
14 Ekim 2019’da yitirdiğimiz Garbis Altınoğlu, ölümüyle unutulmaya terk edilmemesi gereken yazılar kaleme aldı. Altınoğlu’nun yazılarının ‒bizce küçük bir yön dışında‒ temel özelliği, artık dağılmaya yüz tutan Marksist-Leninist doğrultuyu yansıtmasıydı. Bu nitelik, bizi ona karşı yükümlü kılmaya yeter. Bu bağlamda, Garbis Altınoğlu’nun konjonktüre uygun düştüğünü değerlendirdiğimiz yazılarına yer veriyoruz. (Altınoğlu yazılarının editörlüğünü Nazım Taban yürütmektedir.)
Ön not
Garbis Altınoğlu, uzun yıllar İran’ın emperyalist saldırganlık tarafından kuşatılmasına dikkat çeken yazılar yazdı. Marksizm-Leninizmin öğreti olarak genel doğrultusunu temsil etmek bakımından bir mihenk gördüğümüz Altınoğlu’nun bu ülkeyi ta 2000’lerin ilk yıllarından beri neden savunduğunun gerekçeleri bizatihi bu bilgi yüklü ve öğretinin temel ilkelerini yansıtan yazılarında bulunuyor.
Aşağıda sunduğumuz yazı, 11-22 Ekim 2005’te yayınlanan uzun bir yazının ilk bölümü. Yazı, 2011’de Belge Yayınları tarafından Ortadoğu: Seçme Yazılar adıyla kitaplaştırılan yapıtta da yer alıyor. Yazıyı, okuma yükünü azaltmak için dört bölüm halinde yayınlayacağız. Burada okuyacağınız ilk bölüm “Üçüncü Dünya Savaşı’nın Ayak Sesleri” başlığını taşıyor. İkinci bölüm “İran’ın Nükleer Programı”, üçüncü bölüm “İsrail’in Rolü” ve son olarak dördüncü bölüm de “Kürtlerin Konumu Üzerine Birkaç Söz” başlığını taşıyor.
Bu vesileyle, değerli Ermeni Marksist-Leninisti bir kez daha saygıyla anıyoruz.
***
“Molla yönetiminin yenilgiye uğratılması ve Tahran’da özgürlüğün zaferi, Saddam Hüseyin’in devrilmesine kıyasla tarihsel açıdan çok daha önemli bir olay olacaktır.”
American Enterprise Institute üyesi Michael Ledeen, Haziran 2003.
“İsrail ABD’nin güvenilir bir bağlaşığıdır. Biz, gerektiğinde İsrail’in yardımına koşacağız.”
George W. Bush, 1 Şubat 2006
Savaş Tamtamları
Son aylarda, özellikle 2004’ten bu yana Ortadoğu’da savaş tamtamları yeniden ve daha yüksek sesle çalınmaya başladı. Bilinen nedenlerle Irak macerasına atılan ve orada boyunun ölçüsünü almak üzere olan küstah ABD saldırganları, İsrail’in ve ABD’deki güçlü Siyonist lobilerin de teşvikiyle bu kez bir İran macerasına atılmak üzereler. Olayların gelişimine kabaca göz atalım:
ABD Temsilciler Meclisi 6 Mayıs 2004’te 376 oya karşı 3 oyla aldığı bir kararla, ABD’ye, İran’ın nükleer silahlar edinmesini önlemek için gereken her türlü önlemi alma çağrısında bulundu.
Şimdi, ABD’nin BM elçisi olan azılı gerici John Bolton, silâhların denetimi ve uluslararası güvenlik bakan yardımcısı görevinde bulunduğu sırada, 24 Haziran 2004’te ABD Temsilciler Meclisi huzurunda yaptığı bir konuşmada şöyle dedi:
“Biz İran’ın gizli bir kimyasal silahlar yapma ve bu silahları stoklama programı olduğuna inanıyoruz… (İran’ın- G. A.) 1,300 km menzilli Şahap-3 füzeleri İsrail, Türkiye, bölgedeki ABD kuvvetleri, ABD’nin dostları ve bağlaşıkları için doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır.”
ABD Senatosu 22 Temmuz 2004’te aldığı bir kararla, ABD de içinde olmak üzere NPT’ye (Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması) taraf olan bütün devletlere, gerekli araçları kullanarak İran’ın nükleer silahlar elde etmesini engelleme çağrısında bulundu.
Devrim Muhafızlarının komutan yardımcısı Tuğgeneral Bekir Zülkadir 17 Ağustos 2004’te yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Buşehr nükleer tesisine bir füze fırlatması hâlinde İsrail’in, nükleer silâhlarını ürettiği ve stokladığı Dimona nükleer tesisine elveda demesi gerekir.” Devrim Muhafızları Siyasal Bürosunun şefi Yadullah Cevani ise, “Nükleer tesisler de içinde olmak üzere, Siyonist rejimin denetimi altındaki bölgenin tümü, İran’ın gelişmiş füzelerinin menzili içindedir.”
19 Ağustos 2004’te Arap TV kanalı Elcezire’ye bir demeç veren ve “Birileri bize bir şey yapana değin elimiz kolumuz bağlı oturacak değiliz” diyen İran Savunma Bakanı Ali Şamhani, tehdit edilmeleri hâlinde nükleer tesislerini korumak için İsrail’e karşı önleyici bir vuruş yapabileceklerini belirtti.
23 Eylül 2004’te İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi, ABD’nin İsrail’e, İran’ın nükleer tesislerini koruyan pekiştirilmiş bunkerleri tahrip edebileceği ileri sürülen bir tonluk bombalardan 500 adedini sattığı haberleri üzerine yaptığı yorumda, İsrail’in sadece İran için değil, bütün ülkeler için tehdit oluşturduğunu belirtti ve İsrail’in herhangi bir saldırısına en şiddetli bir biçimde karşılık vereceklerini kaydetti.
ABD başkanlık seçimlerine Demokrat Parti’nin adayı olarak girecek olan John Kerry, 2 Kasım 2004’te yaptığı bir açıklamada, “Nükleer silahlarla donanmış bir İran, ABD’nin ve onun bölgedeki bağlaşıklarının ulusal güvenliği açısından kabul edilemez bir tehdittir” dedi.
Kasım 2004’te IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), İran’ın değişik bölgelerinde bulunan nükleer tesislerde yaptığı son derece kapsamlı araştırmalardan sonra, ABD ve İsrail’in savlarının tersine İran’ın bir nükleer silah programı olduğuna ilişkin hiçbir kanıt bulunmadığını belirten bir rapor yayımladı.
Aralık 2004’te İran silahlı kuvvetleri, ülkenin batı ve güneyindeki beş eyalette olası bir ABD-İsrail saldırısına karşı 120,000 askerin katıldığı geniş kapsamlı bir askerî tatbikat yaptı.
Adı açıklanmayan bir ABD kaynağı, Aralık 2004 ve Ocak 2005’te ABD savaş uçakları ve askerî keşif uçaklarının İran’ın Merkezî, Buşehr, İsfahan, Razavi Horasan eyaletlerinde, İran-Irak sınırında, Hürremşehir ve Abadan dolaylarında İran hava sahasını ihlâl ettiğini bildirdi. İran kaynaklarının da doğruladığı bu hava sahası ihlâlleri, bir yandan İran hava savunmasının gücünü yoklama, bir yandan da İran’a gözdağı verme amacını taşıyordu.
Ocak 2005’te ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney MSNBC’ye verdiği bir mülâkatta İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini bombalayacağına ilişkin söylentiler konusunda şunları söyledi.
“Kaygılardan biri İsrail’in bu işi kimseye danışmadan yapması… İran’ın, İsrail’i yok etmeyi amaçladığına ilişkin deklare edilmiş bir politikası olduğu dikkate alındığında, İsrailliler daha önce eyleme geçmeye karar verebilir ve ortaya çıkacak diplomatik karışıklığın temizlenmesini de diğer ülkelere bırakabilirler.”
Ocak 2005’te ABD, İsrail ve Türkiye Doğu Akdeniz’de Suriye açıklarında yıllardır yapmakta oldukları ortak askerî tatbikatı gerçekleştirdiler.
Amerikalı araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’in 19 Ocak 2005’te New Yorker’da yayımlanan yazısına göre, ABD Özel Kuvvetleri ve CIA 2004 yılının ortalarından bu yana İran topraklarında keşif ve istihbarat çalışması yürütüyor ve yer yer sabotajlar gerçekleştiriyor. Gene Hersh’e göre, ABD tarafından resmen terörist bir örgüt sayılan Halkın Mücahitleri’nin İran topraklarında giriştiği sabotaj ve suikast eylemlerine, pilotsuz ABD uçaklarının İran hava sahasına keşif amaçlarıyla girmeleri ve İsrail istihbarat görevlilerinin İran Kürdistanı’nda yürüttüğü bilgi toplama ve örgütlenme çabaları eşlik ediyor.
ABD Başkanı G. W. Bush, 2 Şubat 2005’te yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında, “Nükleer silah peşinde koşarken halkını erişmek istediği ve hak ettiği özgürlükten yoksun bırakan İran’ın, dünyanın bir numaralı devlet terörü sponsoru” olduğunu söyledi.
Şubat 2005’te İsrail ilk kez −diğer bazı Arap ülkelerinin de yer aldığı− bir NATO askerî tatbikatına katıldı.
14 Şubat 2005’te Lübnan eski başbakanı Refik Hariri bir suikast sonucu öldürüldü. Olaydan Suriye’yi sorumlu tutan ABD ve İsrail, Şam’ın askerlerini Lübnan’dan çekmesi için bir kampanya başlattılar.
Şubat 2005’te The Washington Post gazetesi Pentagon’un, silah sistemlerinin yerlerini saptamak ve İran hava savunmasını test etmek için bu ülke üzerinde pilotsuz uçaklarla gözetim ve denetim uçuşları yaptırdığını yazdı. Post’a göre bu tür hava casusluğu, daha sonra yapılacak hava saldırıları için gereken standart askerî hazırlığın bir parçası sayılıyor.
Mart 2005’te NATO Genel Sekreteri, Başbakan Ariel Şaron ve İsrail askerî yetkilileriyle NATO-İsrail askerî tatbikatına ilişkin görüş alışverişinde bulundu. Yafa Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün değerlendirmesine göre İsrail ordusu, bu askerî işbirliği bağlarını “kendisini tehdit eden potansiyel düşmanlarına, yani esas olarak İran ve Suriye’ye karşı caydırma kapasitesini arttıracak” araçlar olarak görmekteydi. “Dahası, İran ve Suriye, İsrail ile NATO arasında artan işbirliğinin, kendisi de NATO üyesi olan Türkiye’yle bağlarını güçlendireceğini dikkate almak zorunda kalacaklardır. Türkiye’nin etkileyici askerî potansiyeli ve hem İran ve hem de Suriye’ye olan jeografik yakınlığı gözönüne alındığında, İsrail’in yapmayı düşündüğü koşullarda ve zamanda bu devletlere karşı operasyonel seçenekleri önemli ölçüde artabilecektir.”[1]
Mart-Nisan 2005’te Patriot füzelerinin fırlatılışına ilişkin ortak ABD-İsrail askerî tatbikatı yapıldı. Almanya’da bulunan ABD Patriot füze mürettebatı ortak Juniper Cobra tatbikatı için İsrail’e gitti.
12 Nisan 2005’te ABD “Savunma” Bakanı Donald Rumsfeld −Afganistan ve Irak’a asker göndermiş olan− Azerbaycan’a, çok gizli tutulan bir ziyaret yaptı. Ziyaret sırasında Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in yanı sıra, Aliyev’in danışmanlarından Ali Hasanov’la görüşen Rumsfeld’in Azeri yetkilileriyle bu ülkede kurulacak ve İran’a karşı yapılabilecek bir saldırıda kullanılacak ABD üsleri konusunu ele aldığı sanılıyor. Bu ziyaretin hemen ardından yaptığı açıklamada, sözkonusu kuşkuları doğrulayan NATO Avrupa kuvvetleri komutanı General James Jones ABD’nin, Azerbaycan’ın Hazar Denizi sahilinde, yani İran’ın burnunun dibinde askerî üsler kurmayı planladığını bildirdi.
13 Nisan 2005’te Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi, “İran’ın Özgürlüğüne Destek Yasası”nı ezici bir çoğunlukla kabul etti. Hükümet-karşıtı gruplara malî destek sağlamaya olanak veren bu yasa, İran’a yatırım yapan ya da bu ülkeyle ticaret yapan yabancı şirketlerin cezalandırılmalarını ve İran’a uygulanan yaptırımların sertleştirilmesini öngörüyor.
Nisan 2005’te ABD “Savunma” Bakanı Donald Rumsfeld Irak, Afganistan, Pakistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’ı kapsayan bir gezi gerçekleştirdi. Rus medyası Rumsfeld’in gezisini, “İran’a saldırmak için en elverişli köprübaşını saptamak için bu ülkeyi kuşatma çabası” olarak niteledi. Rumsfeld bölgeye yaptığı gezide “Hazar Gözlemi” adlı Amerikan projesini yaşama geçirmek için de uğraştı. ABD bu projenin, bölge ülkelerinde petrol yataklarına ve boru hatlarına yönelik “terörist tehditlere” karşı kullanılmak üzere bir özel görev güçleri ve polis birlikleri ağı kurulmasını öngördüğünü ileri sürüyor.
Rumsfeld’in gezisini, İran Devlet Başkanı Muhammet Hatemi’nin Bakû ziyareti izledi.
Nisan 2005’te, İran’ın, Şiî Arapların oturduğu güneydeki Huzistan bölgesinde Arap halkla “güvenlik” kuvvetleri arasında şiddetli çatışmaların meydana geldiği bildirildi. İran Kürdistanı’nda ise Celal Talabani’nin Irak devlet başkanlığına getirilmesini kutlayan Kürt göstericiler İran “güvenlik” kuvvetleriyle çatıştı
Nisan 2005 ortalarında ABD’yi ziyaret eden İsrail Başbakanı Ariel Şaron, George W. Bush ile görüştü. Bu görüşmeye üst düzey ABD ve İsrail askerî yetkilileri arasındaki görüşmeler eşlik etti.
Nisan 2005’te İran, −Kazakistan, Kırgızistan, Çin ve Rusya’nın da üye olduğu− Şangay İşbirliği Örgütü’nün üyesi bulunan Tacikistan’la bir askerî işbirliği anlaşması imzaladı.
Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 20 Nisan’da Harp Akademileri Komutanlığında yaptığı ve İsrail’in ve ABD’nin nükleer silâh stoklarına ve saldırgan politikalarına değinmemeye özen gösterdiği uzun konuşmasında şöyle diyecekti:
“Ayrıca İran’ın nükleer çalışmalarını diğer ülkeler gibi biz de kaygıyla izlemekteyiz. İran’ın, 2003 yılı ortalarına kadar Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’ndan gizli olarak nükleer tesisler inşa etmiş olduğu ve uranyum zenginleştirme çalışmaları yaptığı saptanmıştır. Fakat İran, daha sonra bu ajansla bir ek protokol imzalayarak, bu ajansın habersiz denetlemeler yapmasını kabul etmiş, ancak bu protokolü anayasal süreçten geçirmemiştir. Kuzey Kore’den başlayıp, Hindistan, Pakistan ve İran üzerinden geçen ve bölgemizdeki diğer muhtemel nükleer güçlere uzanan nükleer eksen, Türkiye açısından büyük bir hassasiyet teşkil etmektedir. Türkiye’nin politikası, Orta Doğu’nun nükleer silâhlardan arındırılmış bir bölge hâline gelmesidir.”
Nisan 2005 sonunda Suriye birlikleri Lübnan’dan çekilme işlemlerini tamamladılar.
Gene Nisan 2005 sonlarında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İsrail’e yaptığı ziyaret sırasında ABD “Savunma” Bakanlığı Siyonist devlete, yeraltındaki pekiştirilmiş bunkerleri tahrip etme yeteneğine sahip olduğu ileri sürülen GBU-28 bombalarından 100 adet daha satacağını açıkladı.
Mayıs 2005 başı: Türkiye Başbakanı Recep T. Erdoğan ve “Savunma” Bakanı Vecdi Gönül İsrail’i ziyaret ettiler. Görüşmelerde, aralarında Arrow II Füze Savunma sistemi ve Popeye II füzelerinin de bulunduğu çeşitli ortak askerî projeler ele alındı.
15 Mayıs 2005’te Washington Post’a yazdığı “Not Just A Last Resort? A Global Strike Plan, With a Nuclear Option” adlı yazıda William Arkin şöyle diyordu:
“‘Savunma’ Bakanı Donald Rumsfeld’in geçen yazın başlarında onayladığı ‘Geçici Küresel Vuruş Alarm Buyruğu’ adlı çok gizli raporuyla silahlı kuvvetlere, İran ve Kuzey Kore başta gelmek üzere kitle imha silahları geliştirmekte olan düşman ülkelere saldırmak için hazır olmaları direktifi verildi.”
Eski başkan Bill Clinton’ın eşi ve 2008 yılında yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinde Demokrat Partinin en ön de gelen adayı olan Senatör Hillary Clinton 24 Mayıs 2005’te, bir AIPAC (Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi) toplantısında yaptığı konuşmada, “küresel güvenliğin temellerini baştan aşağı sarsacağı”ndan dolayı İran’ın nükleer silah geliştirme çabalarının kabul edilemez olduğunu söyledi.
Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ, 6 Haziran 2005’te Amerikan-Türk Konseyi’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Başta ABD olmak üzere diğer ülkeler gibi İran’ın nükleer çalışmalarını biz de kaygıyla izlemekteyiz. Kuzey Kore’den başlayan ve İran üzerinden geçen, bölgemizdeki diğer muhtemel nükleer güçlere uzanan nükleer eksen, Türkiye açısından büyük bir hassasiyet teşkil etmektedir.”
17 Haziran 2005’te yapılan İran cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 24 Haziran’da yapılan ikinci turunu kazanan Mahmut Ahmetinecat, İran’ın nükleer programını “bir kibrit çöpünün durduramayacağı bir sele” benzettiği konuşmasında şunları söyledi:
“Analistler, ne denli güçlü olursa olsun, hiçbir ülkenin İran’a saldıramayacağını söylüyorlar. İran’a saldırmak, herhangi bir ülke için intihar anlamına gelir… dolayısıyla biz hiçbir tehdide boyun eğmemeliyiz.”
ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü), 8 Temmuz 2005’te yaptığı toplantıda ABD’nin, Özbekistan ve Kırgızistan’da 11 Eylül 2001 olaylarının ardından kullanma hakkını elde ettiği üslerden çekilmek için bir süre saptaması gerektiğini bildirdi.
1 Ağustos 2005’te CIA, İran’ın nükleer silah edinmekte kararlı olduğunu kabul eden, ancak Tahran’ın bu hedefine on yıldan önce varamayacağı saptamasında bulunan Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi’ni yayımladı. Oysa, Pentagon’un denetiminde bulunan DIA, Şubat 2005’te Kongre’ye sunduğu raporda Tahran’ın 5 yıl içinde nükleer silah yapabilecek konuma geleceği sonucuna varmıştı.
The American Conservative adlı derginin 1 Ağustos tarihli sayısında eski CIA görevlisi Philip Giraldi’nin ilginç açıklaması yer aldı. Giraldi şöyle diyordu:
“Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin ofisinden aldığı talimatlar uyarınca Pentagon, STRATCOM’u (=ABD Stratejik Komutanlığı), ABD’yi hedef alacak bir başka 11 Eylül tarzı saldırıya karşılık vermek amacıyla bir özel plan hazırlamakla görevlendirdi. Bu plan, İran’a karşı, hem konvansiyonel ve hem de nükleer silahların kullanılacağı büyük ölçekli hava saldırılarını da içeriyor. İran’da, aralarında çok sayıda nükleer silah programı geliştirme mıntıkalarının da bulunduğu 450’den fazla önemli stratejik hedef var. Hedeflerin çoğunun pekiştirilmiş ya da çok derinde bulunması nedeniyle konvansiyonel silahlarla yok edilemeyecek olması, nükleer seçeneği gündeme getirmektedir. Irak’ın durumunda olduğu gibi bu karşılık, İran’ın gerçekten de ABD’ye karşı herhangi bir terörist eyleme karışmış olması koşuluna bağlı değildir. Planlamada görev alan bir dizi üst düzey Hava Kuvvetleri subayının, yapmakta oldukları işin −İran’ın, provoke edilmemiş bir nükleer saldırının hedefi hâline getirilmesinin− sonuçları karşısında şoke olmuş oldukları, ancak hiçbirinin de itirazlarını dile getirerek kariyerlerine zarar vermeyi göze alamadığı söyleniyor.” 9 Ağustos 2005’de ABD “Savunma” Bakanı Donald Rumsfeld ve ABD Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Ağustos’un ilk günlerinde ABD kuvvetlerinin Irak’ta uğradığı ağır kayıpların İran’ın sağladığı daha etkili patlayıcı maddelerden kaynaklandığını ileri sürdüler. Aynı günlerde ABD tekelci basınında da Irak’ta ABD-karşıtı operasyonlar düzenleyen ve İran Devrim Muhafızlarına bağlı özel terör birimlerinin bulunduğu yolunda yazılar yayımlandı.
Ağustos 2005’te ABD Dışişleri Bakanlığı, İran’ın Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’nu çiğnediğini ve kimyasal silah altyapısını muhafaza ettiğini, modernleştirdiğini ve saldırı amaçlı kimyasal silahlar geliştirdiğini ileri sürdü.
G. W. Bush, 13 Ağustos’ta İsrail televizyonunun kendisiyle yaptığı mülâkatta, İran’a karşı kuvvet kullanımının sözkonusu olup olmayacağı yolundaki bir soruyu yanıtlarken, Irak’a gönderme yaparak, “Söylemiş olduğum gibi bütün seçenekler hesaba katılmaktadır. Herhangi bir devlet başkanı için kuvvet kullanımı son seçenektir ve sizin de bildiğiniz gibi biz yakın geçmişte ülkemizin güvenliğini sağlamak için kuvvet kullandık”[2] dedi.
Bunun hemen arkasından, o sıralar Hanover’de seçim kampanyasını yürütmekte olan Alman Başbakanı Gerhard Schröder bu tehdit kokan konuşmaya −Alman kamuoyunun eğilimine uygun bir− yanıt verdi. 14 Ağustos 2005’te Bild am Sonntag gazetesinde yayımlanan açıklamasında Schröder,
“Ben askerî seçeneği son derece tehlikeli buluyorum. Benim başkanlığımdaki bir hükümetin böyle bir seçeneğin bir parçası olmasını reddediyorum” diyecek ve Amerikan süper devletinin gücünün sınırlı olduğuna dikkat çekecekti.
Ajanslar, 5 Eylül 2005’te yerel saatle gece 02:00 sularında Bahreyn yakınlarında bir Türk yük gemisiyle ABD Deniz Kuvvetlerine bağlı USS Philadelphia adlı bir nükleer denizaltının çarpıştığını bildirdiler. Amir Oren adlı İsrailli yorumcu, 11 Eylül’de Haaretz’de yayımlanan yazısında, İran’a nükleer ya da konvansiyonel füzelerle saldırmak ve Tahran’ı vurmak için en elverişli konumda bulunan ABD denizaltısının bölgedeki varlığının, “Amerikalıların, İsrail’in… kayıtsız kalmayacağı bir sonraki çatışmaya” hazırlandıklarını gösterdiğini belirtti.
11 Eylül olaylarının dördüncü yıldönümünde Washington Post, Pentagon’un nükleer silâhların kullanımına ilişkin yeni bir doktrin taslağı hazırladığını, buna göre kendini tehdit altında hissetmesi hâlinde ABD’nin, kendisine karşı kitle imha silâhı kullanabileceğini düşündüğü nükleer-olmayan devletlere ve terörist gruplara karşı ani nükleer saldırılar gerçekleştirebileceğini yazıyordu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ABD’yi uyaran şu sözleri durumun vahametini gösteriyor:
“Atomik silahları kullanma eşiğinin aşağıya çekilmesinin kendisi tehlike içeriyor. Böylesi planlar, başkalarının nükleer silahlar geliştirme çabalarını kısıtlamaktan ziyade daha da arttıracaktır.”[3]
Irak’taki ABD elçisi Zalmay Halilzad, Suriye’yi açıkça tehdit etti. Bu önde gelen neo-faşist 12 Eylül 2005’te ABD Dışişleri Bakanlığında yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Suriye sabrımızı taşırmak üzere. Suriyelilerin bir karar vermesi gerekiyor. Onlar, başarılı bir Irak’tan yana mı olacaklar, yoksa Irak’ın başarısına engel mi oluşturacaklar. Irak başaracak. Suriye, Irak’ın başarıya ulaşmasını zorlaştırmanın karşılığı olarak hangi bedeli ödeyeceğine karar vermeli…”
Birkaç gün sonra Suriye’yi tehdit etme sırası ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Adam Ereli’ye geldi. Ereli 17 Eylül’de yaptığı bir konuşmada Suriye’nin bölgede istikrarsızlaştırıcı bir güç olduğunun giderek daha iyi görüldüğünü ve sadece Irak’ta değil, Lübnan ve Filistin’de de benzer bir rol oynadığını ileri sürecekti.
22 Eylül 2005’te ABD emperyalistlerinin sadık uşağı Suudi Arabistan’ın Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal, İran’ın Irak’ın içişlerine askerî, malî ve siyasal bakımlardan müdahale ettiğini söyledi. Suudi gericiliği, haklı olarak, ABD ve bağlaşıklarının Irak’a karşı giriştikleri saldırı sonucunda Saddam Hüseyin kliğinin devrilmesinin −İran’la güçlü kültürel ve dinsel bağlara sahip olan− Şiî burjuvazisinin güç kazanmasına yol açtığını düşünüyor. Gerçekten de, Irak direnişinin batağına boylu boyunca gömülmüş bulunan ABD-İsrail-Britanya üçlüsü, İran’ın en önemli rakibi Irak’ı zayıf düşürmek ve bu ülkede Saddam kliğinin zorba merkezî yönetiminin yerine federalizmi geçirmek ve iç savaşı kışkırtmak suretiyle, bir anlamda kendi bindiği dalı kesmiş ve Tahran’ın konumunu pekiştirmiş bulunuyor.[4]
Britanya askerî istihbarat yetkilileri 24 Eylül 2005 günü yaptıkları bir açıklamada, bir önceki hafta Basra’da bir kontrgerilla operasyonuna giderken yakalanan iki İngiliz özel kuvvetler elemanının tutuklanmasından, İran Devrim Muhafızlarının eğittiği Şiî milislerin sorumlu olduğunu ileri sürdüler. Anımsanacağı üzere 19 Eylül’de Arap kılığına girmiş olan iki İngiliz, çok miktarda silah, bubi tuzağı, patlayıcı madde ve patlayıcı madde yapımında kullanılan malzemeyle yakalanmış ve tutuklanmış ve ardından İngiliz kuvvetleri bu iki kontrgerilla elemanını kurtarmak için Basra cezaevinin duvarlarını tanklarla yıkmışlardı. Bu saldırıyı protesto eden kitleye ateş açılması üzerine ölen ve yaralananlar olmuş, olaylar sırasında iki İngiliz zırhlı aracı ateşe verilmiş ve bazı İngiliz askerleri yaralanmıştı. Geleneksel “böl ve egemen ol” ilkesi uyarınca bir Şiî-Sünnî çatışması yaratma peşinde koşan Britanya emperyalistleri, son dönemde Güney Irak’ta İngiliz kuvvetlerine karşı artan saldırı ve protesto eylemlerinin arkasında İran’ın bulunduğunu da eklediler iddialarına.
Eylül 2005 sonunda yapılan IAEA toplantısında, ABD’nin ve onun kuyruğuna takılan AB ülkelerinin baskısı sonucunda 35 üye ülkeden 22’sinin oylarıyla, İran’ın durumunun BM “Güvenlik” Konseyi’nde ele alınmasının yolunu açan bir karar alındı.
2 Ekim 2005’te, İran Meclis Başkanı Gulam Ali Haddad Adil, Şam’da, kendisi de ABD ve İsrail’in saldırı tehdidiyle yüzyüze bulunan Suriye Meclis Başkanıyla yaptığı görüşme sırasında,
“Eğer İsrail aptalca bir adım atar ve Irak’ta yaptığı gibi bizim nükleer tesislerimize de saldırırsa, ona hiç unutmayacağı bir ders vereceğimize söz veririz” dedi.
G. W. Bush, 6 Ekim 2005’te, değişik ülkelerdeki seçimleri etkilemek için ABD-yanlısı güçlere para dağıtmak ve bu seçimleri manipüle etmekle ünlenen NED adlı örgütün bir toplantısında yaptığı “Teröre Karşı savaş” başlıklı konuşmasında şöyle dedi:
“Suriye ve İran gibi sponsor devletlerin teröristlerle işbirliği tarihi uzundur ve onların, terör kurbanlarından sabır bekleme hakları yoktur. ABD, her ikisi de cinayetten aynı ölçüde suçlu oldukları için, terör eylemlerini yapanlarla onları destekleyen ve koruyanlar arasında hiçbir ayrım yapmaz.”
Irak’taki kukla hükümette başbakanlık koltuğunu işgal eden İbrahim Caferi 6 Ekim 2005’te yaptığı açıklamada, İran’ın Irak’ın içişlerine müdahale ettiği yolundaki açıklamaların gerçeği yansıtmadığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gayet iyi olduğunu söyledi.
İsrail “Savunma” Bakanı Şaul Mofaz 9 Ekim 2005’te İsrail radyosunda yayınlanan konuşmasında, Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin Şubat 2005’te bir suikast sonucunda öldürülmesiyle ilgili olarak BM’nin yürüttüğü ve sonuçları 21 Ekim’de açıklanacak olan soruşturmanın Suriye’yi suçlu bulacağını ve arkasından ABD’nin Şam’a, Başkan Beşar Esat’ı devirmek amacıyla yeni yaptırımlar ve başka önlemler uygulayacağını söyledi.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın, 14 Ekim 2005’te ziyaret ettiği Moskova’da Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yaptığı görüşmelerde, diğer bazı konuların yanı sıra Rusya’nın Suriye ve özellikle de İran’la ilişkileri ele alındı. Diplomatik kaynaklara göre, Rus yöneticileri ABD Dışişleri Bakanına, Rusya’nın Suriye ve İran’la işbirliğinin ve İran’ın Buşehr nükleer santralinin inşasına katkısının süreceğini bildirdiler. Öte yandan, Rusya ziyaretinden hemen önce yaptığı Kazakistan ve Tacikistan gezisi sırasında, Ocak 2006’da Özbekistan’dan çekilmesi gereken ABD askerlerinin bu ülkelerde konuşlanması yolundaki önerileri geri çevrilen Rice, buralarda da aradığını bulamamıştı.
15 Ekim 2005’te İran’ın Huzistan eyaletinin başkenti Ahvaz’da, bir alışveriş merkezinin yakınında bulunan çöp kutularına yerleştirilmiş bombaların patlaması sonucunda 6 kişi öldü, bir kısmı ağır olmak üzere 102 kişi yaralandı. İran yetkilileri, patlamalardan İngiliz ajanlarının sorumlu olduğunu ileri sürdüler.
İran’ın dinsel lideri Ayetullah Seyit Ali Hamaney, 21 Ekim Cuma günü Tahran Üniversitesi kampüsünde yaptığı bir konuşmada İran’ın barışçı amaçlarla nükleer enerji elde etme hakkından asla vazgeçmeyeceğini ve hiçbir koşul altında ABD’nin kabadayılık ve kibri karşısında boyun eğmeyeceğini söyledi.
[1] Jaffa Center for Strategic Studies, http://www. tau.ac.il/jcss/sa/v7n4p4Shalom.html
[2] Reuters, Dateline Jerusalem, 13 Ağustos 2005.
[3] Wire Service Report, 14 Eylül 2005.
[4] Temmuz 2005 ortalarında Irak Başbakanı İbrahim Caferi’nin 10 bakanıyla birlikte İran’ı ziyaret etmesi, ABD açısından kötü bir sürpriz oldu. Ziyaret sırasında Caferi, İran-Irak savaşı sırasında SCIRI’nin (Irak İslami Devrim Yüce Konseyi) ve kendisinin mensup olduğu İslâmî Dava Partisinin yönetici ve kadrolarına sığınak sağlayan Ayetullah Humeyni’nin mezarına çelenk koydu ve bu ziyaretin Irak’ın, Saddam Hüseyin döneminde İran-Irak ilişkilerine verdiği zararı onarmaya hizmet etmesini diledi. Kendisini konuk eden İran Devlet Başkanı Muhammet Hatemi, İran’ın güvenliğinin Irak’ın güvenliğiyle yakından ilişkili olduğunu ve Tahran’ın Irak’ta istikrarı sağlamak için gereken yardımı yapmaya hazır olduğunu belirtti. İran-Irak savaşından bu yana İran’a yapılan bu ilk üst düzey ziyaret sırasında Caferi, devlet başkanlığına yeni seçilen Mahmut Ahmetinecat’in yanı sıra, Ayetullah Ali Hamenei ve İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile de görüştü.
Bu ziyaret sırasında, iki ülkenin aylardır üzerinde görüştükleri Abadan-Basra petrol boru hattının inşaatı konusunda da anlaşmaya varıldı. Buna göre, rafinerilerini çalıştıracak durumda olmayan ve dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olduğu halde her ay 300 milyon dolarlık işlenmiş petrol ürünü ithal etmek zorunda olan Irak, Basra’dan Abadan rafinerisine ham petrol gönderecek ve bunun karşılığında İran’ın Harg adasındaki petrol terminalinden işlenmiş petrol ürünleri alacak. İki ülke ayrıca, ulaşım bağlantılarının genişletilmesi ve İran ile Irak arasında ticaretin ve hacıların geliş gidişinin kolaylaştırılması sağlayacak bir anlaşma da imzaladılar. Buna göre İran, Necef havaalanının yeniden inşasına katkıda bulunacak ve iki ülkenin demiryollarının birleştirilmesini sağlayacak.
Kukla hükümetin dışişleri bakanı Hoşyar Zebari’nin AFP’e yaptığı açıklamaya göre, görüşmelerde İran ile Irak arasındaki sınır güvenliği sorunu da ele alındı ve iki ülke arasında güvenlik işbirliğini ve istihbarat paylaşımını sağlayacak bir alt komisyon oluşturuldu. Ajanslar ABD yetkililerinin, bu görüşmeler hakkında yorum yapmaktan kaçındığını bildirdiler.