerinden çok uzak topraklar tahsis edilmiştir.

İkinci olarak, daha önce de söz edildiği gibi, YUP fiyatların belirlenmesini pazarın gücüne bırakır. Ancak, fiyatların serbest bırakılması sonucu tarım ürünleri fiyatlarındaki artış Afrika’daki kadın çiftçilere yarar sağlamamıştır çünkü, geleneksel olarak kadınlara pazar için üretim hakkı verilmez. Diğer taraftan, gübre sübvansiyonlarının kaldırılması ve girdi fiyatlarındaki artış, kadınların geçim için üretim yapmalarını daha pahalı hale getirir. Örneğin Zambia’da, mısırın fiyatı YUP’un uygulanmaya başlanmasından sonra yüzde 142 oranında artmasına karşın, çiftçiler için gerçek fiyatlar, girdiler pahalandığı için yalnızca yüzde 6 artmıştır (Elson, 1991). Gladwin’in Malavi’de yaptığı araştırma, kredinin gübre sübvansiyonlarının kaldırılmasına bir alternatif olmadığını göstermiştir çünkü, kadınlar borçları ödeyememe riskini almak ve geçim için ürettikleri ürünleri borç ödemek için satmak istememektedir. Bunun yerine, artan ürünü kıtlık zamanları için saklamayı tercih etmektedirler (Gladwin, 1993). Tanzanya’da, traktör kiralama türünden girdilerin maliyetinin artması yüzünden, kadınlar çapa gibi verimliliği düşük ve yıpratıcı ilkel aletleri ve yöntemleri kullanmaktadırlar (Mlay, et al. 1996). Ulaşım fiyatlarındaki artış da kadınları olumsuz etkilemiştir. Tanzanya’daki Mwaza bölgesinde, pamuğu taşımak için genellikle bisiklet ve kağnılar kullanılmaktadır ancak artan fiyatlar yüzünden özellikle kadınlar artık bu tür taşıma araçlarını bile kullanamamaktadırlar. Tanzanya’nın Makate bölgesinde, 1986-1987’de erkekler kadınların taşımacılık için harcadıkları zamanın yalnızca yüzde 25’ine katkıda bulunmuşlar ve yük taşıma işinin yalnızca yüzde 11’ini yapmışlardı (Mlay, et al. 1996).

Kadınların artan pazar fiyatlarından faydalanamamalarının bir diğer nedeni, YUP’un sağlık, eğitim ve su tahsisi gibi kamu hizmetlerinde kesinti yapması yüzünden, kadınların iş yükünün artması ve pazar için üretime ayıracak zamanlarının kalmamasıdır. Kadınlar, aile üyelerinin bakımı ve geçimi için daha çok çalışmak durumunda kalmışlardır.

Toprağın istimlakı ve pazar için üretimde üretici fiyatlarının artması, kadınların iş yüklerini artırmanın yanısıra, beslenme durumlarını da kötüleştirmiştir. Geçim için üretimden sorumlu Afrikalı kadınlar, pazar fiyatlarının artmasıyla kocalarının tarlalarında daha çok çalışmaya başlamışlardır. Örneğin Tanzanya’nın Mwaza bölgesinde kadınların artan pazar fiyatları yüzünden kocalarının pamuk tarlalarında daha fazla çalışmaya zorlanmaları ve kendi sebze tarlalarına daha az zaman ayırabilmelerinden, kadınların ve ailelerinin beslenme durumları olumsuz etkilenmiştir (Gladwin, 1993; Mlay, et al. 1996).

Kadınların iş yükü ve yoksulluğunu artıran bir başka unsur da, toprak istimlakı ile pazar ürünlerinin girdi ve ulaşım fiyatlarının artması sonucu erkeklerin ücretli iş aramak için kentlere göçmeleridir. Bu nedenle pek çok kadın aile reisliği sorumluluğunu üzerine almak durumunda kalmıştır. Kadınların aile reisi oldukları hanelerin sayısı, tropikal Afrika’daki pek çok ülkenin kırsal ve kentsel hanelerinin yüzde 25-35’ini oluşturmaktadır (Gladwin, 1993). Erkeklerin yokluğu, emek yoğun tarımsal üretim için iş gücünün azalması anlamına gelmektedir ki, bu da sonuçta aile gelirinin düşüşüne yol açar.

Formel istihdam fırsatları, işlerini koruma olasılıkları azaldığı, sosyal hizmetler ve tüketici fiyatları arttığı, gıda sübvansiyonları kaldırıldığı için, yapısal uyum politikaları kentli yoksul kadınları da erkeklere oranla çok daha fazla etkilemiştir. Yaşam maliyetinin artışı, erkeklerin ücretli iş bulmada ya da işlerini korumada karşılaştıkları güçlükler, yoksul kadınları aile gelirine katkı için enformel sektörde iş aramaya itmiştir. Ancak, örneğin Nijerya’da, kadınların temel geçim kaynağı olan ticaret; harç konulması, bölge düzenlemelerinin getirilmesi ve hükümet kontrolündeki süpermarketlerin açılması yönündeki eğilimle, hükümetin saldırısıyla karşılaşmıştır (Federici, 1995). Gana’nın Akra ve Kumasi kent merkezlerinde pazar ticareti yapan 209 kişi arasında, 1989’da yapılan bir araştırmada, YUP’un ticaret ve para liberalizasyonu tedbirlerinin, önemli bir bölümünü kadınların oluşturduğu küçük ölçekli ticaret yapanları olumsuz etkilediği ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, artan fiyatlar ve ücretlerin dondurulması, tüketim seviyesinin düşmesine dolayısıyla da bu küçük tüccarların malları için olan talebin azalmasına yol açmıştır. Dennis, Nijerya’daki geleneksel olarak ticarette önemli rol oynayan Yoruba kadınlarının, yapısal uyum politikalarının getirilmesi sonucu enformel sektördeki fırsatların azalmasıyla, bir “kariyer’’ oluşturma fırsatlarının nasıl ortadan kalktığı anlatır. “Bir ‘kariyer’ oluşturmanın unsurları, bu koşullar altında yaşam stratejisinin gerekli unsurları haline gelmiştir. Hane halkı geçimini sağlamaya zorlandığında, kadınların gelir sağlayacakları kaynaklara ulaşması olanaksız hale geldiğinde, böyle bir kariyerin temelinin ortadan kalkması ve kadınların aile emekçileri olmaları doğaldır’’ (Dennis, 1991; 101).

YUP’un 1991’de uygulanmaya başlandığı Zimbabve’de de, kadınların gelir sağlama faaliyetleri azaldı. Harare, Kambuzuma’da 1991’de 120 hane arasında yapılan bir araştırmada, sebze-meyve ticaretiyle uğraşan kadınların artık kar edemedikleri için bu faaliyeti bıraktıkları saptandı. Buna neden olarak da, merkezi pazardan alım fiyatlarının yükselmesi ve yerel müşterilerin sayısının azalması gösterildi. Dantel ve yün ören kadınlar da artık ürünlerini daha az kişinin satın almasından yakındılar. Yine de kadınlar, daha uzun saatler çalışma pahasına da olsa, bu tür enformal faaliyetlerini sürdürmeye devam ettiler (Kanji&Jazdowska, 1993). Örneğin Zambiya’da, karları erkeklerinden daha düşük olmasına karşın, Lusaka’da kurutulmuş balık, sebze-meyve satıcılığı gibi küçük ölçekli ticaretle uğraşan kadınların oranı arttı. Yapısal uyum politikalarının getirdiği zorluklarla karşılaşan kadınlar, azalan aile gelirine katkıda bulunmak için ticarette yeni yollar bulmaya çalıştılar. İhracat ve döviz alım-satımının serbestleşmesiyle, Tanzanya’dan kullanılmış giysi ve diğer malları satın alarak, bunları Zambiya’da sattılar. YUP’un uygulanmaya başlanmasından sonra, kullanılmış ithal mallarının satılması Lusaka’da ticaretin önemli bir bölümü oluşturdu (Geisler& Hansen, 1994). 1987-1988’de Dar üs Selam’da yapılan bir araştırmada Tripp, araştırmaya katılan kadınların yüzde 70’inin, kent çevresindeki topraklarda, ailelerinin tüketimi için sebze, meyve, mısır ve pirinç ektiklerini saptadı. Bazı kadın ve çocukların, ekonomik krizin güçlüklerini azaltmak için, hasat zamanlarında köylerine gittikleri görüldü (Tripp, 1992).

2.3 YUP’un Afrika’da Kadın Sağlığı Üzerindeki Olumsuz Etkileri

Yapısal uyum politikaları eğitim, sağlık, çocuk bakım merkezleri, bakıma ihtiyacı olanlar için kamu hizmetlerinin kesilmesini ve bunların paralı olmasını gerektirir. Bu hizmetlerin kesilmesi ve paralı olması ise toplumun en yoksul kesimini oluşturmaları, erkeklerden daha çok kırsal alanlarda yaşamaları, doğurma yeteneklerinden gelen biyolojileri ve geleneksel olarak çocuk, yaşlı ve hastaların bakımını üstlenmeleri nedeniyle Afrikalı kadınları daha çok etkilemiştir.

Dünya Bankası, Afrika hükümetlerinin sağlık hizmetlerini finanse etmede yetersiz kalmalarını hızlı nüfus artışına bağlamış ve bu alanda özelleştirme ve devlet sağlık hizmetlerinin paralı olmasını önermiştir. Bunun altında yatan fikir, tedavi edici sağlık hizmetleri ve ilaçlar için zenginlerin para ödemesini sağlayarak, hükümetlerin buradan sağlayacakları geliri yoksulların sağlık hizmetleri için harcamalarıdır. Özel sağlık sigortasının geliştirilmesi, özel hastane ve kliniklerin açılması, planlamanın ademi-merkezileştirilmesi de Dünya Bankası’nın önerileri arasındadır (Turshen, 1994). Bankanın bir diğer önerisi de, kamu sektörünün önleyici sağlık hizmetlerini yerine getirmesi, tedavi edici hizmetlerin ise özel sektöre bırakılmasıdır (Owoh, 1995).

Ancak bankanın bu önerileri geneldir ve Afrika toplumlarının ihtiyaçlarına cevap veremez. Turshen, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin mantıklı olmadığını çünkü Sahra Altı Afrikası’nda hükümetlerin sağlık hizmetlerine bütçeden ayırdığı payın Avrupa’ya oranla çok düşük olduğunu belirtir. Diğer taraftan banka, sağlık hizmetlerini özel sektörün yerine getirmesini istemekle, coğrafi açıdan ve toplumsal sınıflar açısından dağılım sorununu gözardı eder çünkü, özel sağlık hizmetleri kentsel alanlarda yoğunlaşmıştır (Owoh, 1995).

Turshen, sağlık sistemlerinin ademi-merkezi-leştirilmesinin, yoksul insanların yaşadığı bölgeler daha düşük sağlık hizmetleri sağlayabileceği için eşitsizlikleri artıracağını ve bölgeler arasında eşitsiz gelişime yol açacağını belirtir (Turshen, 1994). Dünya Bankası’nın genel önerileri Afrika’da uygulanamaz çünkü burada sağlık kuruluşları ve personeli azdır ve hastalık oranı, özellikle salgın hastalıklar, yüksektir. Özel sağlık programlarının sağlık hizmetlerinin fiyatlarını artırdığı Dünya Bankası’nca da kabul edilmiştir ve bu tür programların Afrika’da uygulanması yoksullar için sağlık hizmetlerini daha pahalı kılar. Owoh, sağlık hizmetinin iki unsurunu (önleyici ve tedavi edici) iki farklı sektöre vermenin tehlikesine işaret eder ve bu yaklaşımın kapsamlı bir bakım için gerekli olan önleyici ve tedavi edici sağlık hizmetinin bütünlüğünü önleyeceğini belirtir (Owoh, 1995).

Dünya Bankası’nın, Afrika toplumunun gerçekleriyle çelişen sağlık programı kadınları iki yönden olumsuz etkilemiştir; birincisi, tıbbi ürünler, YUP yüzünden devalüe edilmiş parayla ithal edildiği için, kadınlar fiyatları artan sağlık hizmetleri için daha çok para ödemek zorunda kalmışlardır. İkincisi, devletin sağlık hizmetlerini azaltmasıyla, geleneksel rolleri dolayısıyla, kadınların hastalanan aile üyelerine bakım yükü artmıştır.

Daha önce de belirtildiği gibi, YUP’tan önce kadınlar Afrika’da en yoksul kesimi oluşturuyordu. Sahra Altı Afrika nüfusunun yüzde 70’i kırsal kesimlerde yaşadığı ve erkekler kadınlardan daha çok kentlerde ikamet ettikleri için, kamu hizmetlerindeki kısıntı ve özelleştirme uygulaması yüzünden kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanma şansı düşmüştür. Fransızca konuşulan Batı Afrika ülkelerindeki toplam 542 eczanenin 301 başkentlerdedir. UNDP’ye göre, Zambia’da kent nüfusunun yüzde 100’ü, kırsal kesimin ise yüzde 50’si; Somali’de kent nüfusunun yüzde 50’si, kırsal nüfusun yüzde 15’i sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır (Turshen, 1994). Sağlık hizmetleri özel sektöre bırakıldığında, doktorlar ve diğer tıp personeli kentlerde yoğunlaşma eğilimi göstermektedir. Dünya Bankası’nın verilerine göre Senegal’de dişçilerin hemen hemen tümü, doktorların yüzde 70’i, ebelerin yüzde 60’ı, nüfusun yüzde 30’undan azının yaşadığı Dakar-Cap Vert bölgesindedir (Turshen, 1994). Nijerya’da, 1981’de sayısı 23 olan özel sağlık kuruluşlarının sayısı 1987’de 362’ye çıkmıştır ancak bunların büyük bölümü nüfusun yüzde 13’ünün yaşadığı başkentte toplanmıştır (Owoh, 1995). Dolayısıyla, kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanma şansları, hastaneler kilometrelerce uzakta, kentlerde olduğu için, artan ulaşım maliyetleri yüzünden daha da azalmıştır. Bunun yanısıra, YUP yüzünden yaşam standardının düşmesi ve tıbbi altyapının çökmesi nedeniyle, Nijerya’da yüzlerce doktor ve hemşire ülkeden ayrılmıştır ki bu, hasta başına düşen tıbbi personel sayısının azalması anlamına gelmektedir. (Federici, 1995).

Diğer taraftan, sağlık hizmetlerinin kısılması ve ücretli olması yüzünden, özellikle yoksul kadınlar bu hizmetlerden faydalanamaz hale gelmişlerdir. Tanzanya’da, sağlık hizmetleri için yapılan harcama 1973-1974’te yüzde 9’dan 1985-1986’da yüzde 4.9’a düşmüştür ve bu kesintilerle birlikte, doğum kliniklerine giden hamile kadınların sayısı 1978’de yüzde 95’ten yüzde 53’e düşmüştür (Mlay et al. 1996). Nijerya’da, Jos Üniversitesi Eğitim Hastanesi’nde yapılan doğumların sayısı 1982’de ayda 700’den 1987’de 160’a düşmüş ve evde yapılan doğumların oranı 1980-1987 arasında yüzde 52 oranında artmıştır (Owoh, 1995). Ogbu ve Gallager, Bostvana, Kamerun ve Senegal’de kamuya ait doğumevlerinde yapılan doğumların sayısının 1975-1985 arasında önemli ölçüde düştüğünü saptamışlardır (Turshen, 1994 içinde).

Sağlık hizmetlerinin azalmasının kadınlar ve çocuklar üzerindeki etkisi dehşet vericidir. Çeşitli Afrika ülkelerinde 1960-1980 döneminde düşme eğiliminde olan anne ve çocuk ölüm oranları 1980’lerde tekrar yükselmeye başlamıştır. YUP’ların uygulanmasıyla birlikte, Nijerya’da sömürgecilik sonrasında yaşam süresi ilk kez düşmüştür (Federici, 1995). Mali’de, her 100 bin canlı doğumda 2 bin anne ölmektedir ve doğumların yalnızca yüzde 32’i eğitimli personel tarafından yapılmaktadır. Her 100 bin doğumda bin 100 annenin hayatını kaybettiği Somali’de ise doğumların yalnızca yüzde 2’si sağlık personeli tarafından gerçekleştirilmektedir (Turshen, 1994).

3 – Latin Amerika ve Karayiblerde YUP’ların Kadınlar Üzerindeki Etkisi ve Kadınların Geliştirdiği Yaşam Stratejileri

Yapısal uyum politikalarının derinleştirdiği yoksullukla mücadele etmek için, Latin Amerika ve Karayib ülkelerinde kadınların ne tür yaşam stratejileri geliştirdiklerine dair çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Kuşkusuz, krizin derinliği ve ülkelerin etnik, sınıfsal ve dinsel yapılarına göre, diğer üçüncü dünya ülkelerinde de çeşitli yaşam stratejileri geliştirilmiştir. Ancak Afrika’daki kadınların geliştirdikleri yaşam stratejileri üzerine çalışmalar daha az olduğu için, bu konudaki örnekler Latin Amerika ve Karayib üzerindeki araştırmalara dayanılarak verilecektir.

Çeşitli borçlu Latin Amerika ve Karayib ülkelerinde yapılan araştırmalar, Afrika örneğinde olduğu gibi, kadınların ekonomik krizden en çok etkilenen grup olduğunu göstermiştir. Çünkü, daha önce de belirtildiği gibi, kadınlar geleneksel olarak toplumda ikincil bir yer tutarlar, toplumsal ve siyasi ayrımcılıkla karşılaşırlar ve çifte sömürüye tabidirler. Kadınların çifte yükü ve ailedeki iktidar ilişkileri kadınları ekonomik krize daha hassas hale getirir. Dolayısıyla bu bölümde, ekonomik krizle birlikte, kadınların üretim ve yeniden üretimdeki rollerinin nasıl değiştiği ve çeşitli yaşam stratejileri geliştirerek krizle nasıl başa çıkmaya çalıştıkları üzerinde durulacak. Kemer sıkmayı gerektiren YUP’ların alt ve orta sınıf ailelerde, özellikle kadınların alış-veriş, beslenme, günlük faaliyetler ve çalışma koşullarında nasıl değişiklere yol açtığı anlatılacak. Kadınların özellikle enformel sektörde iş gücüne katılımlarında artış, ev içi yaşam stratejilerinin yoğunlaşması ve komşu ülkelere ya da kentlere göç, belli başlı yaşam stratejileri olarak sözkonusu ülkelerde gözlemlenmiştir.

Ekonomik kriz ve yapısal uyum politikaları yüzünden ailelerin gelirlerindeki azalma ve erkekler arasında artan işsizlik, hanenin diğer üyelerini aile gelirine katkıda bulunmak için çalışmaya zorlamıştır. Örneğin Indio Guayas’da, Ekvador, krizden önce tek kişinin çalıştığı ailelerin sayısı yüzde 49’dan yüzde 34’e inmiş, üç ya da daha çok kişinin çalıştığı ailelerin sayısı yüzde 10’dan yüzde 32’ye yükselmiştir (Moser, 1989). Managua’da, Nikaragua, 45 aile üzerinde yapılan bir araştırmada, her bir hanede formel sektörde çalışan bir kişi bulunmasına karşın, ailenin temel ihtiyaçlarını karşılanması için 5 ayrı gelire daha ihtiyaç duyulduğu saptanmıştır (Perez-Aleman, 1992). Daha önce çalışmayan kadınlar iş aramaya başlamışlar, orta sınıf kadınlar kamu sektöründe iş bulabilirlerken, eğitim seviyelerinin düşük olması nedeniyle, alt sınıftan kadınlar enformel sektörde yoğunlaşmışlardır. Kadınların enformel sektörde yoğunlaşmalarının bir diğer nedeni; çocuk bakım merkezleri gibi toplumsal hizmetlerin eksikliği yüzünden, yeniden üretimdeki sorumluluklarını işportacılık, eve iş alma ve hizmetçilik türünden faaliyetlerle daha kolay yürütebilmeleridir. Örneğin, bir Karayib ülkesi olan Dominik Cumhuriyeti’nde enformel sektörün büyüklüğü 1980’de yüzde 38.6’dan, 1983’te yüzde 45’e çıkmıştır ve kadın iş gücünün dörtte birinin hizmetçilik sektöründe olduğu görülmüştür (Safa&Antrobus, 1992). Nikaragua’da, 1977’de kadınlar ekonomik olarak faal nüfusun yüzde 29.8’ini oluştururlarken, bu rakam 1985’te yüzde 35.3’e çıkmıştır ve kadınların yüzde 60’ının enformel sektörde toplandıkları görülmüştür (Perez-Aleman, 1992).

Bir yandan kadınların enformel sektöre katılımları artarken, erkeklere oranla daha çok kadın kamu sektöründe sektörde çalıştığı için, devletin küçülmesi kadınları erkeklerden daha olumsuz etkilemiştir. “Kadın” alanları olarak bilinen sağlık ve eğitim sektöründeki kısıntılar, çok sayıda sağlık görevlisi kadını ve öğretmeni işsiz bırakmıştır. Trinidad ve Tobago’da, 1981’de çalışan kadınların yüzde 35’i kamu sektöründeyken, bu oran 1991’de yüzde 30.2’ye inmiştir (Nain, 1997). Kamu sektöründeki işlerini korumayı başarabilen kadınlar ise düşen ücretler yüzünden, geceleri enformel sektörde ek iş aramaya başlamışlardır (Elson, 1991; Beneria, 1992).

Ekonomik kriz ve YUP’lar yüzünden artan erkek işsizliği, erkeklerin iş aramak için kentlere ya da ABD, Kanada ve Meksika gibi komşu ülkelere göç etmelerine yol açmıştır. Ancak, ailelerine para göndermek sözüyle giden bu erkeklerin hepsi vaadlerini yerine getirmemiş ve kadınları ailenin geçiminden sorumlu tek kişi olarak ortada bırakmıştır. Bu yüzden de de facto kadın aile reislerinin sayısı, önemli ölçüde artmıştır. Jamaika’nın kentsel kesimlerinde, hanelerin yüzde 45’inin reisi kadındır (Rocha el al., 1989). Indio Guayas’da kadın aile reislerinin oranı, on yıl içinde yüzde 12’den yüzde 19’a çıkmıştır (Moser, 1989). Kadın aile reislerinin yoksul olduğu ve yoksulluk seviyelerindeki artışın erkeklere göre daha yüksek olduğu yapılan araştırmalarda ortaya çıkmıştır. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir: Kadınların aile reisi olduğu hanelerde, karıları da para kazanan erkeğin aile reisi olduğu hanelere göre yetişkin çalışan sayısı daha azdır; ikincisi, eğitim seviyeleri düşük olduğu için kadınlar daha az kazanır, emek pazarında ayrımcılıkla karşılaşırlar, malları daha azdır ve kaynaklardan yararlanma olanakları sınırlıdır; üçüncü olarak da, ev içi yükümlülükleri dolayısıyla kadınların para kazanmak için ayırabilecekleri zamanları azdır. Krizin yıkıcı etkisi, kadınları kendi gelirlerine daha bağımlı hale getirmiştir. Bolles’un Kingston’da, Jamaika, yaptığı araştırma, kadın aile reislerinin yüzde 80’inin hanenin geçiminden doğrudan sorumlu olduklarını göstermektedir. Bir erkekle yaşayan kadınların ise yüzde 63’ü bu sorumluluğa sahiptir (Bolles, 1986).

İstikrar tedbirleri, ailenin iki yakasını biraraya getirmeye çalışan kadınları ev içinde de birtakım tedbirler alamaya itmiş ancak bu tedbirler onların iş yükünün artması ve beslenme ve sağlıklarının kötüleşmesi pahasına uygulanmıştır. Latin Amerika’nın yüksek enflasyonla yaşayan yoksul aileleri, beslenme alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kalmışlardır. Meksiko’da yapılan bir araştırma, hanelerin yüzde 69.4’ünün 1982 dönemi öncesine oranla daha az yiyecek, içecek ve giyecek aldıklarını, ulaşıma daha az para harcadıklarını göstermiştir (Beneria, 1992). Moser, Indio Guayas’da, Ekvador, hanelerin yüzde 42’sinin artık hiç süt içmediklerini, içenlerin ise süt miktarını haftada 1.4 litreden 1.2 litreye indirdiklerini saptamıştır (Moser, 1989). Et, süt, yumurta, meyve gibi temel gıda maddelerinden kısıntı yapılması, özellikle kadınların beslenmesini kötüleştirmiştir çünkü, geleneksel olarak kadınlar kıt gıda maddelerinin en iyilerini çocuklarına ayırır ve beslenmede öncelik ailenin erkek üyelerine verilir.

Peru, Bolivya, Şili gibi bazı Latin Amerika ülkelerinde kadınlar, Peru’da comodares populares, Bolivya’da ise olla comunes olarak adlandırılan “ortak kazanlar” oluşturmuşlardır. El Alto’da (Bolivya) kadınlar, malzemeyi ortaklaşa satın alarak dev tencerelerde yemek pişirdikleri ortak mutfaklar kurmuşlardır. Burada pişirilen yemek ailelere belli bir para karşılığı satılır ve elde edilen para bir sonraki malzemenin satın alınmasında kullanılır. Böylece kadınlar ailelerinin hem ucuz hem de dengeli beslenmesini sağlamaya çalışmışlardır (McFarren, 1992).

Ekonomik güçlüklerin kıskacındaki yoksul ailelerin, giyecek ve eşya türünden harcamalarda yaptığı kısıntılar da kadınların iş yükünü artıran faktörler arasındadır. Karınlarını zor doyuran yoksul ailelerin bozulan buzdolabı, çamaşır makinesi, kırılan masa, sandalye gibi eşyaları tamir ettirmeye harcayacak paraları yoktur. Onarılamayan buzdolapları yemeklerin saklanmasına olanak vermediği için, kadınlar yemek pişirme işini günlük olarak yapmak, çamaşırlarını ellerinde yıkamak zorunda kalmışlardır. Bir taraftan kriz yüzünden para kazanmak için işe gitmek zorunda olan kadınlar, diğer yandan da gıda maddelerini daha ucuza satın almak için saatlerce kuyruklara girmek, eskiyen giysilerin yerine yenilerini alamadıkları için bunları yamamaya zaman ayırmak durumunda kalmışlardır. Bazı gıda maddelerini satın almak yerine evde üretmek de kadınların iş yükünü artıran yaşam stratejilerinden biridir. Nikaragua’da Guerro ve Guerro tarafından yapılan bir araştırma, yetişkin kadınların zamanlarının yüzde 92’isini, ücretli ya da ücretsiz, yaşam stratejileri için ayırdıklarını saptamıştır (Perez-Aleman, 1992). Latin Amerika ve Karayib ülkelerinde geliştirilen bir başka yaşam stratejisi de, geniş aileler içinde yaşamayı tercih etmektir. Hane içinde yaşayan kişilerin sayısının artmasıyla, para kazananların sayısı artar ve ev işleriyle çocuk bakımının ailenin yaşlı üyelerine bırakılabilmesiyle kadınlar, dışarıda tam zamanlı olarak çalışma olanağına kavuşur.

Yapısal uyum politikaları çerçevesinde sağlığa ayrılan payın azaltılmasının en çok kadınları olumsuz etkilediğinden Afrika ile ilgili bölümde söz etmiştik. Yapılan araştırmalar benzer sonuçların Latin Amerika ve Karayib ülkelerinde de ortaya çıktığını göstermektedir. Daha önce ayrıntıyla değinilmesinden dolayı, Latin Amerika ve Karayib ülkelerinde YUP’ların kadın sağlığı üzerindeki olumsuz etkisine değinirken, IMF ve DB’nin empoze ettiği politikaların dünya çapında borçlu ülkeler üzerinde nasıl benzer etkiler ortaya koyduğunu göstermek açısından, yalnızca birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Örneğin Jamaika’da, anemi tedavisi gören hamile kadınların oranı, 1981’de yüzde 23’ten 1985’te yüzde 43’e çıkmıştır. Dominik Cumhuriyeti’ndeki Santo Domingo’da, anne ölümleri 1981’deki yüzde 15’ten 1985’te yüzde 22’ye çıkmıştır (Deere et al., 1997). Indio Guayas’da, bir sağlık merkezindeki 12 yaşın altındaki çocukların yüzde 70’inin yetersiz beslenmeden çeşitli hastalıklara yakalandıkları belirlenmiştir (Moser, 1989). Dominik Cumhuriyeti’nde ise 1984’te, 1-4 yaş arasındaki çocukların yüzde 40.8’inin yetersiz beslendiği ortaya çıkmıştır (Deere, et al. 1997).

Kadınların erkeklerden daha çok olumsuz etkilendiği bir alan da eğitimdir. Ailelerin gelirlerinin azalması, eğitimin pahalılaşması ve kamu yatırımlarında eğitime ayrılan payın kısılmasıyla, geleneksel olarak eğitimde önceliğin erkeklere verilmesi yüzünden, dünyanın her yerinde okuldan ilk önce alınan kızlar olmuştur. İkincisi, kadınlar emek pazarına girmek zorunda kaldıkları için, yapamadıkları ev işlerini kız çocukların yerine getirmesi beklenmiş ve okuldan alınan kızların anneleri işteyken kardeşlerine bakması ve ev işlerini yapması istenmiştir. Eğitimlerine devam etseler bile kız çocukların annelerine ev işlerinde yardım etmesi beklentisi yüzünden, kızlar ders çalışmaya zaman bulamazlar. Bunun anlamı, daha az eğitim alan kızların gelecekte iyi bir iş bulma ve yükselme olanaklarının erkek kardeşlerine göre çok daha az olmasıdır. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmada, okul harçlarının artması ve aile gelirinin azalmasıyla, düşük gelirli ailelerinin kızlarını ya da oğullarını okula göndermek arasında bir seçim yapmak zorunda kaldıklarını, sonunda da oğullarını eğitmeyi tercih ettiklerini göstermiştir (Buchmann, 1996). Sağlık sektöründe olduğu gibi, eğitim yatırımlarının kısılması, öğretmen olarak bu sektöre egemen olan kadınların iş olanaklarını da ciddi olarak azaltmıştır.

Emek pazarına artan bir şekilde katılımları, kadınların yeniden üretime ayırdıkları zamanı azaltmıştır ve bu da çocuklar üzerinde olumsuz etki yaratmıştır. Moser ve diğerleri araştırmalarında, kadınların kriz yüzünden çalışmaya başlamaları ve çocukların bakımını kız çocuklara bırakmalarıyla, küçük çocukların bakımının kötüleştiğini saptamışlardır. Çalışan annelerin bebeklerine süt verememeleri ve çocukların beslenmelerinin kız çocuklara bırakılması sonucu, zaten yetersiz olan gıdanın eşit dağıtılmaması, beslenme yetersizliği sorununu artırmıştır (Beneria, 1992; Moser, 1989).

Dalla Costa, Venezüella’da yaptığı çalışmada, 1980’lerin ekonomik krizi sırasında, devletin “yeniden üretimle ilgili kişiler üzerindeki baskıyı artırdığını” saptamıştır. (Dalla Costa, 1995; 109). Dalla Costa, annelik iznini sağlayan yasalar çıkarılması ve meme vermeleri için kadınlara işyerlerinde bir oda ayrılması için firmalara baskı yapılması gibi tedbirler alındıysa da, bunların kadınların ev işlerine katkılarının artırılmasını amaçlayan politikaya bir destek olarak alındıklarını öne sürmektedir. Dalla Costa’ya göre, devletin yeniden üretim konusundaki bu politikası tüm diğer Latin Amerika ülkeleri için de geçerlidir çünkü, ekonomik kriz dönemlerinde, kadının ev içi emeği hem hükümetleri, çocuk ve yaşlılar için bakım merkezleri açmak ve benzeri diğer hizmetleri sağlamaktan muaf tutar, hem de yoksulluğun giderek derinleştiği bir ortamda emek gücünün yeniden üretimini daha çok kadınlara bırakır. Benzer bir şekilde Sen ve Grown, “Kadının dışarıda çalışmasına karşı yaratılan ideolojik havanın, hükümetlerin çocuk bakım ve sağlık hizmetlerini kısmasını kolaylaştırdığını ve işverenlerin de, kadınlara düşük ücret vermelerini ya da annelik izni gibi hakları gözardı etmelerini haklı çıkarmalarına yardımcı olduğunu” belirtirler (Sen&Grown, 1987; 75).  

Yapılan araştırmalar, geçim sağlamada karşılaşılan zorluklar ve geleneksel olarak pek de onaylanmayan bir biçimde kadınların emek pazarına girmelerinin, aile içindeki gerilimi artırdığını ve kadına yönelik şiddetin arttığını ortaya koymuştur (Beneria, 1992; Moser, 1989). Moser, Indio Guayas’daki araştırmasında, kadınların yüzde 48’inin, kocalarının kendilerine yönelik şiddetinin arttığını söylediklerini saptamıştır (Moser, 1989). Dışarıda çalışmak zorunda kalan kadınların çocuklarının bakımına yeterli zaman ayıramamaları da, kadınların suçluluk hissi duymalarına ve beraberinde bazı psikolojik hastalıklara sahip olmalarına yol açmıştır. Sen ve Grow’un belirttiği gibi, “Kadınlar için krizin boyutları; evde artan şiddet, sivil statülerine saldırı, fiziksel hareketlilik ve ev dışında çalışma ve, yeniden üretim üzerindeki kontrollerine saldırıdır… Kadınlar işsizlikten sorumlu tutulurlar, çocuklarına yeterince bakmamakla suçlanırlar ve aynı zamanda kültürel çöküş ve Batı etkilerinin ülkeye girişinin sorumlusu olarak addedilirler” (Sen&Grown, 1987; 74-75).

Kısaca, ekonomik kriz ve yapısal uyum politikaları sonucu, üretim ve yeniden üretim alanlarında yaşamın yeniden düzenlenmesi, geçim yükünün aile üyeleri arasında eşit olarak dağıtılmaması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Tüm aile üyeleri krizle başa çıkmak için çabalarını artırsa da, hem kötü çalışma koşullarında emek pazarına girmeleri hem de artan ev içi yükleri, kadınları krizden en çok etkilenen kesim haline getirmiştir.

4 – Türkiye’de Yapısal Uyum Politikaları

Petrol Üreten Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) 1973’te petrol fiyatlarını artırmasıyla tüm dünyayı etkilemeye başlayan enerji krizi Türkiye’de de ödemeler dengesi açıklarını artırdı. Aslında ödemeler dengesi sorunu petrol krizinin öncesinde var olan bir problem olarak Türkiye’nin önünde duruyordu. 1965’ten beri hızlandırılan ithal ikameci politikalar tarım ürünlerinin ihracatından sağlanan gelirleri tüketiyordu. Ekonominin yapısı değişmediği sürece, yerel üretim için gerekli olan sanayi ara girdilerinin ithalatı, Türkiye’nin ithalat-ihracat açığını kapamada yetersiz geleneksel tarım ürünlerinin ihracatından elde edilecek gelirle karşılanmak durumundaydı. O yıllarda ödemeler dengesi açıkları, Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki Türk işçilerinin getirecekleri dövizle ve borçlanma yoluyla kapatılmaya çalışıldı ancak bu yeterli olmadı ve 1970’lerin sonuna doğru ekonomi krize girildi (Berksoy, 1982).

Çeşitli görüşmelerin ardından Türk hükümeti IMF’nin koşullarını kabul etti ve 24 Ocak 1980 kararlarıyla Türk ekonomisi yeni bir strateji benimsedi; ihracata yönelik sanayileşme. IMF politikalarının anlatıldığı bölümde daha ayrıntılı değinilen, ekonominin liberalleşmesini getiren bu strateji, devletin ekonomi alanından çekilerek küçülmesi ve ekonominin pazar güçlerinin mekanizmasına bırakılmasını gerektiriyordu. Ancak bu politikaların uygulanması sonucunda, istikrar politikasının ekonominin büyümesini engellediği ve durgunluk getirdiği görüldü (Kuruç, 1982). Yaklaşık 20 yıllık uygulamadan sonra, ihracata yönelik gelişme stratejisinin halkın, özellikle de ücretli ve maaşlı kesimin yaşam standardının düşmesi pahasına uygulandığı ortaya çıktı.

Türkiye’deki istatistiki bilgiler, gerek formel ve enformel sektörde gerekse tarımda halkın yapısal uyum politikaları yüzünden karşılaştığı güçlükler hakkında bilgi vermede yetersiz kalmaktadır. İkinci olarak, kadınların sağlık ve eğitim sektörlerindeki kesintiler ve enflasyon politikalarından nasıl etkilendiği, ekonomik güçlükler karşısında ne tür stratejiler geliştirdikleri, alan çalışmalarının yetersizliği yüzünden pek bilinmemektedir (Ecevit, 1998). Bu nedenle, makalenin bundan sonraki bölümünde, yapısal uyum politikalarının kırsal kesimlerdeki kadınlar üzerindeki etkisi ve bunların kentlerde kadın istihdamını nasıl etkilediği, yapılan az sayıda araştırmaya dayanılarak anlatılmaya çalışılacak. Yine de, bu az sayıda örnekle bile, YUP’ların Türkiye’deki kadınlar için de, diğer borçlu ülkelerdekine benzer olumsuz sonuçlar doğurduğu görülecektir.

4.1 – YUP’ların Kırsal Kesimdeki Kadınlar Üzerindeki Olumsuz Etkisi

Morvaridi’nin (1995), 1983 ve 1990 yıllarında Türkiye’nin doğu ve batısındaki iki köyde yaptığı araştırmada, yapısal uyum politikalarının küçük çiftçi ailelerinde kadınların iş yükünü nasıl artırdığı ve toplumsal cinsiyet ilişkilerini nasıl etkilediği görülmektedir. Yazar, YUP’ların kadınlar üzerindeki etkisini saptamak için, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin daha serbest olduğu, kız çocukların tarlada çalışmaya zorlanmadığı, çiftçilerin ekonomik durumlarının daha iyi olduğu ve tarımın makineleştiği Biga’nın Kahve Tepe köyüyle, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin erkek aile reisinin ataerkil otoritesine dayandığı, evli olsun olmasın kadınların tarım işinin önemli bir bölümünü yaptığı, kız ve erkekler arasındaki arkadaşlığın bile yasaklandığı ve tarımsal üretimin emek yoğun olduğu Iğdır’ın Ak köyünü karşılaştırmıştır.

YUP’larla birlikte gübre sübvansiyonu kaldırılıp krediler kısılınca ve tarımsal girdilerin maliyeti artınca, kırsal kesim ailelerinin kadın emeğine daha fazla dayanmaya başladığı ortaya çıkmıştır. Geleneksel olarak “kadın işi” olarak görülen çapalamanın çoğunlukla makine ile yapıldığı ya da diğer köylerden bu amaçla işçi kiralandığı Kahve Tepe’de, çiftçilerin giderek yoksullaşmasıyla, çapa makinesi ya da işçi kiralayamayan ailelerin bu iş için yeniden aile içindeki kadınların emeğine dayanmaya başladığı görülmüştür.

Morvaridi araştırmasında, iş bölümünün daha katı olduğu, kadınların emek-yoğun, erkeklerinse sermaye-yoğun işleri yaptığı Ak köyünde, yapısal uyum politikalarından en çok orta gelir seviyesindeki ailelerdeki kadınların olumsuz etkilendiğini saptamıştır. Yoksul ailelerde, erkek olsun kadın olsun kendi emek güçlerini satmakta, zengin köyüler ise işçi kiralamakta ya da kendi makinelerini kullanarak tarım yapmaktadırlar. Orta gelir seviyesine sahip ailelerde ise makine ve iş gücü kiralamanın maliyeti arttığı için, gözler bu işi yapmaları için ailenin kadın üyelerine çevrilmiştir. Kahve Tepe’de ekonomik güçlükler, geleneksel olarak çalıştırılmayan kız çocukların da tarlaya sürülmesine yol açarken, Ak köyünde iş gücü kaybına yol açmamak için kızlar daha geç evlendirilmeye başlanmıştır.

Morvaridi’ye göre, Ak köyünde, bazı diğer faktörler kadınların sömürüsünü artırmıştır; bunlardan biri de Şeker Şirketi’nin varlığı ve bölgesel kalkınma programının bir parçası olarak bölgede şeker pancarı üretiminin yaygın olarak yapılması sonucu Ak köyünün şeker pancarı üretimine giderek daha bağımlı hale gelmesidir. Yapısal uyum politikalarının sonucu, Şeker Şirketi’nin çiftçilere verdiği kredi ve girdiler azalmış, sübvansiyonlar sınırlanmıştır. YUP yüzünden kendisi de nakit sorunu çeken Şeker Şirketi çiftçilere yapacağı ödemeleri geciktirmeye başlayınca, geliri azalan aileler daha çok kadın emeğine başvurdular. Ancak, toplumsal cinsiyet ilişkileri sadece bu yüzden değil, Morvaridi’ye göre, üretimi büyük ölçüde kadın emeğine dayanmasına karşın, sözleşmeleri erkeklerle yapan Şeker Şirketi ile olan ilişkiler nedeniyle de değişime uğradı. Çiftçinin sözleşme koşullarına uyup uymadığını denetleyen şirket, şeker pancarı üretiminde ücretsiz kadın emeğinin kullanımı için çiftçiye baskı yaptı. Bunun yanısıra, yine YUP yüzünden, şirket yönetiminin çapa için işçi tutmak üzere çiftçilere verdiği paraya kısıtlama getirilmesi, ücretsiz kadın emeğinin kullanımını artırdı (Morvaridi, 1995). Morvaridi’ye göre, şeker pancarı üretiminde kadın iş gücünün potansiyel sömürüsü, devlet yardım programlarından yararlanmak için ekonomik bir gereklilik haline geldi. “Latin Amerika ve Afrika’da yapılan araştırmalarda tespit edilen ‘kadınların omuzlarına binen yapısal uyum’, Türkiye’nin Şeker Şirketi’ndeki devletin temsilcileri tarafından, resmi devlet politikasına dönüştürüldü” (Morvaridi, 1995; 149).

Morvaridi, yapısal uyum politikalarının iş yüklerini artırdığı kadınların verdikleri tepkilere de dikkat çekmektedir. Toplumsal cinsiyet ilişkilerinin daha serbest, erkek aile reislerinin kızları üzerindeki baskısının daha sınırlığı olduğu Kahve Tepe’de, kızların tarlada çalışması yönündeki talep, aile içinde çatışmaların çıkmasına ve hane halkının ilişkilerinde dönüşüme yol açmıştır. Kahve Tepe’de, pek çok genç insan 1980’lerde İzmir ve İstanbul’a göçmüş, tarlada çalışmak yerine kente göç etmeyi tercih eden kızların sayısı artmıştır. Köyde kız kaçırma (kızın rızasıyla) artmıştır ve yazar bunun nedenlerinden biri olarak, yine tarlada çalışmak yerine, evlilik yoluyla daha zengin ailelerin üyesi olmak umuduyla kızların evliliği tercih etmesini göstermektedir. Ak köyünde ise ataerkil kontrol altında bulunan ve iş yüklerinin artmasından şikayet etme hakkı bulunmayan kadınların, “hasta olduklarını” ileri sürerek pasif direnişe başvurdukları saptanmıştır.

Yine, Latin Amerika ülkelerindeki gibi, yapısal uyum politikalarının uygulanmasıyla birlikte kadınlara karşı şiddet artmıştır. Ak köyünde, üretim ya da mali güçlüklerle karşılaşan çiftçiler, daha çok çalışmaları için kadına karşı şiddete başvurmuşlardır. Morvaridi, görünüşte toplumsal cinsiyet açısından tarafsız olan Şeker Şirketi’nin sözleşmeleri erkeklerle imzalayarak ve üretim sürecinde kadınların kullanılmasını isteyerek, var olan cinsiyete dayalı iş bölümü ve kadınlar üzerindeki ataerkil kontrolü artırdığını belirtmektedir.

4.2 – 1980’lerden Sonra Kadının İş Gücüne Katılımındaki Değişimler

Kadının iş gücüne katılımıyla ilgili verilerin sınırlı olması, 1980’den bugüne kadar olan süreçte konunun karşılaştırmalı bir analizinin yapılmasına imkan vermemektedir. Kadının iş gücüne katılımındaki değişiklikler, yalnızca 1988’den itibaren izlenebilmekte ve bu alanda araştırmacılar tarafından sadece yaklaşık değerlendirmeler yapılabilmektedir.

Yapısal uyum politikalarıyla birlikte kadınların iş gücüne katılımlarının artıp artmadığını saptamaya çalışan araştırmacılar, tahminlerini, 1980’lerden sonra ihracata yönelik sanayileşmenin ve ailelerin gelirlerinin azalmasının, kadınların iş gücüne katılımlarını artırmış olması yani iş gücünde bir “feminizasyon” meydana gelmiş olması gerektiğine dayandırmaktadırlar. Çağatay ve Berik, ücretli ve diğer düşük gelirli grupların satın alma gücündeki önemli düşüşün, daha önce emek pazarına girmemiş kadınların iş aramasına yol açmasını gerektirdiğini belirtmektedirler. İkinci olarak da, ihracata yönelik sanayileşme aşamasına giren Türkiye’de uluslararası rekabete açılan imalat sektörünün, erkeklere göre ücretleri daha düşük olduğu için kadın iş gücü kullanmaları beklenir (Çağatay&Berik, 1992).

Bu yazarlar, kentli kadının iş gücüne katılımının 1982’deki yüzde 11.2’den 1989’da yüzde 17.2’ye çıktığına işaret etmektedirler. Benzer bir şekilde Ecevit, kadının istihdama katılımının 1989’da yüzde 12’den, 1996’da yüzde 12.6’ya çıktığını ve bu şekilde küçük bir artış meydana geldiğini belirtmiştir. Ancak, kent merkezlerinde nüfus artış hızı yüksek olduğu için, Ecevit kadınların istihdam oranının istatistiklerde görünenden daha fazla olması gerektiğine işaret eder (Ecevit, 1998). 1989-1996 yılları arasında kadın istihdamında yüzde 37’lik, erkek istihdamında ise yüzde 23’lük artış hızı olduğunu belirten Ecevit, aynı dönemde nüfus artış hızının kadınlar için yalnızca yüzde 31 olduğuna dikkat çeker. Sektör bazında verilere bakıldığında ise sanayide çalışan kadınların sayısındaki artışın 1989’dan bu yana yüzde 11 civarında olduğu görülür. Ecevit bu verilerden yola çıkarak, 1992 ve 1993’teki yüzde 1-2’lik artış hariç, kadınların sanayi sektöründeki katılımının yüzde 14 olarak neredeyse sabitlendiği ve dolayısıyla “…sanayide işgücünün kadınlaşması olgusundan sözetmenin, en azından şimdilik imkansız” olduğu sonucuna varmıştır (Ecevit, 1998; 49). Diğer taraftan, hizmet sektöründe kadın istihdamı özellikle 1992’den sonra istikrarlı bir artış göstermiştir.

Türk ekonomisi 1980’lerden sonra enformel sektörde genişlemeye sahne olmuştur. Araştırmacılar bu genişlemeyi, alt ve orta sınıf ailelerin gelirlerinin azalmasına ve bunun sonucunda da bu sınıf üyelerinin çeşitli yaşam stratejileri geliştirmelerine yol açan enflasyonist politikalara bağlamaktadırlar (Ecevit, 1998; Demir, 1993). Kuşkusuz bu, enformel sektördeki genişlemenin tek sebebi değildir. Karlarını maksimize etmeyi ve esnek iş gücü kullanmayı isteyen özel sektörün, eve iş verme alanında özellikle kadınları kullanmalarının da rolü olmuştur (Ecevit, 1998; Çağatay&Berik, 1992). Kırdan kente artan göç ve ücrete giderek daha bağımlı hale gelme, ve işçi haklarındaki genel bir kötüye gidiş (Ecevit, 1998; Çağatay&Berik, 1992), enformel sektörün genişlemesinin diğer nedenleri arasında gösterilmektedir. Eve iş alma özellikle kadınların faaliyet alanına girer ve Devlet İstatistik Enstitüsü’ne (DİE) göre, 1990’da eve iş alanların yüzde 96.5’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu kadınlar dikiş, nakış, terzilik, küçük ölçekli ticaret gibi faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu nedenle, 1980’lerden sonra imalat sektöründe iş gücünün “feminizasyonu”ndan söz edilemese de (Ecevit, 1998), istihdama kentli kadınların katılma oranındaki artış, “istihdam ve iş gücünde az miktarda feminizasyon olduğunu” göstermektedir (Çağatay&Berik, 1992).

Ankara Mamak’ta 1990’da yapılan bir araştırma (Demir, 1993), kadının enformel sektöre katılımının, azalan aile geliri yüzünden geçimi sağlamaya çalışan kadınların geliştirdikleri yaşam stratejileriyle önemli ölçüde bağlantılı olduğu tahminini doğrulamaktadır. Demir araştırmasında, hane gelirine katkıda bulunmak için çalışan kadınların oranının yüzde 27 olduğunu, bunlardan yalnızca yüzde 9’unun formel sektörde, yüzde 17’sinin ise nakış, terzilik, çocuk bakıcılığı ve ev temizliği gibi enformel faaliyetleri kapsadığını saptamıştır. Araştırma, bu kentli yoksul ailelerde oğlan çocukların yüzde 35’inin, kız çocukların ise yüzde 9’unun aile gelirine katkıda bulunmak için çalıştıklarını saptamıştır. Gecekondularda 1970’lerde yapılan araştırmalarla kendi bulgularını karşılaştıran Demir, 1980’lerden sonra, yoksul hanelerde çalışan kadın ve çocuk sayısının arttığı sonucuna varmıştır.

Ekonomik kriz ve yapısal uyum politikalarının gerek erkek gerekse kadın işsizliğini artırdığı bilinmektedir ancak, Latin Amerika’da yapılan araştırmalar, kadın işsizliğinin erkek işsizliğinden daha fazla olduğunu göstermiştir. 1980’den sonraki işsizlik oranları, Türkiye’de de benzer bir eğilimin olduğunu göstermektedir. Kentli kadınların işsizlik oranı 1982’de yüzde 23 iken, 1985’te yüzde 33.2’ye çıkmış, 1989-1990’da kadınların işsizlik oranı yüzde 26.5’te kalırken, erkeklerinki yalnızca yüzde 10.7 olarak saptanmıştır (Çağatay&Berik, 1992). 1995 Kasım ayı itibarıyla kadınların işsizlik oranı yüzde 19 iken erkeklerinki yüzde 8’di (Ecevit, 1998). Çağatay ve Berik, kadınların kentlerde iş gücüne katılım oranı 1989’da en yüksek seviyedeyken (Yüzde 18.8), kadınların kentli işsizlerin yüzde 38.3’ünü oluşturduklarına dikkat çekmiş ve “1980’lerde kentli kadının iş gücüne katılım oranlarındaki artış, istihdamdan çok işsizliğin ‘feminizasyonuna’ katkıda bulunmuştur” sonucuna varmışlardır (Çağatay&Berik, 1992; 12).

Kadınlarla erkekler arasındaki gelir farklılığına bakıldığında, 1980’lerde kentli kadınların gelir seviyesinde erkeklere oranla düşüş olduğu görülmüştür. 1978-1979’da ücret/maaş alan kadınlar aynı işi yapan bir erkeğin yüzde 70’i oranında kazanırlarken, 1987 itibarıyla bu oran yüzde 68’e düşmüştür (Çağatay&Berik, 1992). Yapısal uyum politikalarıyla 1980’lerden sonra kadınlarla erkeklerin gelir seviyeleri arasındaki farkın açılması arasında bir bağlantı olduğunu açıkça söylemeseler de, Çağatay ve Berik, “Kadınların, kalifiye olmayan işçilerin kalifiye olanlara oranının çok yüksek olduğu ihracata yönelik, emek-yoğun sanayilerde toplanmalarına” dikkat çekmişlerdir. (Çağatay&Berik, 1992; 16).

DİE verileri, girişimciler arasında kadınların oranının 1988’de yüzde 7.8’den 1992’de yüzde 13’e çıktığını, 1994’te ise yüzde 11’e düştüğünü göstermektedir. Ekonomik olarak aktif kadınlar arasındaki kadın girişimcilerin oranı ise 1988’deki yüzde 6.4’ten, 1992’de yüzde 12.9’a çıkmış, 1994’te ise yüzde 9.5’e düşmüştür. Ecevit kadınların küçük çaplı işler kurma eğilimlerine neden olarak; biricisi, azalan aile gelirine katkı için geliştirilen bir yaşam stratejisi; ikincisi, hane gelirindeki azalmaya paralel olarak daha önce çalışmayan kadınların iş aramasını göstermiştir. Dolayısıyla, küçük girişimcilik ücretli iş bulamayan kadınlar için bir seçenek olarak kabul edilmelidir. Ecevit, hükümetin küçük girişimcileri koruma ve destekleme politikalarını da, bu artışa bir başka neden olarak göstermektedir. (Ecevit, 1998).

Latin Amerika, Karayib ve Afrika ülkelerinde, yapısal uyum politikalarının getirdiği ekonomik güçlükler sonucu kadınların ev işine harcadıkları zamanın arttığını görmüştük. Ancak Türkiye’de, aile üyelerinin ev işlerine ayırdıkları zamanı saptamayı amaçlayanların dışında, 1980’de getirilen YUP’ların yol açtığı ekonomik zorluklar yüzünden kadınların evde iş yükünün artıp artmadığını saptayacak karşılaştırmalı bir çalışma yapılmamıştır. Ecevit, yine de, böylesine bir araştırma olmasa da, yüksek enflasyon yüzünden aile gelirindeki önemli azalma ve bunun sonucunda ailenin geçimi için kadınların harcadıkları zamanın artmasının gözlemlenebilir olduğunu belirtmektedir (Ecevit, 1998).

Sonuç

Gerek Latin Amerika, Karaibler ve Afrika’da, gerekse Türkiye’deki örneklerden kadınların yapısal uyum politikalarına karşı çıkmaları için daha fazla nedenleri olduğu görülmektedir. Bunun yanısıra, YUP’ların kadınlar üzerindeki etkisinin azaltılması için birtakım önlemlerin alınması gereği, çeşitli uluslararası kuruluşlar ve feministler tarafından vurgulanmış ve bu konuda bazı öneriler getirilmiştir. Yıllarca uygulandıktan sonra, IMF ve Dünya Bankası bile yapısal uyum politikalarının az gelişmiş ülke halkları üzerindeki yıkıcı etkisini kabul etmişlerdir. UNICEF “insani yönlü bir yapısal uyum” önerirken, Dünya Bankası yapısal uyum politikalarının, bu politikalar yüzünden aşınan “insan kaynağı temelini güçlendiren” tedbirleri de içermesi yönünde önerilerde bulunmuştur. Bunun yanısıra bazı feminist yazarlar da, hükümetlerin, yapısal uyumun kadınlar üzerindeki etkisini hafifleten bazı tedbirler almaları önerisinde bulunmuşlar (Moser, 1989; Beneria, 1992), hatta “insan kaynağı temelinin güçlendirilmesi için, kadınların daha fazla zamana ve kaynaklar üzerinde daha fazla kontrole sahip olmaları gereğini” vurgulayarak, kadınların Dünya Bankası ve UNICEF gibi kuruluşlarla diyaloga girmelerini önermişlerdir (Elson, 1991; 50).

Elson, kamu hizmetlerinde yapılacak kısıntılarda seçiciliği getiren ve kamu harcama işlemlerinin yeniden yapılanmasını gerektiren, “Toplumsal cinsiyet eşitliği olan bir yapısal uyum” ile yapısal uyum sürecinin yumuşatılmasını önermiştir (Elson, 1991; 51). Elson’a göre, gıda sübvansiyonlarından önce örneğin ulusal havayollarına uygulanan sübvansiyonlar azaltılmalı, orta ve yüksek gelir grupları tarafından tüketilen gıda maddelerindeki sübvansiyonlar kaldırılarak bunlar yoksul ailelerin tükettikleri gıda maddelerine aktarılmalıdır. Ya da, örneğin ilkokullar yerine üniversitelere öğrenim harçları konulmalarıdır. Beneria’nın önerileri ise “yapısal uyumun yükünü toplumda yeniden dağıtmak için, ilerici vergi politikasının bir parçası olarak, yeni vergi politikalarının getirilmesini” de içermektedir (Beneria, 1992; 101).

          Ancak, gerek uluslararası kuruluşlar gerekse çeşitli yazarlar tarafından getirilen bu öneriler, sorunun kökenine yönelik olmadığı gibi, yapısal uyumun bilinçli amacı dikkate alındığında uygulanması da imkansızdır. Yapısal uyum politikaları, üçüncü dünya ülkelerine gelişmiş kapitalist ülkelerin biçtiği belli roller veren yeni uluslararası işbölümünün bir parçasıdır. Ekonomik kriz içindeki azgelişmiş ülkelerin dünya ekonomisinden kopmasından korkan kapitalist dünya, aynı zamanda sermaye birikimi sağlamak için, bu ülkelerden sermaye akışını sağlayan yapısal uyum politikalarını bu ülkelere dayatmışlardır. Az gelişmiş ülkelerin hemen hemen 20 yıllık deneyimi, ihracata yönelik kalkınma modelinin bu ülke ekonomilerinin üretici temelini yıktığını, bu ülkelerdeki büyüme oranının düştüğünü, yatırımların azaldığını ve yoksul ve zengin arasındaki uçurumun derinleştiğini göstermiştir. Yapısal uyum politikalarını “çölü geçmeye” benzeten Dünya Bankası’nın, zorluklarla geçen kısa bir dönemden sonra bu ülkelerin “normal” koşullara ulaşacağı öngörüsü gerçekleşmemiştir. Aslında, bu politikaların doğası gereği, böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkansızdır.

         Yoksul insanları, özellikle de kadınları, en alt seviyede geçimlerini sağlamadan bile mahrum edecek derecede olumsuz etkileyen bu politikalar, Caffentzis’in belirttiği gibi, çevreden merkeze sermaye akışını sağlayacak koşulları yaratmak için oluşturulmuştur (Caffentzis, 1995). Dolayısıyla, yoksullar üzerindeki yükü azaltmak için yeni vergi politikaları getirilmesi, ya da gıda yerine ulusal havayollarına uygulanan sübvansiyonların kaldırılması türünden öneriler bize gerçekçi gelmiyor çünkü, bu sübvansiyon kesintileri hükümet harcamalarını kısmak kadar iç talebi azaltmak için de getiriliyor. Benzer bir şekilde, IMF ve Dünya Bankası’nın talimatları doğrultusunda katma değer vergisi türünden yeni vergiler getirirlerken, hükümetler, yalnızca bütçe gelirlerini artırmayı değil, ihracata yönelik politikalarda başarı sağlamak için iç talebi kısmayı hedeflerler. Dolayısıyla hükümetlerin “ilerici” vergi reformlarını uygulamasını beklemek, bu politikaların doğasına aykırıdır. Diğer taraftan, egemen sınıfın çıkarlarını temsil ettiği için, yapısal uyum politikalarını uygulayan hükümetlerin, sübvansiyonları ya da vergileri, yoksulların ve kadınların yükünü azaltacak şekilde değiştirmeleri beklenemez.

İkinci olarak, 1980 ve 1987’de Dünya Bankası’nın yapısal uyum kredileri üzerinde yapılan incelemelerde, bir bütün olarak ele alındığında, incelemede yer alan borçlu ülkelerin ödemeler dengesi durumlarının düzelmediği ve yatırımların negatif olduğu görülmüştür (Harrigan&Mosley 1989, Elson, 1992 içinde). “Çölü geçmenin” imkansız olduğu kanıtlandığı için, uluslararası kuruluşlar tarafından getirilen, çocuklar ve yoksul kesimlerdeki anneler için beslenme programları oluşturulması, temel sağlık için mahalle kliniklerinin kurulması ve bu tip projeler için sivil toplum kuruluşlarına dayanılması türünden hafifletici tedbirler, yalnızca yoksulların hayatta kalması ve korunmasını sağlayacak ve onların bağımlılığını artıracaktır. Kısaca, bu türden programlar dönüşüm sağlayarak sorunu kökten çözmez. Ülkelerin üretici temeli aşınmaya devam ettiği ve yapısal uyum yüzünden zenginlik kapitalist dünyaya aktarıldığı sürece, üçüncü dünya ülkeleri halklarının, özellikle de yoksulların en yoksulu kadınların, istihdam ve kamu hizmetlerinden yararlanma olanaklarında iyileşme olmayacaktır.

Elson, çeşitli Afrika ülkeleri tarafından oluşturulan Afrika Kadın Bürosu’nun, yapısal uyumun etkilerinin hafifletilmesi amacıyla, hükümet kurumları, uluslararası kuruluşlar ve bankalar arasında yapılan müzakerelere katılmasını önermiştir. Ancak bu da etkili bir strateji değildir. Çünkü Kadın Bürosu, “Afrika ülkelerinin devlet yapısının bir parçasıdır” ve bu şekilde, “Afrika kadınlarının temel ihtiyaçları ve refahından önce, devletin çıkarlarını savunmak durumundadır. Bu kuruluşlar kadınların çıkarlarını yalnızca ‘devletin mantığının’ belirlediği katı sınırlar içinde savunabilirler ki, bu da son tahlilde ekonomik, siyasi ve askeri gücü elinde tutan ayrıcalıklı kesimin mantığıdır” (Michel. 1995; 68). Michel bunun yerine, Kadın Bürosu’nun yanısıra, ‘devletin mantığı’ndan tamamen bağımsız baskı gruplarına mensup kadınların bu toplantılara katılımını önermekte ve oluşturulacak feminist bir yaklaşımla Afrika ve Avrupa’da, toplumsal sınıflar, ve cinsler arasında kaynakların adil tahsisine işaret edilmesi gerektiğini belirtmektedir (Michel, 1995). Ancak bu da, diğerleri gibi sonuç alınması imkansız bir öneridir çünkü bu toplantılar dönüşüm sağlamak için değil sorunun hafifletilmesi için yapılmaktadır. İkinci olarak, bu toplantılarda, ülkeler ve cinsler arasında kaynakların adil tahsisi için kadınların verecekleri mücadele, yapısal uyumun bir parçası olduğu ‘uluslararası iş bölümünün mantığı’na ters düşer.

Sonuç olarak, az gelişmiş ülkelerin borçlarının silinmesinin de ötesinde, bu ülkelerin kendi bağımsız gelişimlerini izleyebilmeleri için, üçüncü dünya ülkelerinden borç veren ülkelere kaynak akışının durması gerekir. Aksi halde, ne hafifletici tedbirler, ne kadınların hükümetler ve uluslararası kuruluşlar arasında yapılan müzakerelere katılmaları, ne de kendilerini olumsuz etkileyen bazı politikaları değiştirmeleri için kadınların hükümetlere baskı yapmaları bir çözüm getirecektir. Krediler için uluslararası kuruluşlara bağımlı hükümetlerin, yapısal uyumun kadınlar üzerindeki etkisini hafifletmek için önlem almaları çok zor, hatta imkansızdır. Feministlerin hükümetlerden bu yöndeki taleplerinin karşılanması, ‘YUP’ların mantığına’ aykırıdır. Diğer taraftan, yapısal uyum politikalarının uzun zaman kadınların artan iş yüküne bağlı olarak uygulanabildiğini çok iyi bilen hükümetler, kadınları olumsuz etkileyen bu politikaları yumuşatacak önlemler almakta isteksiz olacaklardır.

         Bu nedenle, feministler bir taraftan erkek egemen sisteme karşı savaşırlarken, uluslararası iş bölümüne karşı da mücadele vermelidirler. Bu kuşkusuz uzun soluklu bir mücadeledir. Kısa dönemde ise detaylı araştırmalar yaparak, yapısal uyum politikalarının kadınlar üzerindeki olumsuz etkisini ortaya çıkarma ve bunların geniş halk yığınları tarafından bilinmesini sağlama yönünde çalışmalıdırlar. Böylece feministler, IMF ve Dünya Bankası ile müzakerelerin başlangıcında, YUP’lara karşı bir muhalefet oluşturmaya çalışabilirler.

 

REFERANSLAR

  1. 1.Antrobus, P. (1990) “The Global Economy”, in Women’s International Network News, Summer, Vol. 16, Issue 3. (Database: Academic Search FullTEXT Premier; Accession number: 9611083002)
  2. 2.Beneria, L. (1992), “The Mexican Debt Crisis: Restructuring the Economy and the Household” in L. Beneria, S. Feldman (Eds), Unequal Burden: Economic Crisis, Persistent Poverty and Women’s Work, Westview Press, Oxford.
  3. 3.Berksoy, T. (1982), “Türkiye’de İstikrar Arayışları ve IMF”; C. Erdost (Ed.), IMF İstikrar Politikaları ve Türkiye, Savaş Yayınları, Ankara, içinde.
  4. 4.Bolles, A. L. (1986), “Economic Crisis and Female-Headed Households in Urban Jamaica” in J. Nash, H. Safa (Eds.), Women and Change in Latin America, Bergin & Garvey, New York.
  5. 5.Buchmann, C. ( 1996), “The Debt Crisis, Structural Adjustment and Women’s Education; Implications for Status and Social Development”, in International Journal of Comparative Sociology, Vol. 37, June.
  6. 6.Caffentzis, C. G. (1995), “The Fundamental Implications of the Debt Crisis for Social Reproduction in Africa”, in M. Dalla Costa, G. F. Dalla Costa (Eds), Paying the Price: Women and the Politics of International Economic Strategy, Zed books, London, New Jersey.
  7. 7.Çağatay, N.; Berik, G. (1992), “Turkish Women in the Urban Economy: What Have They Gained from Export-led Industrialization”, (Paper).
  8. 8.Dalla Costa, G. F. (1995), “Development and Economic Crisis: Women’s Labor and Social Policies in Venezuela in the Context of International Indebtness” in M. Dalla Costa, G.F. Dalla Costa (Eds), Paying the Price: Women and the Politics of International Economic Strategy, Zed books, London, New Jersey.
  9. 9.Deere, C.; Safa H.; Antrobus, P. (1997), “Impact of the Economic Crisis on Poor Women and Their Households”, in N. Visvanathan, L. Duggan, L. Nisonoff, N. Wiegersma (Eds), The Women, Gender and Development Reader, Zed Books, London, New Jersey.
  10. 10.Demir, E. (1993), “Ekonomi Politikaları ve Kent Emekçi Aileleri” Birikim, Nisan, N. 48.
  11. 11.Dennis, C. (1991), “Constructing a ‘Career’ under Conditions of Economic Crisis and Structural Adjustment: The Survival Strategies of Nigerian Women” in H. Afshar (Ed), Women, Development and Survival in the Third World, Longman, London, New York.
  12. 12.Ecevit, Y. (1998), “Küreselleşme, Yapısal Uyum ve Kadın Emeğinin Kullanımında Değişmeler”, F. Özbay (Ed.) Küresel Pazar Açısından Kadın Emeği ve İstihdamındaki Değişimler; Türkiye Örneği, İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, İstanbul, içinde.
  13. 13.Elson, D. (1991), “Structural Adjustment: Its Effect on Women”, in T. Wallace, C. March (Eds), Changing Perceptions: Writings on Gender and Development, Oxfam, Oxford.
  14. 14……………. (1992), “From Survival Strategies to Transformation Strategies: Women’s Needs and Structural Adjustment”, in L. Beneria, S. Feldman (Eds), Unequal Burden: Economic Crisis, Persistent Poverty and Women’s Work, Westview Press, Oxford.
  15. 15.Enloe, C. H. (1983) “Women Workers in the Militarization of South east Asia”, in M. P. Fernandez Kelly , J. Nash (Eds.), Women, Men and the New International Division of Labor, State University of New York Press, Albany.
  16. 16.Federici, S. (1995), “Economic Crisis and Demographic Policy in Sub-Saharan Africa” in M. Dalla Costa, G. F. Dalla Costa (Eds), Paying the Price: Women and the Politics of International Economic Strategy, Zed Books, London, New Jersey.
  17. 17.Geisler, G; Hansen, K. T. (1994), “Structural Adjustment, the Rural-Urban Interface and Gender Relations in Zambia”, in N. Aslanbeigui, S. Pressman, G. Summerfield (Eds), Women in the Age of Economic Transformation: Gender Impact of Reforms in Post Socialist and Developing Countries, Routledge, London, New York.
  18. 18.Gladwin, C. H. (1993), “Women and Structural Adjustment in a Global Economy”, in R.S. Gallin, A. Ferguson, J. Harper (Eds), The Women and the International Development Annual, Vol 3, Westview Press.
  19. 19.Kanji, N.; Jazdowska, N. (1993), “Structural Adjustment and Women in Zimbabwe”, in Review of African Political Economy, Mar93, Issue 56. (Database: Academic Search FullTEXT Premier; Accession number: 9706161984)
  20. 20.Kuruç, B. (1982), “Bunalımdan Büyümeye Geçişte Türkiye Ekonomisi” C. Erdost (Ed.), IMF İstikrar Politikaları ve Türkiye, Savaş Yayınları, Ankara, içinde.
  21. 21.Mc Farren, V. (1992), “The Politics of Bolivia’s Economic Crisis; Survival Strategies of Displaced Tin-Mining Households”, in L. Beneria, S. Feldman (Eds), Unequal Burden: Economic Crisis, Persistent Poverty and Women’s Work, Westview Press.
  22. 22.Michel, A. (1995), “African Women, Development and the North-South Relationship” in M. Dalla Costa, G.F. Dalla Costa (Eds), Paying the Price: Women and the Politics of International Economic Strategy, Zed books, London, New Jersey.
  23. 23.Mlay, F.J.; Roy, K.C.; Tisdell, C.A. (1996), “Women and Development in Sub-Saharan Africa with Special Reference to Tanzania” in K. C. Roy, C. A. Tisdell, H. C. Blomqvist (Eds), Economic Development and Women in the World Community, Praeger, London.
  24. 24.Morvaridi, B. (1995) “Macroeconomic Policies and Gender Relations: The Study of Farming Households in Two Turkish Villages”, in R.L. Brumberg, C.A. Rakowski, I. Tinker, M. Monteon (Eds), EnGendering Wealth and Wellbeing; Empowerment for Global Change, Westview Press, Oxford.
  25. 25.Moser, C. (1989) “The Impact of Recession and Adjustment at the Micro Level: Low Income Women and Their Households in Guayaquil, Ecuador”, UNICEF (Ed), The Invisible Adjustment :Poor Women and the Economic Crisis, UNICEF, Santiago.
  26. 26.Nain, G. T. (1997), “The Retreat of the State in the English-Speaking Carribean; The Impact on Women and their Responses”, in I. Baud, I. Smyth (Eds), Searching for Security: Women’s Responses to Economic Transformation, Routledge, London, New York.
  27. 27.Owoh, K. (1995), “Gender and Health in Nigerian Structural Adjustment: Locating Room to Maneuver2, in R.L. Blumberg, C.A. Rakowski, I Tinker, M. Monteon (Eds), Engendering Wealth and Wellbeing: Empowerment for Global Change, Westview Press, Oxford.
  28. 28.Perez-Aleman, P. (1992), “Economic Crisis and Women in Nicaragua”, in L. Beneria, S. Feldman (Eds), Unequal Burden: Economic Crisis, Persistent Poverty and Women’s Work, Westview Press, Oxford.
  29. 29.Rocha, L.; Bustelo, E.; Lopez, E; Zuniga, L. (1989) “Women, Economic Crisis and Adjustment Policies: Interpretation and Initial Assessment”, UNICEF (Ed), The Invisible Adjustment :Poor Women and the Economic Crisis, UNICEF, Santiago.
  30. 30.Sen, G.; Grown C. (1987), Development, Crises and Alternative Visions: Third World Women’s Perspectives, Monthly Review Press, New York.
  31. 31.Safa, H.; Antrobus, P. (1992), “Women and the Economic Crisis in the Carrieban”, in L. Beneria, S. Feldman (Eds), Unequal Burden: Economic Crisis, Persistent Poverty and Women’s Work, Westview Press, Oxford.
  32. 32.Turshen, M. (1994), “The Impact of Reforms on Women’s Health and Health Care in Sub-Saharan Africa”, in N. Aslanbeigui, S. Pressman, G. Summerfield (Eds), Women in the Age of Economic Transformation: Gender Impact of Reforms in Post Socialist and Developing Countries, Routledge, London, New York.
  33. 33.Tripp, A. M. (1992) “The Impact of Crisis and Economic Reform on Women in Urban Tanzania” in L. Beneria, S. Feldman (Eds), Unequal Burden: Economic Crisis, Persistent Poverty and Women’s Work, Westview Press, Oxford.
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar