
“Bugün devrimcilerin görevi İran ve İsrail’de iç savaş çıkarmaktır” diyen biri, kendi varlığı hükmünce, ABD-İsrail ile birlikte İran’a yıkıcı saldırı görevi ifa etmektedir. Bu basit bir aritmetik gerçektir. Zira bugün, İsrail’deki kahrolası rejimin değil İran’daki −kahrolası!− mollalar rejiminin yıkılması ihtimal dahilindedir. Bu ihtimalin ateşine sözle bile olsa odun taşıyan kimse, Siyonist İsrail’in güçlenmesine hizmet etmektedir. Bugün, gerçekten yıkılma ihtimali olan İran ile, bırakalım kendi tamamen gayrı meşru ülkesinde yıkılma ihtimalini, İran topraklarına egemen olma ihtimali olan İsrail (ve ABD) arasında eşit mesafede durmak, İran’a düşman, İsrail’e asker olmaktır.
Bugün, her iki ülkede iktidarlara karşı devrim için mücadele etme görevini hatırlatan bir sosyalist, gerçekte, hiçbir ihtimal olmadığı için İsrail’de bir devrimden değil açık ve çıplak olarak İran’da bir devrimden bahsetmektedir. İran’da devrim? Bugünkü koşullarda İran’da bir devrimin ne olacağını Netanyahu haykırıp duruyor kaç yıldır zaten: İran halkı; özgürleşin!
Netanyahu adındaki sırtlan, bütün bölgede özgürce meleyen koyunlar arıyor; hangi güçler ortamında yaşadığından bihaber birtakım sosyalist ise bu koyunların özgürce meleşen kuzuları konumundadır bugün.
1914’te Marksizmin temsilcisi İkinci Enternasyonalin ezici çoğunluğu emperyalist savaş çıkınca kendi ülkelerinin askerlik şubelerine −fiilen ya da yazılarıyla− koşmuştu. Deli kabul edilen Lenin ile bir avuç Marksist kalmıştı dünyada “haksız savaşın askeri olmayacağız, kendi ülkelerimizdeki devletin düşmanı olacağız” diyen.
1990’larda İkinci Enternasyonalciler “Ne Sam ne Saddam” diyenlerdi. (Üstelik aynı aymazlık ya da arsızlıkla, “ABD emperyalizminin ezici varlığını ihmal ediyorsunuz” diyenleri İkinci Enternasyonalcilikle itham ederek.) O gün Saddam’a ve ABD’ye güya eşit ölçüde düşman olduğunu söyleyenler ABD’nin elbette elde silahlı askeri bile olamadılar; onlar ABD’nin kültür askeri oldular ve sol kamuoyunda birer zehirli militan olarak dolaştılar.
Lenin’in Birinci Emperyalist Savaşta her biri kendi ülkesinin ardına dizilen İkinci Enternasyonalcilerle o güne kadar müthiş bir devrimci pratik içindeyken devletlerine desteğe koşan anarşistlere karşı kaldırdığı devrimci bayrak, bugün İran ile İsrail’e karşı iç savaş çıkarma ve her bir ülkede devrim çağrısı yapanlara karşı yükseltilmelidir. Lenin, daha dün devrimciliğin yüzakı bu kimselere artık “siper anarşistleri” diyordu. Bugün, “Ol mahiler ki derya içredirler deryayı bilmezler” diyeni haklı çıkararak, kucağında oturdukları devletlerin siperlerinden İran devletine, Kuzey Kore devletine, Rusya devletine veryansın eden anarşizanlardan, özgürlükseverlerden, ulus-devlet düşmanlarından geçilmiyor ortalık.
Güçler tablosu her şeyi açıklamaktadır. İlk olarak, savaşın İran ile İsrail arasında cereyan ettiği söylenerek hangi tarafta olunduğu ilan edilmektedir. (Aynıları, Rusya ile savaşanın da Ukrayna olduğunu söylüyordu aynı zihniyetle.) Bu savaşta ABD’yi operasyonel bir güç olarak saymamak zaten baştan tarafını yüksek sesle belli etmektir. ABD’yi görmeyenlerin, aymazlık ya da farkındalıkla, baştan ABD’nin kültürel, politik falan askeri olduğunu teşhis edebiliriz. ABD’nin engin uygarlığının nice Marksisti, komünisti, komünalisti, feministi, ekolojisti, anarşisti asker olarak yazabildiğini biliyoruz.
Açık ve çıplak gerçek şudur: Bugün savaş İran ile ABD-İsrail arasındadır. Peki, emperyalist olduğunu söylemekten adeta usul dersini başarıyla icra etme tadı aldıkları Çin ile Rusya nerededir? Ey gözleri körleşmiş, kulakları sağırlaşmış Batıcı solcular; Çin ile Rusya İran’a ne gibi yardım yapıyor? Birtakım söylentiler dolaşıyor, Çin’den kargo uçaklarının İran’a geldiği yolunda. Umarız bu kadarı gerçektir. Ama hayır; Çin ve Rusya İran’la birlikte savaşmak bir yana, bu ülkeye ne yazık ki anlamlı bir yardım dahi yapmıyor, yapamıyor. Keşke yapsalar. Keşke, Yanki ve Siyonist düşman Gazze’yi sonsuz bir rahatlıkla bombalayamasa, Suriye’de serbestçe askeri manevra yapamasa ve İran’a saldırmanın bedelinin pek ağır olduğunu iliklerinde duysa.
ABD, Gazze’den İran’a kadarki operasyonunda İsrail adındaki Siyonist varlığa şöyle ya da böyle yardım etmekle mi yetiniyor bugün? Açık ve çıplak yanlış algı ya da çarpıtma! ABD ile İsrail bir iş bölümü yaparak savaşıyor İran’la.
Daha dün Trump’ın Hamaney’le ilgili dediğini duymadı mı kulaklarınız? Siz farkında mısınız; yalıtmak bir an mümkün olsa, İsrail ile İran değil, ABD ile İran’ın savaşına eşit mesafedesiniz. Yani böylece siz farkında mısınız; ABD’nin yanındasınız fiilen, politik ve ahlaki olarak. Bundan âlâ İkinci Enternasyonalcilik mi olur! Eşit olmayanlara eşit davranmanın en büyük eşitsizlik olduğunu ilk sosyalistleşme aşamalarında duymadınız mı, öğrenmediniz mi?
Günümüzün İkinci Enternasyonalcileri, tam da o pek sevdikleri enternasyonalizm sözü ve pek nefret ettikleri yurt, yurtseverlik, yerlilik sözleriyle ABD-İsrail enternasyonalizminin ya da kozmopolitizminin sancak çavuşluğunu yapıyor. ABD ile İsrail el ele veriyor ve bölgedeki gerici, halk düşmanı ulus-devletleri yok ediyor işte; bundan âlâ enternasyonalizm mi olur, değil mi bugünün İkinci Enternasyonalcileri!
Siz tabii Lenin’in anayurt savunması anlayışıyla, haklı savaş değerlendirmesiyle, gerici de olsa yurdunu emperyalistlere karşı savunanları destekleme yaklaşımıyla ilgilenmezsiniz. Neyinize gerek ABD ile İsrail gerici ulus-devletleri dümdüz ederken Leninist yurtseverlik görüşleri.
İki devrimci örgütün sakınımlı adımları
MLKP, haklı ve haksız terimlerini nihayet her iki taraf için kullanmayan bir açıklamayla “İsrail ve ABD’nin İran’a karşı başlattığı haksız savaş”tan söz etti. Ama Leninist taktikten ne anladığına ilişkin kuşkulara yol açması kaçınılmaz olarak, “İsrail-ABD blokuna karşı olduğu gibi, politik İslamcı molla rejimine karşı da mücadeleyi yükseltme” çağrısı yaptı. Taktiğin anlamı, gücü ve başarısı hedefi tekleştirmek, kafayı berraklaştırmaktır. İran’daki bir devrimciye hem İsrail-ABD’ye hem de aynı zamanda İslamcı devlete karşı mücadeleyi yükseltmenin nasıl olacağını öneriyor MLKP?
Bu, iki bakımdan sorunludur; öncelikle haksız bir saldırıya uğrayan yani mefhumu muhalifiyle kendisi haklı bir savaş yürüten İran’a karşı bu konjonktürde mücadele neden özel olarak yükseltilsin? Öte yandan, İranlı devrimcilerin enerjilerini bölecek bir eyleme geçmelerinin teknik rasyonalitesi nedir?
Yoksa, İran devletine karşı mücadeleyi yükseltme çağrısı yapılmamasının mollaların devletine tabi olmakla itham edileceğinden mi çekinilmektedir? Bu, çoğu örnekte doktrin haline getirilmiş Marksist literatürü son derece esnek Leninist taktiğin önüne çıkarma şeklinde yaygın ama basit bir tereddüt gibi görünüyor. Düşmanlara karşı bağımsız varlığımızı korumamızın koşulu, her an ve an onlara karşı ayrımsızca yükseltilen mücadele midir? Bir örgütün kendi bağımsız varlığını bu ölçüde güvensiz sayması hayra alamet değildir. Molla rejimine karşı mücadele −saldırı hali saklı kalmak kaydıyla− operasyonel olarak pekâlâ bir konjonktürde askıya alınabilir ve bütün eylemli enerji haksız savaş yürütenlere karşı yoğunlaştırılabilir.
Yaptığı açıklamada TKP/ML de İran’da mızrağın sivri ucunun saldırgan ABD-İsrail’e karşı yöneltilmesi gerektiğini belirtiyor ama bu vurguyu zayıflatan tipik tereddüdü sergiliyor.
Bu partiye göre, “Ortaya çıkan derin politik çatışma, boşluk ve kaos içinde İran halkının Siyonist saldırıya karşı yoğunlaşırken, bağımsız çizgisiyle kendi egemenlerine karşı devrimci programla savaşım sürdürmesi meşru, hak ve görevdir.” Devam ediyor ve şunları söylüyor TKP/ML açıklaması: “Bu koşullar içinde dahi İran’da halkın ve ezilen ulusların kurtuluş için isyan etme, savaşım sürdürme hakkı vardır. Siyonist saldırganlığa okun sivri ucunu yöneltmek, bu tutumla asla karşıt değildir.”
TKP/ML’nin tutumunun basit “ne o ne bu”culuktan zayıf da olsa farklı olduğunu söylemeliyiz, ancak bu parti de taktiğin gereğini yapmayan, açık ve net olmaya cesaret edemeyen bir manzara arz ediyor. Siyonist saldırıya karşı yoğunlaşırken, İran’daki egemenlere karşı devrimci savaşım yürütülmesi salık veriliyor. Nasıl olacak bu? Mızrağın sivri ucu Siyonist düşmana yöneltilirken arka tarafı da mollara mı yönelecek? Taktiğin ikili yürütülmesi gereken konjonktürler olabileceğini gözden kaçıramayız ama bizatihi kendi koyduğu önceliğin mantığının, saldırı koşulları hariç olmak üzere, zayıflatıldığı da gayet açıktır.
Soyut olarak, İran’da şu koşullarda iktidara yürüyebilecek ve onu fethedebilecek bir devrimci gücün varlığından söz edebilseydik, dar konjonktürde mücadele mızrağının sivri ucunun molla rejimine yöneltilmesinin gereğini ileri sürebilirdik. Ancak Trump ve Netanyahu’nun çağrısına kulak verenler dışında buna ilişkin ne bir güç ne de bir iddia var.
Sorunla karşılaşmaktan kaçınmak için TKP/ML açıklaması karşı seçeneğin sadece “İran rejimi etrafında kenetlenmesini salık vermek” olduğunu, bunun da mücadeleye ihanet çağrısı olduğunu söylüyor. Hayır arkadaşlar; önerdiğiniz tereddütlü taktiğin alternatifi neden İran rejimi etrafında kenetlenmek olsun? Özneliğin yani bağımsız varlığın korunması her halükârda vazgeçilmez koşuldur. Bağımsız varlığını oluşturmuş ve bunu güvencelemiş bir devrimci hareketin İran devletiyle ittifakıdır bugün meşru olan. Bu sırada İran devletine karşı mücadele yükseltilmez, tersine askıya alınır, ve ancak onun bağımsız varlığımıza dönük saldırıları karşısında mücadele verilir.
Taktiğin indirgenemez özelliği
Taktik ile strateji arasındaki fark zaten konjonktür ile süreç arasında bir ayrım olduğu ve bu ikisinin arasındaki ilişkinin bir indirgemeye izin vermediği anlamına gelir. Taktik stratejinin basit ve yalınkat uygulaması olsaydı her şey gibi devrim de çok kolay olurdu. Taktik genel olarak stratejiye aykırı görünür ve bu yüzden örgütlerde ayrışmalar genellikle konjonktürlerde izlenen taktiklerden dolayı olur. Taktik, stratejik düşmanların topunu birden değil, düşmanların bir somut andaki kısmını karşıya almayı öngörür. Her an bütün düşmanlara karşı mücadele verilemez. Baş düşman terimi bu bakımdan çok elverişlidir ve düşmanları taktik politik tutum bakımından ayırmaya olanak sağlar. Ancak baş düşman anlayışı, ikincil düşmanla özdeşleşmeyi öngörmez. Hatta ikincil düşmanla ittifakı bile her zaman göz önüne almayı gerektirmez; onu sadece tecrit etmeyi, bir anlamda karşıdaki baş düşmandan ayırmayı gözetir. Ancak bazı konjonktürlerde, ikincil düşmanla ittifak gündeme gelebilir. Hatta bir önceki konjonktürde baş düşman olan artık ittifak olanağı aranılan bir güç haline gelebilir. Bu devrimci tarihte genellikle işgal koşullarında gündeme gelmiş örnekleriyle belleğimizdedir. Bu konjonktürlerde ikincil düşmana karşı operasyonel düşmanlık gözetmek genellikle gerekmez. Onunla mücadele yükseltilmez; tersine onunla mücadele mümkün mertebe askıya alınır. Baş düşman dışındaki düşmanla mücadeleyi yükseltmek açıkça mücadeleyi dağıtmak, zora koşmak anlamına gelir.
Öte yandan, bir ittifak ancak ittifak yeterliğine sahip olmakla mümkündür. İttifak yeterliği, ittifak edeceğin güç karşısında az çok dengeleyebilecek kendi gücünün varlığı demektir. (Kürdistan Özgürlük Hareketiyle Türkiye devrimci hareketine mensup örgütlerin ittifakı bu bakımdan doğa olarak ağır sorunlar doğurmuştur.)
İran’ın askeri mi olmalı?
Biz İran iktidarının haklı bir savaş yürüttüğünü söylerken, Tahran’daki askerlik şubelerine koşmayı salık verseydik, ABD-İsrail askerliği ölçüsünde olmasa bile İkinci Enternasyonalci ve politik olarak sıfırlanmışlar olurduk. İran’ın İsrail-ABD’ye karşı savaşının meşruluğu, bir devrimcinin İran devletine asker yazılması anlamına gelmez. Her şeyin başı ve sonu, basit olarak, ayrı varlık olmaktır; İran’ın askeri olunması özne niteliğinden vaz geçmek anlamına gelir.
İdeal olarak kasıt, bütün dünyaya karşı varlık hakkını mutlak olarak savunan bir komünist devrimci parti ve onun silahlı güçleridir. Dünya komünist hareketi tarihinde, destek verilen dış gücü rahatsız etmemek için örgütlerin feshedildiği gayet yanlış ve vahim uygulamalar olduğunu biliyoruz. Ancak bu uygulamaların ve uygulamaya yol veren yaklaşımın bize temelden uzak olduğunu bir kez daha belirtmeliyiz. Örgütsel bağımsızlık, salt bir düşman devlete karşı değil, en yakın dost varlığa karşı bile, hatta başka bir ülkedeki önder sayılan Marksist partiye karşı bile ön koşulken, şu konjonktürde İran’a desteğin Devrim Muhafızları Ordusuna asker yazılmak olarak anlaşılması, ancak az önce sözünü ettiğimiz Komintern kültürünün kötü yanından kendini kurtaramamış sosyalistlere özgü olabilir.
Devrimciye düşen, bağımsız örgütü ve silahlı güçleriyle İran devlet güçleriyle ittifak kurmak ve ortak düşmana karşı savaşmaktır. Bunlar yoksa yani devrimci bir örgüt ve devrimci silahlı güçler yoksa, bu görüşleri savunarak bu güçleri oluşturmak için uğraşılmalıdır.
Peki Kürdistan Özgürlük Hareketi?
Bütün bölgenin devletler ve onların dışı ya da karşısındaki toplumlar olarak ikili homojen bir tablodan ibaret olduğunu hiçbir zaman düşünmedik. Başta Kürtler olmak üzere, bölgede ezilenler tarafının tek bir operasyonel ilkede birleştiriciliğe sığmadığını baştan beri söyledik. Bu yüzden, birleşik devrim gibi anlayışların, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde gerçeğin karmaşık ve katmanlı yapısını görmediğini belirttik.
Kürtlerin her zaman özgül, kendi başlarına bir çelişki ve dinamik yaşadığını, tabii uygun devrimci ölçü ve ölçeklerde, dile getirdik. Dolayısıyla, bir bölge devletindeki “hâkim ulus” devrimcisinin ABD ya da başka emperyalistlere yaklaşımıyla Kürtlerinkinin farklı olmasının meşru olduğunu ama bunun önemli zorluklar yaratmasına karşın bir karşıtlık, karşı cephelerde bulunmak anlamına zorunlu olarak gelemeyeceğini söyleyegeldik.
Ne vaktinde Irak’ta Saddam’a karşı saldırıya geçen ABD emperyalizmi karşısında Güney Kürdistan örgütlerinin özgüllüğünü reddeden yaklaşım içinde olduk, ne dün karmaşık güçler ilişkisi içinde varlık kazanmaya çalışırken ABD ile ittifak yapan Rojava Kürt Hareketi karşısında dar bir anti-emperyalizm güdenlerin arasında yer aldık, ne de bugün İran’da Kürtleri Tahran’ın gerçeği üzerinden oluşturulacak kalıba sokma çabasındaki yaklaşımlar içindeyiz. Kürtler, tarihsel meşruiyetlerine uygun olarak, Saddam yıkılırken Irak’ta ABD ile birlikte Arap bölgelerinde operasyon yapmadı ve kendi topraklarında varlıklarını inşa etmeye koyuldu.
Bu açık gerçeklere karşın, özellikle Kürdistan Özgürlük Hareketinin geniş varlığı çerçevesinde zaman zaman önemli sorunlar yaşandığı görüşündeyiz. Bu hareketin çeşitli temsilci ya da bileşenlerinin birbirinden farklı hatta aykırı görünen görüşler beyan ettiğini görüyoruz. Öcalan’ın açıklamalarına göre, Kürt Hareketinin bölgede asıl olumsuz dikkati İsrail’e yönelmelidir. Buna karşılık PJAK’ın açıklamasına bakarsak, İran’da devrim için hazır İsrail-ABD fırsat yaratmışken başka güçlerle birlikte bir cephe oluşturmak gerekiyor.
PJAK, İsrail-ABD’nin başlattığı savaşın İran’ın yayılmacılığının sonucu olduğunu bile söyledi: “Bu, halklar ve uluslar için bir kurtuluş savaşı değil, güç ve çatışan çıkarlar savaşıdır. İran halkının acılarını hiçe sayan, İslam Cumhuriyeti’nin yayılmacı ve savaş çığırtkanlığı politikalarının bir sonucu olarak patlak verdi. Yöneticiler bu savaşı başlattı ve maliyeti zaten sosyal ve ekonomik krizlerle boğuşan halk tarafından karşılanıyor.”
Yayılmacılık sözünü telaffuz ederken aklınıza İsrail ve ABD gelmiyor mu gerçekten “hevaller”. Bu mu gerçek duyunuz!
Kürt Hareketi Gazze’de başlayan savaşa karşı, kendi paradigmasına bizce aykırı olarak, ezilenlerin birliğini gözetmeyi başaramadı ve sadece kendi gerçeğine saplanıp kalmış bir tepki verdi. Ancak bu tutum hareketin ilan ettiği bölge yaklaşımına aykırı olmasına karşın bile meşruydu. Hareket, Gazze’nin yarattığı cepheleşmede yer almasının kendi varlığına zarar verebileceğini görüyordu. (Şu son haftalarda, İmralı’dan gelen mesajlardan sonra Kürt Hareketinden bazı figürlerin nihayet Gazze soykırımından bahsetmesinin manidar olduğunu da kaydetmek gerek.)
Bu bağlamda, İran ya da başka bir yerde, Kürt Hareketinin kendi bölgelerinde doğabilecek bir boşluğu doldurmasının ona anasının ak sütü gibi helal olduğunu bir kez daha söylemek tarihsel yükümlülüktür. Ancak, bugün İran yıkıcı saldırı altındayken PJAK’ın “İran Demokratik Cumhuriyeti” çağrısı adeta ABD-İsrail operasyon odasına bir mesaj işlevi görüyor.
Kürt Hareketine eklemlenmek
Sorunun çok önemli bir boyutunu, birçok devrimci ve sosyalist akım nezdinde, Kürdistan Özgürlük Hareketinin bölgedeki büyük gücünün etkisiyle bağımsızlığın yitirilmesi ve bu hareketin aklıyla düşünür, gözüyle görür ve sözüyle konuşur hale gelmek oluşturmaktadır. Ancak sorun, Kürt Hareketinde organik olan bir öğenin ona öykünenlerde bütün yapaylığıyla sırıtmasıdır. Kürt Hareketi yanlış da yapsa bir gerçek gücün ve gereğin yanlışını yapıyor; oysa Kürt olmadan Kürtçe düşünmeye çalışanlarda ilk göze çarpan ve süreç boyunca varlığını koruyan bir yapıntılık izleniyor.
Kendi gerçeğimiz üzerinde kendi ayaklarımızla durmaz, kendi başımızı kendi omzumuzda tutmazsak ne Kürt Hareketine yararımız olur ne de olası bir devrimci dinamiğe.
Kürt Hareketiyle en iyi dayanışma ondan bağımsız olmayı kıskançlıkla koruyarak yapılandır. Bağımsız olmanın salt bir soyut ilke bakımından değil özgüllük ayrımından kaynaklanan bir nesnel politik gerekçesi de vardır. Eğer bütün bölgeyi Kürt gerçekliğinden görmenin tek devrimci seçenek olduğunu savunuyorsanız bir an bile durmayın ve Kürt Hareketine dahil olun. Yok, bu ayrılığın nesnel gereğine inanıyorsanız Ankara ve Tahran’daki duyuş ve düşünüşün ontolojik olarak Rojhilat ve Bakur’dan ayrı olduğunu savunuyorsunuz demektir. O halde gereğini yapmak için uğraşın.
Kahredici güçsüzlüğümüz
“Ne ABD ne İran” şiarını hâlâ inanarak atmayı sürdüren pek enternasyonalist sosyalistlerimizin hümanist ve özgürlükçü duyularına sesleniyoruz: Gazze’deki onbinlerce çocuğun kanıyla bugün İran topraklarına taşınmaya çalışılan savaşın sıcak, açık, dolaysız bağını da mı görmüyorsunuz? Ama siz aynı hümanizmle Molla Rejiminin astığı ve işkence ettiği Kürtler ve komünistleri vuracaksınız yüzümüze. Yarışta hangi acının galip geleceğini elbette siz bilemezsiniz özgürlükçü ve hümanist kozmopolit komüncüler. Yüreğiniz dayanmaz bu soğuk hesaplara. Sizin yerinize soğuk aklın hesapları zaten ABD ve İsrail’in operasyon odalarında yapılıyor. Size güzel hülyalara dalmak ve acı gerçeklerden kaçmak, oyun odası gerçekleri düşüyor. Ne güzel bir iş bölümü!
Bize ise kahredici güçsüzlüğümüz kalıyor gerçeğin kendisi karşısında.
Kaynaklar
https://x.com/TKPML_4/status/1934602759497748590?t=lmXp3zGYNU0cz6eLQDvOcQ&s=08
https://nupel.tv/pjak-iran-rejiminin-baslattigi-savasin-faturasini-halk-oduyor/