Ana SayfaKürsüRejim Çatırdarken

Rejim Çatırdarken

Türkiye’de rejim birkaç gün içinde bir kez daha sarsıldı. Önce üniversite diploması çıplak politik kumpasla geçersiz ilan edilen Ekrem İmamoğlu, hemen ertesi sabah gözaltına alındı. Böylelikle iktidar uzun süredir ne zaman ve nasıl yapacağı konusunda kararsız kaldığı izlenimi veren bir operasyona girişmiş oldu. Bu operasyon kararının seçenekler arasında bir seçim olarak yani şu ya da bu yoldan birini tercih etmek şeklinde cereyan etmediğini, operasyonun mecburiyet sonucu olduğunu saptamak önemlidir. Tayyip Erdoğan, bu işi şimdi halletmezse daha büyük bir soruna dönüşeceğini düşünmüş ve mecbur olmasa girişmeyeceği bir operasyona girişmiştir.

Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması, ülkede seçimli rejimin fiili olarak sonunun geldiğine dair bir işarettir. Erdoğan karşısındaki kesimin cumhurbaşkanı adayı olacağına kesin gözüyle bakılan İmamoğlu’na yönelik operasyon, Türkiye rejiminin yönünü belirleyen bir olaya dönüşmüştür. Bu nedenle, yaşananlar, Türkiye’de burjuvazinin iki kanadının kayıkçı dövüşünden öte, rejimin yapısal bir çöküş mü yaşayacağı, yoksa devam mı edeceğine dair kritik eşiği işaret etmektedir.

Türkiye’nin düzen dışı muhalefetinin yükselen eylemlerden coşkuya kapılmasının doğallığını sorgulamak gereksizdir. Düzen dışı muhalefet kesimlerinin eylemlerin içinde yer alması meşru olduğu kadar gereklidir de. Ancak bir uyarı yapmak ve bir ayrım koymak zorunlu görünüyor. Bugüne kadar iktidarın şiddetinden ve her türlü gayri meşru işleminden nasibini ziyadesiyle almış solcu veya Kürt düzen dışı topluluklar, bu olay vesilesiyle sokaklara çıkanlara, “Bakın biz demiştik, işte sizin de başınıza geldi” diye bakamaz. Bu kesimler, kendilerinin konumunu düzen içi muhalefet ile eşitleyemez. Türkiye’de iktidarın düzen dışı muhalefeti şiddet araçlarıyla bastırması kendi açısından meşrudur. Oysa, düzen içi muhalefetin, hele hele onun temsilcilerinin şiddet ile bastırılmasının iktidar açısından meşruiyeti söz konusu olamaz.

Türkiye, 1946’dan beri −kısa süreli duraklar da olsa− seçimli çok partili bir burjuva demokratik modelin işlediği, bunun üzerinden burjuvazinin ülke içinde ve dışında meşruiyet ürettiği bir ülkedir. Bu model ülkenin tüm toplumsal kesimlerince kabul görmüştür ve sisteme dair rıza bunun üzerine üretilmektedir. AKP iktidarı bu modeli yıkmaya dair bir teşebbüste bulunmadı –henüz. Ancak modelin işleyişine dair spekülasyon bile Türkiye’de rejimin çatırdamasına yeterli olacaktır.

Düzen içi muhalefete dair şiddetin belki en açık göründüğü dönem 1950’de başbakan olan ama 1954 yılıyla birlikte bir istibdat kuran Adnan Menderes dönemidir. Çok partili sistemin ikinci seçim dönemi, Demokrat Parti’nin ilk iktidar yıllarıdır. Bu dönemde 1241 gazeteci hapsedilmiş, İsmet İnönü dahil önemli CHP’liler yargılanmıştır. Ancak bu dönemde ülkede çok partili seçim sisteminin henüz oturmadığını ve tek partili dönemin bu tür uygulamalarının da hafızalarda taze olduğunu hesaba katmak gerek. Yine de bu dönemin ardından ülkedeki ilk askeri darbe gerçekleşmiş ve bir kulvar değişimi yaşanmıştır. Bugün yaşananların o dönemden çok daha ciddi sonuçlar doğuracağı ön görülebilir.

Bugünlerde düzen içi muhalefete dönük polis ve adliye gibi baskı aygıtlarının devreye sokulmasının, iktidar nezdinde, iradi bir seçimden çok gönülsüz bir zorunluluk olduğunu iddia edebiliriz. Tayyip Erdoğan iktidarı içte ve dışta sıkışmakta ve eli mahkûm birtakım faaliyetlere yönelmektedir. Kürt Hareketiyle adı bile konulamayan sürece yönelmenin, Rusya ile denge siyasetinden uzaklaşıp Ukrayna’da Avrupa ile ortaklaşmaya gitme eğiliminin gönülsüz seçimler olduğu açık. Sürece ilişkin devlet tarafının vaatlerinin neredeyse sıfır seviyesinde olduğu bir ortama rağmen geniş Kürt yığınların ve Kürt Hareketinin moral bakımından üstün olmaları buna bağlanabilir. Aynı tuhaf durum Ekrem İmamoğlu karşısında da yaşanmakta. Yargı, kolluk, medya vb. aygıtlarına sahip olmak kendi başına moral üstünlük sağlamıyor.

Eylemler Gezi’nin bir tekrarı mı?

İmamoğlu’na operasyon sonucu ülkenin dört bir yanında dalga dalga yayılan eylemlerin sıklıkla Gezi Eylemleri ile karşılaştırıldığına tanık olmaktayız. İki örneğin, biçimsel olarak benzerlikler gösterse de zemini bakımından farklı olduğu kanısındayız. Gezi Ayaklanması düzen içi bir çarpışmanın sonucu değildi. Düzen içi unsurları da barındıran ama daha çok düzen çeperinde yer alan liberter ruhun isyanı idi. Elbette arkasına demokratik özlemleri olan halk yığınlarını almıştı ama Gezi’nin öncü kuvvetleri düzen dışı ve düzen çeperinde idi. Devlet, düzeni sağlayan bir güç kimliği ile bu isyanı bastırdı. Düzen dışı karakterin isyanı kolayca tutuşturan özelliği, aynı derecede kolay sönümlenmesine de neden olmuştu.

Bugünlerde yaşanan eylemler düzen içi muhalefetin isyanı zeminine dayanıyor. Gezi günlerinde CHP’li kitleler olayların içinde oldu ama CHP yönetimi o şaşaalı günlerde hiçbir şekilde sokağı adres olarak göstermedi. Aynı CHP, Meclis’e gelen bazı düzenlemeler için, “Anayasa’ya aykırı olsa bile evet diyeceğiz” diyerek bir rejim krizi çıkartmayı göze alamadı. Bu örnekler, CHP’nin kimi komplocuların iddia ettiği gibi bir AKP kuklası olduğunu değil, iktidarı alamayacak derecede zavallı olduğunun delili oldu.

Ancak bugün işler değişmiştir. CHP ne kadar ölçtü, biçti, tarttı bilinmez ama bu parti, sonunda AKP iktidarına doğrudan cephe almanın, sokağı göstermenin kendi konumuna zarar vermeyeceği, rejimin bekası açısından uygun olduğu kararına vardı. Bu çarpışmada CHP Türkiye’nin mevcut çok partili modelini koruma ve iktidara yerleşme derdinde. Bu cephenin diğer unsuru olan düzen dışı muhalefet ise eylemlerde halkın demokrasi özleminin hatırlanması ve kendine bir kanal açılmasını haklı olarak umuyor. Bu gelişmeler ortamında, CHP’nin hesabı düzeni sağaltmak iken bizlerin hesabı elbette yeni devrimci filizler bulmak ve yaratmaktır.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar