Ana SayfaGüncel YazılarAlgılardaki Kaypakkaya ve Kaypakkaya’nın Algısı

Algılardaki Kaypakkaya ve Kaypakkaya’nın Algısı

Üzerinden geçen yarım yüzyıl ve üstelik sürekli olarak da gündemde olması sonucu, Kaypakkaya’nın yapıtının süzülerek yalınlaşmasını ve yapıtın kendisi ile algılanışı arasındaki açının kapanmasını beklemenin saflık yanında yanlış bir tarih anlayışına dayandığı bir kez daha açığa çıktı. Buna, geçen günlerde, Kaypakkaya’nın ölüm yıl dönümü üzerine yayınlanmış iki yazı örneğinde tanıklık ettik. Kaypakkaya’nın tezleri onun ölümünü izleyen aylardan başlayarak, başta yoldaşları olmak üzere sol kamuoyunda −yerinde ve doğru olanlara ek olarak− çeşitli yanlış ve uygunsuz algılara, anlamalara ve yorumlara konu oldu. Giderek bir Kaypakkaya klişesi oluştu.

Söz konusu iki örnekten birini, Kaypakkaya ile tanışarak yoldaşlık yapmış da olan ve Türkiye’de 1971’den bu yana kesintisizce örnek bir devrimci yaşam sürmüş Ziya Ulusoy’un Yeni Yaşam gazetesinde Deniz Bakır’la yaptığı söyleşi, ötekini, yine aynı gazetede, Kaypakkaya’nın ardılı bir politik yapıyı temsil ettiğini kabul ettiğimiz Deniz Aras’ın yazısı oluşturuyor. Erişim bilgileri bu metnin sonunda verilen her iki yazıda Kaypakkaya üzerine katıldığımız önemli değerlendirmeler yapılmasına karşın biz katılmadığımız iki husus üzerinde duracağız.

‘İlerici’ orta burjuvazi

Ziya Ulusoy’un söyleşide dile getirdiği bir görüş, açık bir maddi yanlış algıya dayanıyor. Ulusoy, komünist devrimciliğinin önkoşulu olarak “burjuvazinin tüm kesimlerinden bağımsız bir mücadele çizgisi” oluşturmasının başlıca dayanaklarından birinin Kaypakkaya’nın orta burjuvaziyi tamamen politik gerici bir kesim olarak nitelemesi olduğunu belirtiyor:

“Ortodoks Maocu yaklaşımın orta burjuvazinin sol kanadının devrime kazanılabileceği görüşünü teorik olarak tekrarlamasına rağmen, İbrahim’in Türkiye’de orta burjuvazinin bütün kesimleriyle gericiliğin safında yer aldığını vurgulaması, bağımsız işçi ve halk hareketini geliştirme kararlılığını yansıtıyordu.”

Nitekim Ulusoy, söyleşi içinde, orta burjuvazinin politik gerici niteliğine ilişkin ayrımın önemini bir kez daha vurgulama ihtiyacı duyuyor.

Sol kamuoyundaki yaygın Kaypakkaya algısının bu yorumu sorgulamaya hiçbir gerek duymayacağını varsayabiliriz. Algılardaki klişeye göre Kaypakkaya elbette öyle demiş olsa gerektir! Oysa Ulusoy’un dediği doğru değil.

Kaypakkaya, neredeyse tam aksi denebilecek başka bir görüşe sahipti ve özellikle Türkiye’de orta burjuvaziye kritik bir olumlu rol verdi. Ona göre, “Türkiye’de orta burjuvazi ve bu sınıfa dahil edilebilecek demokrat aydınlar oldukça güçlüdür”. (Kaypakkaya’dan aktarmaları, künyesini yazının sonunda kaydedeceğimiz yapıttan yapıyor ve burada sadece sayfa numaralarını veriyoruz. s. 374) Kaypakkaya, “milli karakterde” kabul ettiği orta burjuvaziyi, “miyop, uzlaşıcı ve kararsız” nitelikleriyle birlikte ilerici kabul eder. O, Türkiye’nin yakın tarihindeki birçok olaya bu “sınıf”ın, damga vurmasa da, çok önemli etkiler yaptığını belirtir. Kaypakkaya, yapısal olarak gerici iki egemen sınıf kampının ekseninde geliştiğini değerlendirdiği Türkiye tarihine yaklaşımındaki birçok kritik hususu, “orta burjuvazi”nin hangi egemen sınıf kampına destek verdiğine bağlı olarak açıklar.

Örneğin ona göre, “Kurtuluş Savaşı içinde burjuvazinin bu kanadının da son derece önemli bir rol oynadığı açıktır. […] Milli karakterdeki orta burjuvazi, Kurtuluş Savaşı’nın önderi değildir ama, Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir rolü vardır.” (s. 348) Kemalizmden kurtulmak isterken bu kez kendilerini boylu boyunca liberal tarih yazımının etkisine bırakan birçok nihilist solcunun sandığının aksine Kaypakkaya’nın Türk Kurtuluş Savaşını sınırlı anti-emperyalist yani sınırlı ilerici görmesinin önemli bir etmeni orta burjuvazinin bu süreçteki konumudur.

Kaypakkaya, orta burjuvazinin ilericiliğini izlemeyi Kurtuluş Savaşında bırakmaz elbette. Orta burjuvazi, desteklediği egemen sınıf kampının tarihte ileri rol oynamasına olanak vermiş ya da olanak veren etmenlerden biri olmuştur. Yani Kaypakkaya, egemen sınıfların iki kampından birini yapısal olarak ilerici ya da ileri görmez; o, orta burjuvaziye bakar, bu kesim hangi egemen kampı destekliyorsa, o egemen kampın “görece ileri” rol oynaması söz konusudur. Demokrat Partinin iktidarına kadarki ilk yıllarını, 27 Mayıs 1960 darbesine doğru olanları ve bu darbenin ilk evrelerini hep aynı mantığı izleyerek “göreli ileri” olarak niteler. Hatta 1961 Anayasasının orta burjuvazinin sınırlı taleplerini içerdiğini kabul eder. (s. 375) Orta burjuvazi ilericidir çünkü “kısmi burjuva demokratik haklar” uğruna mücadele etmektedir. (s. 375)

Kaypakkaya’nın Türkiye sol ve devrimci hareketinin tamamından farkını oluşturan temel hususlardan birini egemen sınıf kamplarından her ikisini de yapısal olarak gerici kabul etmesi oluşturur. Ancak o, buradaki gelişmelere kayıtsız kalmaz; yapısal gericiliğine karşın, bu kamplardan biri ya da ötekisi, zaman zaman “göreli ileri” roller oynayabilmektedir. Ama göreli ilerilik hiçbir zaman kendi başına söz konusu egemen sınıf kampının desteklenmesi anlamına gelmez. Destek denilemese bile bir ittifakın nasıl ve hangi koşullarda mümkün olabileceğini Kaypakkaya titizlikle ele alır ve bu koşula uymayan TKP’yi sert şekilde eleştirir. Ek olarak Kaypakkaya, ilericiliğini açıkça vurgularken orta burjuvaziyi hiçbir zaman aklamaz ve “milli karakter taşıyan Türk orta burjuvazisi”ni, örneğin soldaki figürlerinden Doğan Avcıoğlu nezdinde, Kürt ulusu ve öteki milliyetlere dönük milli baskılara, daha sinsi ve daha ince metotlarla iştirak ettiği için çok sert itham eder. (s. 226)

Bu bağlamda, şematik Kaypakkaya algısı Kaypakkaya’yı da her başlıca konuda şematik sanarak en büyük yanılgısını gösteriyor. (Zira Kaypakkaya’nın hakikaten şematik olduğu yönler vardır.) Kaypakkaya, yazılarının kategorik sağlamlığı yanında aynı sağlamlıkla −bize göre bütün yapıtında birkaç husus dışında− neredeyse kılcal detaylar da oluşturabilmektedir.

Orta burjuvaziye ilişkin basmakalıp Kaypakkaya algısını paramparça edecek değerlendirmeler bu kadarla kalmaz. Onun orta burjuvazi tanımı, bugün yaygın bir solcu kesimi −tam da onun Kemalizmle ilgili görüşleri karşısında öteki sola ilişkin dediği gibi− “yerinden zıplatacak” ölçülerdedir. Örneğin ona göre tarihsel TKP “bir orta burjuva hareketi”dir. (s. 369) Onun, aynı şematik Kaypakkaya algısını yerle bir edecek şekilde, o yıllarda CHP içinde muhalefet hareketi yürüten Ecevit’i de, üstelik bu partiye genel başkan seçildikten bir ay sonraki yazısında, “reformcu burjuvazinin sözcülerinden” kabul ettiğini görürüz. (s. 527) Nitekim, o yıllarda TİP ve daha önce ifade ettiğimiz üzere Doğan Avcıoğlu da burjuvazinin bu görece geniş ve güçlü kesimine mensuptur. (226 ve 390)

Kaypakkaya’yı bu görüşleriyle ilgili olarak eleştirebilirsiniz ama önce onun anlaşılmasının bizatihi onun yapıtına tam uygun düşmesi, onun yapıtının herhangi bir ayrım bırakmaksızın gerçeğine sadık −pek tutulmayan ama uygun bir terim ile ifade etmek gerekirse, sağın (sahih, exact)− olarak ortaya konması gerekmez mi?

Peki, bu kadar açık görüşlerine karşın Kaypakkaya, Ziya Ulusoy gibi, onu okuduğuna ilişkin bir sorgunun son derece gereksiz olduğu kesin ve saygınlığı kuşkusuz kıdemli bir devrimci tarafından nasıl bu kadar açık yanlış değerlendirilebilmektedir?

Kaypakkaya’nın ‘masa’sı

Ele alacağımız öteki örnek, Kaypakkaya’nın yanlış algılanmasını ilki ölçüsünde maddi yansıtmıyor. Bu kez yanlış anlaşılma olarak nitelemeye uygun bir değerlendirme karşısındayız. Değerlendirme, daha belirgin bir soyutlama düzeyinde yapılsa da vahamet bakımından Ulusoy’unkinden daha ağır. Deniz Aras’a göre, Kaypakkaya temas ettiği her bir olgunun içindeki devrimci özü çıkarıp almıştır. Daha uygun ifadeyle, olgu, uygun bir temas aralığında bulunan Kaypakkaya’ya kendini sunmuştur.

“O, tezlerini masa başında değil, kitlelerin sınıf mücadelesi içinde geliştirdi” diyen Deniz Aras şu sözlerle devam ediyor:

“Bu durum, örneğin, Kaypakkaya’nın erken dönem öğrenci gençlik hareketi içindeyken herkes gibi Kemalizmi ilerici gören; sonrasında ise başta Kürt ve Alevi köylüleriyle temas ettikçe, Kemalizmin gerçek sınıfsal karakterini analiz edip, Kemalizmin Türk hâkim sınıflarının işçi ve köylülerin Demokratik Devrim ihtimaline karşı faşist ideolojisi olduğu gerçeğine ulaşmasına yol açmıştır. Kürt köylüsüyle temas ettikçe, Kürt ulusal sorununun varlığını tespit etmiş, Kürtlerin ayrı bir ulus olduğunu ve dahası Özgürce Ayrılma Hakkı’na sahip olduklarını savunmuştur. Kürdistan coğrafyasında kitlelerle temas ettikçe Ermeni Soykırımı gerçekliğinin farkına varmıştır vb.”

Deniz Aras’ın bu pasajında bir bilgi teorisinin tam anlatımını buluyoruz. Öğrenci öğrenci gibi düşünür, Kürt Kürt gibi, Alevi Alevi gibi… Kaypakkaya’nın, ne öğrenci gençlik hareketi “içindeyken” −yani onlarla temas ederken!− bir görüşü benimsemesi öylesine edilmiş bir sözdür, ne de üç kez geçen “temas ettikçe” ifadesi bir yazım kolaylığı… Deniz Aras bir bilgi teorisini ısrarla izlediğini gösteriyor böylece. Kaypakkaya, temas ettiği olgunun sırrını alan bir bilici adeta!

Ta 1990’ların ilk yıllarında, birbirlerinden tamamen habersiz olması muhtemel bir sosyalist yazar ile bir İslamcı yazar, Kaypakkaya’nın Kürt sorunundaki tutumunu −onun öyle olmamasından maada− “Kürt olması”na bağlamıştı. Bambaşka bir yerdeki ve bambaşka bir niyetteki Aras ile aynı bilgi teorisini paylaşıyordu o iki yazar. Bu yöntemin, başka yüzlerce Kürt devrimcinin neden bu tezleri oluşturmadığına yanıt veremeyeceği gayet açıktır.

Aras, olguyla temasın teori ürettiğini söylüyor. Aynı olguyla temas eden binlerce değilse de yüzlerce devrimci ve ilerici değil de neden sadece Kaypakkaya üretti bu teoriyi? Kısacık bir köşe yazısında Kaypakkaya’nın Aras’ın sözleriyle ancak “özel türden” bir insan olduğu söylenebilirdi denebilir, ama yaklaşımın üzerinde kurulduğu temel gayet açık. Aras’ın buna yanıtı yok ve izlediği yöntemle olamaz da.

Çünkü Kaypakkaya’nın teorisi Aras’ın dediğinin tam aksi yerde oluşturulmuştur. Masa başında!

Masa başının idealist, mücadelenin içinin ve maddi olguyla temasın materyalist tezi simgelediği mi sanılıyor? Büyük yanılgı!

Ampirizmin Marksist yazında neden idealizm, daha vurgulu ifadeyle, bir “maddeli idealizm” türü olarak nitelendirildiği akla getirilsin. Entellektüellerin ve entellektüel faaliyetin Marksist devrimcilik için neden zorunlu görüldüğü değerlendirilsin. Masa başında üretilen teori ile, ancak olguyla temas içinde yapılabilen politikanın zorunlu ayrımının ve sonra gerekli bağının Marksizmde nasıl ele alındığı düşünülsün.

Kaypakkaya, o yıllarda içinde olduğu teorik ve politik gerilim ortamını, bütün maddi etmenler dışarıda kalmak üzere kendi kafasında soyutlamış ve Marksizmin birikimini yine kendi kafasında özgülleyerek, hepimizi yarım yüzyıldır üzerinde çeşitli yorumlara sevk eden görüşlerini oluşturmuştur. O yıllarda da sonra da çok masa olmuştur başına kurulacak ve çok mücadele olmuştur içine girilecek. Kaypakkaya’nın analiz ve sentez işleminde, elli yıl önceki bir olay ile Kürecik’te az önce konuştuğu bir köylünün anlatımı, ta Çin’deki Mao’nun yazıları ile Çetin Altan ya da Doğan Avcıoğlu’nun yazıları aynı uzaklıktadır.

Aynı olgularla temas içinde olan hiçbir başka kimsenin onun yaptığını yapacağı söylenemez. Bir an Althusser’in idealist “karşılaşma materyalizmi” anlayışına başvursaydık, rastlantılar Kaypakkaya’nın zihninde nedensel “tutunum” sağlamıştır derdik. Bu anlamda, tayin edici olan, dış dünyadaki çelişkili hareketin Kaypakkaya’nın kafasındaki işlemidir, onun dış dünyayla etkileşimi değil. Kaypakkaya için maddi temas zorunlu değildi, onun temas işlemi zihinde gerçekleşiyordu. Kaypakkaya bu yüzden teorik olarak önemlidir.

Dolayısıyla, Aras’ın değerlendirmesinin bir “tam-yanlış” olduğunu savunacağız. Kaypakkaya’yı “tam-yanlış” algılayan Ziya Ulusoy’unkini, hiç öyle gerekmese de, Kaypakkaya ile teorik-politik bağlarını uzunca süredir koparmış olmasıyla ilişkilendirebilecek olanlara, yarım yüzyıldır Kaypakkayacı bir politik yapının sözcüsü konumunda olan Deniz Aras’ın sözlerinin nasıl anlamlandırılacağı sorulabilir.

(Bu arada, Kaypakkaya’nın Kürt ve Ermeni sorunları dahil ilgili görüşlerinin bölge halkıyla temas sonucu oluştuğu değerlendirmesinin bir örneğini, Diyarbakır’daki son haftalarında onunla yakın hücreleri paylaştığını bildiren Hasan Zengin’in bir anlatımında da görmüştük. Belleğiyle serbestçe oyunlar oynayan H. Zengin’in sonraki onyıllar boyu kapıldığı ideo-politik cereyanların güçlü etkisiyle yapıldığını düşündüğümüz anlatımı üzerine bir değerlendirme yapmak Kaypakkaya’ya karşı yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerden biridir.)

Ali Taşyapan, arkadaşı İbrahim’in her yerde derin düşüncelere dalabildiğini, bir köylük yerde oturduğu taşı kürsü, dizini de masa yaparak defterine yazılar yazdığını dokunaklı şekilde anlatır.

Varsın o görüşlerin oluştuğu “masa” Kaypakkaya’nın dizi, kürsü de bir taş parçası olsun!

Kaynaklar

Deniz Bakır, “Ziya Ulusoy ile Söyleşi: Söz ve Eylemin Çelikten Birliği: İbrahim kaypakkaya”, Yeni Yaşam, 18 Mayıs 2025. https://yeniyasamgazetesi9.com/soz-ve-eylemin-celikten-birligi-ibrahim-kaypakkaya/

Deniz Aras, “Halkımız Arıyor Seni Her Yerde, İşçiler Ocakta Köylüler Dağda!’”, Yeni Yaşam, 21 Mayıs 2025. https://yeniyasamgazetesi9.com/halkimiz-ariyor-seni-her-yerde-isciler-ocakta-koyluler-dagda/

İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Umut Yay., İstanbul 2013.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar