Ana SayfaKürsüEfsunlu Rüyalardan Gerçek Kâbuslara: İzmir Grevi ve Sol

Efsunlu Rüyalardan Gerçek Kâbuslara: İzmir Grevi ve Sol

İzmir Büyükşehir Belediyesinde örgütlü DİSK’e bağlı Genel-İş’e üye işçilerin grevi Türkiye sol ve devrimci hareketini bir kez daha efsunlu rüyalara gark etti. Herhangi bir konjonktüre metafizik bir yapısallık atfetmeye dünden razı sol ve devrimci hareket bu grevi de istisnasız ve eleştirisiz biçimde destekledi. Özellikle grev ya da bir işçi direnişine atfedilen önsel ve soyut dokunulmazlık, sol ile devrimci hareketin mensuplarına, bekledikleri o büyük günün gelmekte olduğuna dair umutlarını tazeleyerek içinde bulundukları kâbustan, bir kez daha, kaçış imkânı verdi.

Greve dair alınan pozisyon Türkiye sol ve devrimci hareketi için iki açıdan bir turnusol kâğıdı işlevi görerek hem ideo-politik ayrıksılıklarını tahkim etmelerine olanak verdi hem de politik olarak geleceğe kaçmaları için bir imkân sağladı.

Bunların yanında, greve dair aldığı pozisyonla, Türkiye sol ve devrimci hareketi, içerisinde bulunduğu ve varlığını kabullenmek istemediği teorik ve politik sorunlarla, yine bir kez daha, baş başa kaldı.

Sendika gibi düşünmek, sendika gibi davranmak

Buna karşılık, İzmir grevinin örgütleyicisi sendikaya eyleminden dolayı bir eleştiri yöneltmek ne mümkündür ne de gerekli. Bu olay nezdinde DİSK, dünyada kurulan ilk sendikadan beri, bir sendikanın yapması gereken şeyi yapmıştır ve örgütlü olduğu yerde üyelerinin ekonomik ve sosyal haklarının iyileştirilmesi için hareket geçmiştir. Hatta bunu yaparken amacının da, hiçbir şüpheye yer vermeyecek biçimde, salt ekonomik bir talebi yerine getirmek oluştuğunu belirtmiştir. Gerçekten de Genel-İş İzmir 2’nolu Şube Başkanı tek dertlerinin ‘eşit işe eşit ücret’ olduğunu herkese ilan ederek ortaya koymuştur[1]. Bir sendikadan ya da bu sendikaya üye işçiden, hele ki bu sendika ve üyeleri Türkiye’de ise, içinde bulunduğumuz dönemde ekonomik talep dışında bir şey beklemek, baştan beri şapkada olmayan tavşanı şapkadan çıkartmak anlamına gelecektir. Bir sendika ancak bu kadarını düşünebilir ve bu kadarını eyleyebilir.

Ama sendika için doğal olan bambaşka bir iddiaya sahip olan sol ve devrimci hareketin üyeleri için de doğal sayılabilir mi? Bu eylemle kendileri yapmışçasına özdeşleşmek ve grev hakkında eleştirel yaklaşımda bulunan herkesi meczup ilan etmek sol ve devrimci hareket için doğal bir davranış olarak mı değerlendirilmelidir?

Teorik terennüm ve ideo-politik sefalet

Elbette, varlık koşulu ve tanımı işçicilik olan birtakım politik yapıların aldığı pozisyonun da tıpkı sendikanın pozisyonu gibi eleştiriden azade olduğunu belirtmeliyiz. Sonuçta herkes iddiası kadar yaşıyorsa, bu ekipler de ortaya koydukları iddia kadar yaşayacaklardır. Aslında burada bu ekipler açısında tuhaf olan, kıyısından köşesinden kuyrukçuluklarını yaptıkları grevlerde üye oldukları sendikaya karşı işçilere haklarını hatırlatmalarıdır; sanki o sendikanın bu konularla uğraşan uzmanları yokmuş gibi ortada pazarlığı yapılan haktan daha fazlasının olduğunu söyleyerek, sendikadan rol çalmak ve sınıf içinde örgütlendiklerini düşünmek bunların alameti farikasıdır.

Burada asıl konuşulması gereken ise reformist ya da devrimci olsa da kendilerine politik bir rol biçen, politik haklar için mücadele ettikleri iddiasıyla ortaya çıkan yapıların, işçi sınıfının sosyal anlamda bir karşılığı olan ama politik olarak sıfır noktasının, tarihsel bakımdan, çok da üzerine çıkaramadığı bilincini allayıp pullayarak politikleştirmeleridir. Bunu yaparken neler söylenmemektedir ki, yerelin de yerelinde gerçekleşmiş bu grevin “tüm işçi sınıfının kazanımı olacağı ve dayatılan koyu karanlıkta bir gedik açacağı[2]” mı; bütün emekçilerin ücret zamları için eylem yapmalarını, örgütlenmelerini, mücadele yükseldiğinde ücretlerin de zaten kendiliğinden yükseleceğini ve −ezilenin diğer ezilenin kurdu olduğundan bile habersiz biçimde− işçi sınıfı dışındaki ezilenlerin ona çemkirmemesini ya da efendi karşısında bir kölenin diğer köleyi kınamasının ahlaki bir düşkünlük, bir tür elitizm olduğunu söylemek[3] mi… Ve daha neler neler…

Tüm bunlar göz önüne alındığında akla gayet basit bir soru gelmektedir: Marksist olduğunu ilan eden bir yapının görevi işçi sınıfını, Lenin’in ifadesiyle, iktisadi bilincini artırarak tedricen politikleştirmek midir yoksa ona tam anlamıyla dışarıdan politik bilinç aşılamak mı? İkinci seçeneğin, sol hareketin “solduyusu”na aykırı geleceğini, Lenin gibi güçlü bir referansa rağmen, biliyoruz.

Lenin’in, oldukça kolay anlaşılması gereken ama şu konjonktürde hiçbir yapının anlamadan terennüm ettiği ortaya çıkan bir önermesini bir kere daha hatırlatalım: “İşçiler arasında sosyal-demokrat bilincin olamayacağını söyledik. Bu bilinç onlara dışarıdan getirilmeli[dir][4]”. Lenin sadece bunu söylemez, bu cümlenin devamında sendikal bilinci ve mücadeleyi, politik temelde, adeta hor görür. Hatta bununla da kalmaz bir de ‘elitizm’ yapar: “sosyalizm teorisi, mülk sahibi sınıfların eğitim görmüş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından geliştirilen, felsefi, tarihsel ve iktisadi teorilerden doğup gelişmiştir. Toplumsal konumlarıyla, modern bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels’in kendileri de, burjuva aydın katmanından doğmuştur[5]”.

Olmayan tavşanın o şapkadan hiçbir zaman çıkartılamayacağından bahsettik; bu doğrultuda da hiçbir zaman politik olmamış bir bilinç nasıl politikleştirilecektir? Türkiye sol ve devrimci hareketinin geniş kesimlerinde Lenin’in düz okunup ters anlaşıldığı, işçilerin iktisadi bilincinin gelişerek politikleşeceği sanılırken komünist teorinin felsefi, tarihsel ve iktisadi teori olarak işçi sınıfının dışında geliştiğinin unutulduğu izlenimi belirmektedir. Lenin’in Ne Yapmalı?’da yaptığı tartışma ne teorik olarak çürütüldü ne de tarihin yenilgilerinde eskidi.

Üçüncü Yolcular

İzmir grevinin Türkiye solu ve devrimcileri için kullanışlılığı burada bitmemektedir. İşçilere politikleştirilmiş sendikal bilincin taşınma çabasının bir de ödülü olmalıdır; bu bilinci getirenler ne burjuva iktidara ne de burjuva muhalefete ram olmaktadırlar. Onlar Üçüncü Yolculardır. Zaten AKP ile CHP madalyonun iki yüzüdür ve iş emekçinin hakkını vermeye geldiğinde hepsi birbirinin aynısıdır. Hele bir de grev gibi kritik sınıf momentlerinde, aralarındaki burjuva ideolojik ayrımlar bile bir kalemde silinir[6].

Burada Üçüncü Yolcu olmak, burjuva iktidar ve muhalefetten ayrı bir düzlemde bulunmak anlamına gelmektedir. Bunun için ne yalnızca niyet ne de politik olarak daha doğrucu olmak yeterlidir. 19 Mart süreci ile başlayan toplumsal hareketlilik ve bu hareketliliğin başını çeken ve ona açıkça yön veren CHP’den ayrı ve bağımsız olmanın gereğine kim söz edebilir. Ama bu, söz konusu konjonktür göz önüne alındığında, işçiye daha fazla para verilmesini istemekle ya da ona daha fazla hak talep etmekle mi olacak? Burjuva düzlemde olsa bile iktidar ve muhalefet ayrımı yapmamanın anti-politik bir tavır olduğu görülememektedir? Aslında amaç Üçüncü Yolu politik olarak çizmek değildir; Üçüncü Yol ahlaki ve politik doğrucu bir yoldur.

Orta sınıfın çöktüğü, asgari ücretin genel ücret sınırı halini aldığı, kayırmacılığın, torpilin artık açık norm olduğu ve diplomaların neredeyse tuvalet kâğıdından daha da kıymetsizleştiği bir dönemde, gerek işçilere Üçüncü Yolu göstermek gerekse genel ekonomik huzursuzluğun tavan yaptığı topluma bir grevi desteklemek zorunda olduğunu kabul ettirmeye çalışarak onun bir kısmını elitizm ile suçlamak politik değil ahlaki argümanlardır.

O zaman ahlaki bir öneri

Peki, o kadar atıp tuttun senin önerin nedir? Bu soru da, bu makalenin yazarının sorduğu sorular kadar meşrudur ve cevaplanması gerekmektedir.

Geçen günlerde Fransa’nın Marsilya şehrinin Fos Körfezi Limanında Fransız Genel İşçi Sendikası’na (CGT) üye işçiler İsrail’e gönderilecek silah yedek parçalarını yüklemeyi reddederek fiili bir iş durdurmaya gittiler[7]. Aslında bu ilk değildi, daha önce Hollanda, yine Fransa, İtalya gibi ülkelerin liman işçileri çeşitli defalar böylesi sevkiyatları yapmayı reddettiler. Hatta Yunanistan Komünist Partisi (KKE) üyesi işçilerin NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı verdiği emperyalist savaşa giden gemilerine yükleme yapmadıkları görüldü.

İsrail’in Gazze Şeridinde artık soykırım, yerinden etme ya da başka bir siyasi terimle açıklanabilmeyi çoktan aşmış vahşetine dair ülkemiz İslamcılarının iğrenç ikiyüzlü tavrı uzun zamandır ortada. Türkiye’de İsrail ile ticaretin sürdüğü ve ticaretin nerelerden ve neleri kapsayarak yapıldığı da ortada. Ve yine Türkiye’de ne sendikaların ne de işçilerin İsrail’e gidecek malların üretildiği fabrikalarda ya da bunların sevk edildiği noktalarda bugüne kadar bu vahşete karşı herhangi bir tepki koymadığı da ortada. Biz yine de sendikalara ya da işçilere çok yüklenmeyelim; ne de olsa onların eylemlerindeki amaç ve sınırlar, bu yazıda oldukça kabaca çizilmiş olsa da, tarihsel ve sosyal olarak bellidir.

Bizim sözümüz bu toprakların devrimcilerine ve solcularınadır. Bu yapılar, aslında çok da sevmedikleri sendikaları aşarak işçi sınıfına gidebilirler. Burada onların sırtına bindirilecek fazladan bir yük de yoktur, hatta politik bir duruş sergilemeleri de zorunlu değildir. İzmir grevinde sergiledikleri ahlaki-politikleştirmeyi aynen izleyerek, doğrudan ve hiçbir şey değiştirmeden işçilere gidebilirler ve İsrail’e ihracatın ana üretim ve sevkiyat alanlarında çalışan işçileri –bizzat o işçileri de rahatsız ettiği düşünülebilecek– bu vahşete karşı fiili greve, iş bırakmaya yönlendirebilirler. Yani, kabaca olsa da, işçilere bir kez daha dışarıdan bilinç taşımalarına gerek kalmadan, ellerindeki gerçek ahlaki argümanı kullanarak ve ‘insan’ olmaktan gelen yükümlülüklerini hatırlatarak, onları eyleme sevk etmeyi deneyebilirler. Başarmaları halinde, değil İzmir grevi bin tane grevden daha politik bir iş yapacakları kesindir. Böylesi bir durumda Türkiye sol ve devrimci hareketinin büyük çoğunluğu belki efsunlu rüyalardan uyanabilir ve gerçekliğin kâbusuyla yüzleşmeye cesaret edebilir.


[1] https://sendika.org/2025/06/izmirde-grev-sona-erdi-yuzde-30-zam-ve-yuzde-19luk-enflasyon-farki-kabul-edildi-727484

[2] https://kizilbayrak84.net/ana-sayfa/haber/sinif/izbb-grevinin-bir-kez-daha-gosterdigi-gercekler

[3] https://ehp.org.tr/aciklama/232/yoksulluk-sinirinda-yasayanlara-gundelik-haya

[4] Lenin, V, I. (2016) Ne Yapmalı? Sol Yayınları, Ankara, s. 38.

[5] Ne Yapmalı? s. 39.

[6] https://etha55.com/haberdetay/ebru-yigit-yazdi-tugay-ve-erdogan-ayni-oranda-demokrat-ayni-oranda-isci-dusmani-206186

[7] https://www.birgun.net/haber/fransa-da-liman-iscileri-israil-e-giden-gemiye-silah-parcalarini-yuklemeyecek-soykirima-ortak-olmayacagiz-628395

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar

Silahlara Veda

“Vasat Ümmet” – III

Bayram Ola