
1 Ekim’de TBMM’nin yeni yasama yılının açılışında Devlet Bahçeli’nin, terörist dediği ve kapatılmasını istediği DEM Parti’nin eş başkanı Tuncer Bakırhan’ın elini sıkması ile başlayan sürecin önemli olduğunu bilmekle birlikte, evrilebileceği noktaları tahmin etmemiz çok mümkün görünmüyordu.
İlerleyen günlerde MHP genel başkanı tüm sağlık sorunlarına rağmen “Türk’ün Kürt’e, Kürt’ün Türk’e hürmet, muhabbet ve bağlılığı çerçevesinde PKK’nın kurucu önderi Abdullah Öcalan’a, teşekkür edip şükranlarını” sundu.
Bebek katili Öcalan, artık kurucu önderdi!
Bahçeli’nin düşünce dünyasında yaşanan bu dönüşüm bir gecede ortaya çıkmadı. Onun yaşadığı “bilinç sıçraması”nın istihzaya düşmeden değerlendirilmesi devrimci politikanın ilgi alanı içindedir. Maddi gerçekliğin sadece düşmanı değil eli ve aklı silahlı devrimci güçleri de dönüşüme zorlayan bir gücü olduğunu bilmek Marksist politikanın en temel ilkesidir.
Politik eyleyiş güç ilişkileri üzerine kuruludur. Gerçek bir politik gücün, verili bir an’da, hareket halinde bulunan diğer güçlerin yönelimlerini, bu güçlerle olan karşılaşmalarını ve çarpışmalarını, bu karşılaşma ve çarpışmaların yaratabileceği örtüşmeleri ve ayrışmaları, karşıt güçlerin tarihsel eğilimlerini ve gerilimlerini gözetmesi zorunludur. Kaotik bir evrenin politik bir zihince anlaşılabilmesi, bundan gerçek sonuçlar çıkararak yönelimlerin belirlenmesi ve uygun pozisyonların alınması materyalist bir soyutlama faaliyetinin sonucudur. Politik öznenin uygun sonuçlara varabilmesi gerçek dünyayla kurduğu nesnel sürecin tamamen materyalistçe kavranmasından geçer.
2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı Rusya ve İran’ın rejime destekleriyle 2024 Aralığına kadar sürdü. Yaklaşık 14 yıllık süreçte başta Ortadoğu olmak üzere Dünya’da da önemli değişiklikler oldu. 2014 yılında Ukrayna’da başlayan Rusya-NATO savaşı beklentilerin aksine Putin’in açık bir zaferine dönüşemediği gibi Rusya’yı önemli ölçüde yıprattı. Şüphesiz Avrupa Birliği ülkeleri, İngiltere ve ABD’nin Ukrayna’ya olan desteği göz önüne alındığında Rusya’nın tüm gücünü ve dikkatini buraya yönlendirmesi anlaşılabilir bir zorunluluktur. Bunun da doğal sonucu Rusya’nın Esat rejimine verdiği desteğin artan oranda etkisizleşmesi olmuştur. Uluslararası güç dengelerinde yaşanan bu değişiklik alanda savaşan güçlerin politik pozisyonlarını da etkiledi. PKK benzer bir süreci “Reel Sosyalizm” olarak adlandırılan rejimler çöktüğünde yaşamıştı. SSCB’nin yıkılışı PKK’yi hem ideolojik hem siyasi olarak etkilemiş; hareket, bu önemli gücün nesnel etkisinin yarattığı manevra alanından mahrum kalmıştı. Bu gelişme karşısında PKK hızla yeni döneme uygun adımlar atmış ve 1995 yılında gerçekleştirilen kongrede, bayrağındaki orak-çekiç simgeleri çıkarılmış ve politik hat daha ulusalcı denebilecek bir çizgiye çekilmişti. Öcalan’ın 27 Şubat tarihli çağrı metnindeki soğuk savaş dönemi vurgusu aslında bugünün değişen güç ilişkilerine bir gönderme olarak da okunmalıdır. Yeni durumlara uyum gösterebilme yeteneği hareketin tarihsel pratiklerinde mevcuttur.
Orta Doğu’daki savaş sürecinin önemli kilometre taşlarından birinin Kasım Süleymani’nin öldürülmesi olduğunu belirtmek gereklidir. Ardından yaşanan İsmail Haniye ve Nasrallah suikastları düşmanın bu savaşa ne kadar hazırlıklı olduğunun birer göstergesidir. Savaşla birlikte İsrail bölgede işgal ve soykırım sürecini hızlandırırken, Filistin’den Lübnan’a, Yemen’den Suriye’ye uzanan ‘Direniş Ekseni’ güçlerinde önemli kırılmalar yaşandı. Rusya Ukrayna cephesinde savaşırken İran kendi sınırlarına hapsedildi. Esat rejiminin dayandığı ittifak güçlerinin gerilemesi Suriye savunmasını önemli ölçüde zayıflattı.
27 Kasım 2024’te HTŞ liderliğindeki gruplar neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan 7 Aralık 2024 gecesi Şam’a girdi. Bahçeli de Suriye’de yaşanan gelişmelerle eş zamanlı olarak sürecin hızlandırılması gerektiğine ilişkin çağrılarını sıklaştırdı. Öcalan’ın açıklaması için zamanın daraldığını söylerken, İsrail durdurulmazsa Türkiye’yle karşı karşıya gelmesinin kaçınılmaz olduğunu da belirtti. Oysa Bahçeli ve Erdoğan liderliğindeki Cumhur İttifakı, İsrail’in Gazze’deki direnişe yönelik soykırımcı politikalarına −hamasi nutuklar atmak dışında− hiçbir ciddi tutum almadı.
İç savaş boyunca Suriye sahasında Kürtler önemli bir politik özne olarak var oldular. Yaklaşık 10 yıl önce Kobani’de IŞİD kuşatmasına karşı geliştirilen direniş, Kürtleri uluslararası alanda bir sembol haline getirdi. Özellikle Batı dünyası nezdinde Kürtler; kafa kesen, kadınları köleleştiren cihatçı gruplar karşısında laiklik ve modernliğin bu cangıldaki savaşçı temsilcileri olarak kabul edildiler. Ancak “Kuzey ve Doğu Suriye”de kurulan “yeni yaşam”ın bunlardan büyük bir kapsamı olduğunu vurgulamak zorunludur. SDG’nin yarattığı demokratik özyönetimlerin, Suriye coğrafyası için geliştirilmiş gerçek bir model olduğunu ileri sürmek çok temelsiz olmayacaktır. SDG, bölgede yerleştiği her alanda kazandığı halk desteği ile gelişen askeri gücü sayesinde barajlar, elektrik santralleri ile petrol ve doğal gaz alanlarını denetim altına almayı başardı. Bu alanlar tüm Suriye coğrafyası için stratejik önemdedir. Yine IŞİD’li cihatçıların tutuldukları cezaevleri SDG tarafından kontrol edilmektedir. Batılı kamuoyu tarafından yaratılan çember sakallı, ağzından salya akan kudurmuş görünümlü cihatçıların karşısında sakal tıraşlı, temiz Kürt imajı şüphesiz SDG’ye biçilen rolle de ilgilidir. Bu parlatılan imajın, olası bir İran seferine yönelik beklentileri de kapsadığını varsaymamak zor olsa gerektir.
Bu dönemde Türkiye’de yaşanan politik gerilimler dışta yaşanan süreçle örtüşmüştür. Yerel seçimlerde oyları önemi ölçüde azalan Erdoğan-Bahçeli ittifakı, ekonomik krizin de etkisiyle içeride güç kaybına uğradı. Colani üzerinden yapılmak istenen ‘Suriye Fatihi Erdoğan’ yutturmacası da kısa sürdü. Varlığını önemli oranda yargı ve kolluk gücüne dayanarak sürdürme yoluna giden Saray iktidarı ülkede düzen siyaseti alanını alabildiğine daralttı. Cumhur İttifakı bileşenlerinin meşruiyeti dayandıkları toplum kesimlerince bile tartışılır hale geldi. Erdoğan’ın iktidarda kalmak için yeni bir hikâyeye ihtiyacı var. Bahçeli içinse Kürt politikası ‘devletin bekası’nı önceleyen bir pozisyondadır. Suriye’de yaşanabilecek bir iç savaşın olası sonuçlarının içeride Kürtler arasında karşılık bulması ve sokaktaki muhalefet güçlerine Kürt muhalefetinin eklemlenmesi devlet açısından öngörülemez sonuçlar doğurabilecektir. Toplumsal muhalefetin en örgütlü, en dinamik kesimi olan Kürtlerle geliştirilecek yeni bir barış süreci, içerde toplumsal muhalefeti sınırlamanın bir aracına dönüştürülebilir. İktidar sahipleri açısından bu fikir gayet akla yatkın olmakla birlikte en az o kadar da risklidir. Bu riskleri bilerek davranan Erdoğan barış sürecinin kendisine yeni bir manevra alanı açabileceği gibi, yeni dönem için de zaman kazandıracağının farkında. Öte yandan parlamentoda geliştirilebilecek yeni işbirlikleri kimi Anayasal değişikliklerin de önünü açabilir. Erdoğan’ın hesabı böyle olsa da Bahçeli tamamen devletin güvenlik bürokrasisinin izinden gidiyor.
Sonuçta ikisi de Öcalan kavşağında buluştular.
Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin kronolojik olarak içeride başlatılan süreçle uyumu oldukça dikkat çekicidir. Tarih sırası izlendiğinde içeride ve dışarıda yaşanan sürecin yakın ilişkisi görülecektir.
Suriye’nin bir devlet olarak ortadan kaldırılması, bölgede uzun süreli olacağı öngörülen istikrarsızlık ve iç savaş olasılıkları Türkiye açısından ana politik paradigmayı oluşturmaktadır. Türkiye’nin de bir parçası olduğu Batı ittifakı İsrail’in güvenliğini önceleyen politikaları esas alırken İsrail bölgede etkisini her geçen gün artırıyor. Bu durumun çapraz politik sonucu İsrail ve Türkiye’nin çıkar karşıtlığıdır. Ancak bölgedeki baş çelişki bu değildir. İran ve Şii ekseni her ikisi için de şimdilik baş düşmandır.
Sürecin büyük bir efendi güç tarafından tek tek belirlendiğini, o ne derse onun yapıldığını ve olduğunu söylemek gerçekliğin ancak idealist bir kavranışı sonucu olabilir. Egemen güç öznesini bir tarafa koyarsak yerel ve bölgesel güçler de çıkarlarına uygun olarak çaprazlaşmaları ve örtüşümleri gözeten adımlar atacaktır. ABD ve Batı şemsiyesi altında yaşanan itişip kakışmalar, bölgesel güçlerin birbirleriyle olan çapraz politik çekişmeleri sonucudur. Her güç bir diğerinin hamlesine başka bir hamle ile karşılık vermektedir. Şimdilik jeopolitik yapısallıklar bu güçleri yan yana dizmiştir. Dizilim içindeki bağlar sıkı olmamakla birlikte çözülebilirliği Suriye’de yaşanacak yeni gelişmelere bağlıdır. Olası bir İran hamlesi bu dizilimde değişikliklere yol açabilecek en temel etkendir. Ancak Suriye’deki yerleşik yerel güçler arası dengelerin de yeni bir çatışma ve hatta iç savaşa dönüşebilecek bir potansiyel barındırdığı akıldan çıkarılmamalıdır.
Bahçeli’nin sistematiğinde izlediğimiz bilişsel sıçramayı bu çerçevede değerlendirmek gerektiği düşüncesindeyiz.
Öcalan’ın da yaptığı çağrının politika dışı nedenlere bağlanması bizim açımızdan değerlendirme dışıdır. Süreci Öcalan’ın ve Kürt Özgürlük Hareketinin en az muhatapları kadar iyi okuduğu bir gerçektir. Gerek Öcalan’ın çağrı metninde gerekse PKK’nin 12. Kongre kararlarında silahların bırakılması ve PKK’nin feshine ilişkin tartışmalı başlıklar bulmak mümkündür. Ancak 50 yıllık bir mücadelenin bir günde bittiğini düşünmek büyük bir safdillik olacaktır.
Bu süreçte Kürtlerin elinde ne kaldığını soranlar için, elimizdeki tek gerçek yanıtın, Rojava’daki Demokratik Özerk Yönetim alanlarında örgütlenmeye çalışılan kolektif toplumsal hayat olduğunu söyleyeceğiz.