7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanının üstünden 15 aydan uzun bir süre geçti ve artık süreç bir ateşkes üzerinden ilerliyor. Bu kadar süre boyunca, Gazze’de olan bitenlere ilişkin dünya üzerindeki tarafların görece belirginleştiği ve taşların yerine oturduğu söylenebilir ama her yeni gelişme, bu sürecin de adeta bitimsiz bir niteliğe sahip olduğunu gösteriyor. Oturan taşlar, her yeni konjonktürde bir kez daha yerinden oynuyor. Bu yüzden, 7 Ekim’i izleyen ilk günlerde, dünya solu içinde sayılması kuşkulu ama kuşkusuz buralarda boy gösteren bir kişinin tutumu üzerinden bir kez daha temel yaklaşımları ele almanın geç olmadığı kanısıyla aşağıdaki satırları kaleme aldık.
*
Olaya fazlasıyla aşinayız; günlük basına yansıdı, tartışmalara konu oldu bizzat olayın kahramanı tarafından da birkaç yazıya konu edildi. Yine de hatırlayalım: 7 Ekim’de Filistin direniş güçlerinin Hamas öncülüğünde gerçekleştirdikleri Aksa Tufanı eyleminden 10 gün sonra Frankfurt Kitap Fuarının açılışında, Zizek’in konuşması Hessen yerel hükümetinin antisemitizmden sorumlu temsilcisi Uwe Becker tarafından kesildi. Becker, Zizek’i Hamas’ın suçunu görecelileştirmek ve antisemitizm sergilemekte suçladı. Ona göre Zizek Hamas’ın saldırısını açıkça kınamak yerine Filistinlilerin durumunu öne sürmüş ve kültürel bir etkinliği siyasallaştırmıştı. Zizek salondan da tepkilere maruz kaldı, ayrıca Alman medyasınca ‘antisemitik bir deli’ olarak damgalandı ve teşhir edildi.
Arka planında olanları yine Zizek anlatıyor: Frankfurt Kitap Fuarı yönetimi Zizek’ten Hamas saldırısına değinmesini istemiş. Zizek’ten önce konuşan beş kişi de buna uyarak İsrail’e koşulsuz desteklerini bildirmişler. Kitap Fuarında o yılın yazarı olarak daha önceden belirlenen Filistinli yazarın Fuar yönetimince apar topar geri çekilmesi gibi bir dizi ‘tedbir’ düşünüldüğünde bunlar pek şaşırtıcı olmasa gerek.
Peki Zizek olay yaratan konuşmasında ne demiş? Özetle “saldırıyı tamamen kınamakla ve İsrail’in misilleme hakkını tanımakla birlikte Filistinlilerin çektikleri acılara ve Batı Şeria’da olanlara ‘dikkat’ çekmiş”. Hepsi bu kadar! Zizek bu konuşmayı 17 Ekim’de İsrail ordusunun Gazze’yi ayrım gözetmeden bombaladığı bir zamanda yaptığını altını çize çize belirtiyor.
Açıkçası Zizek’in konuşmasının da, Batının Filistin konusunda İsrail’e desteğinin de orijinal bir yanı yok. Asıl mesele bizzat Zizek’in kendi konuşmasını “sahte bir tevazudan kaçınarak” Leninist bir jest olarak sunması. Şaşırtıcı gelecek ama Zizek’in iddiası bu! Zizek oldukça cüretkâr: “Peki, Frankfurt’taki kısa konuşmam neden bir Leninist jestti? Çünkü doğru zamanda doğru şeyi yapmayı başardım (jestimi güçlü bir etkisi olduğu bir anda gerçekleştirdim). ‘Demokratik’ konsensüsün maskesini düşürdüm ve Lenin’in Rusya’daki Kurucu Meclis’in son oturumunun sahte ‘demokratik’ karakterini kınamasına benzer şekilde, bu konsensüsün zorunlu olarak dışladığı unsuru açığa çıkardım.” Breh breh breh!
Zizek’in müthiş Leninist jestini ne ölçüde Leninist bilinçle yaptığına ilişkin fikrimiz var elbette ama bunu kanıtlamakla uğraşmaya değmez, ancak Zizek’in yaptığının Leninist jest olup olmadığını dışarıdan nesnel bir şekilde ölçebiliriz.
Lenin’in Kurucu Meclis’in son oturumunu değerlendirmesi ve onun niteliğini ortaya koyması bu türden bir jest olarak değerlendirilebilir mi? Lenin 5 Ocak 1918’de Rusya Kurucu Meclisinin oturumunu salona hâkim bir yerden takip eder. İlerleyen saatlerde Kızıl Muhafızlardan bir denizci “Muhafızlar yoruldu salonu terk edin” deyince meclis başkanı hızla oylanan bir kararla oturumu sonlandırır. Bu, Kurucu Meclisin ilk ve son toplantısıdır. Ertesi gün Kurucu Meclis, Tüm Rusya Merkezi Yürütme Komitesi tarafından lağvedilir. Daha sonra kaleme aldığı yazıda Lenin Kurucu Meclis toplantısının bir zaman kaybı olduğunu belirtmiştir. Kurucu Meclis toplantısında adeta Ekim Devrimi olmamışçasına bir oyun sahnelenmektedir. “Korkunçtu” der Lenin, “Yaşayan insanların dünyasından ölülerin yanına taşınmak, ölüm kokusu solumak, Louis Blanc’a yakışan kof ‘sosyal’ tabirleriyle o mumyaları dinlemek dayanılmazdı…”
‘Somut koşulda’ hiçbir karşılığı olmayan, devrimin güncel sorunlarından ve yönelimlerinden uzak, karar alma ve kararlarını uygulama gücü bulunmayanların, Kurucu Meclis aracılığıyla oyladıkları bir müsamere ile sanki hâlâ hayattaymış gibi kendilerine yer aramalarını reddeder Lenin. Pratikte kapanmış olan faslın geride kalan soluk gölgesi de silinir.
Lenin toplantıyı izlerken “Tarih, sanki kazara ya da yanlışlıkla saatini geri aldı ve 1918 Ocak’ı bir günlüğüne 1917 Mayıs ya da Haziran’ına döndü” hissine kapılır. Lenin tarafından işletilen kesin bir ayrım vardır: Bir tarafta devrimin ilerlediği yön ve gerçekliği vardır ve bu, “Emekçi halkın ve Sovyet örgütünün sömürücülere karşı mücadele ettiği dünya”dır. Öte tarafta ise “tatlı, içi boş söylemlerle dolu, vaatlerle dolu başka bir dünya”nın sakinleri. Lenin geride kalanların uzlaşma arayışlarına yüz vermez.
Peki, meşhur filozofumuz bu olayla kendi olayı arasında nasıl bağlantı kuruyor? Bakalım… Zizek, uygun zamanda ve yerde “demokratik konsensüs”ü sarsan bir şeyler söylediği iddiasında. Fakat dışarıdan bakanlara Zizek’in silüeti Lenin’in hor gördükleri arasında arzı endam ederken görünüyor.
Lenin konumunda olmak bir yana, Zizekçik, geride kalmış, olay özgülünde askıya alınmış, kendi başına bir anlam taşımayan “‘demokratik’ konsensüs”ün bir şaşkın savunucusu sadece. O kadar şaşkın ki, içinde bulunduğu durumda kuralların değiştirilmiş olduğu bir oyun sahnesinde olduğunun bile farkında değil. Bırakın “‘demokratik’ konsensüs”ün maskesini düşürmeyi, onu bir şekilde yeniden tesis etmek için gösterdiği çabaya, ona dahil olma arayışına verilen karşılıktan afallamış durumda: “Aber’in (ama) medeniyetin diyalog kelimesi olduğunu düşünüyordum; biriyle medeni bir şekilde anlaşmazlığa düştüğümde ona basitçe ve acımasızca saldırmak yerine, kibarca şöyle bir şey söylerim: ‘Ama burada dikkat edilmesi gereken başka bir taraf yok mu? Bir şeyi ihmal etmediniz mi?’”
Zizek konuşmasıyla sadece nezaket ve uzlaşma aramakla kalmıyor, Batılı ‘değerleri’ işletmeye çalışıyor. Filistinlilerin çektiği acıları bir dengeleyici olarak kullanarak konuyu politik alanın dışına çıkarıyor, vicdanlara seslenerek ‘insani duyarlılık’ ve duygudaşlık arıyor. Zizek, ‘saldırıyı kınıyor’ ve ‘İsrail’in misilleme hakkını’ kabul ediyor. Kendisinden beklenenleri ifade ettiğini sanıyor. Bu naif uzlaşma arayışı sert bir retle karşılaşıyor. Belki bu yüzden tepkisi önce ne olduğunun farkına varamamak. İstenileni yerine getirip 7 Ekim eylemini kınamıştı ya; üstelik acı çeken insanlığı da dile getirebilmişti. Yaptığı sadece İsrail’e kabul edilebilir bir ‘demokratik’ eleştiriydi. Bu da zaten o meşhur “demokratik konsensüs”ün ta kendisi değil miydi?
Zavallı Zizek, “demokratik konsensüs”e dahil olmak için akla karayı seçerken ağır bir tokat yiyor. Yani bir anlamda, benzetilecekse Lenin’in jestini karşıdakiler yapıyor. Jesti gören Zizek’e Leninist poz yapmak kalıyor!
Lenin’in Kurucu Meclis’te geçmişin içinde debelenenleri gördüğü yerdeki reddine karşılık Zizek, Batılı ‘değerleri’, o değerlere sahip olduğunu varsaydıklarına hatırlatarak uzlaşıyor. Bu değerlere gerçekten inanan ve ‘demokratik’ konsensüsü burada arayan Zizek olmasın.
Şayet bir ortodoksluk iddiası varsa bunun mantıksal sonuçlarını apaçık başka bir yolda bulamaz mıyız? Zizek, kendisini “Birkaç polisin sahneden uzaklaştırmak için hazır beklediğini” de göze alarak “Nakba’dan beri Filistin direnişinin İsrail işgalciliğine yönelik her türlü eylemi meşrudur” diyebilseydi tüm verili dağılımı ‘demokratik’ konsensüsle birlikte yerinden etmiş olmaz mıydı? Kuşkusuz Zizek’ten uçarı teorik provokasyonlar görmeye alışığız ama o, sıra hakikaten ‘Leninist jest’e geldiğinde yani basit bir jestin politik tutumlara dönüşme olasılığı belirdiğinde fazlasıyla uygardır. Zizek’in medeni tutumuyla kiminle nasıl uzlaşma aradığı ile meselemiz yok, ama mesele istismarcı bir şekilde Lenin’i buna ortak yapması…
Zizek’i Lenin’in mantığını izleyemediği için suçlamak hem anlamsız hem de gereksiz. Diğer yandan kendi uzlaşı arayışını ‘Leninist jest’ olarak etiketleyebilmesi tam bir Leninist tokadı hak ediyor.
Tüm bunların ötesinde Filistin direnişi tarihinin zorlu günlerini yaşıyor. Filistin halkının, onun yiğit evlatlarının ve direnişe omuz verenlerin kanı toprağa dökülürken sözleri ile sınırlı olanların hükümleri de ancak bu kadar. Başka bir düzlemde Filistin direnişi varlığı ile turnusol olmaya devam ediyor: Direnişten yana olanlar ve diğerleri.
Sahte Leninist jest oyunları değil Leninist politika ve Leninist tutum…
Yazı boyunca şu metin takip edilmiştir: Slavoj Zizek, “Ölümünden Bir Asır Sonra En Kötü ve En İyi Haliyle Lenin”, Çeviri: Barış Özkul, Birikim, Sayı 427 – 428, Kasım – Aralık 2024, ss. 88-93.