Ana SayfaKürsüSSCB HAYALETİ

SSCB HAYALETİ

Tzvetan Todorov şöyle yazar bir yerde: “Yaşam ölüm karşısında yenik düştü, ama bellek hiçliğe karşı mücadelesinde kazanacaktır.” Bugün Rusya adını verdiğimiz ülkede Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) giderek, özellikle de “Özel Askeri Operasyon” sonrasında, daha fazla görünür olmasına gayet derin anlam katan bir söz.

1917 öncesinde Avrupa’da dolaşan bir hayalet olan Komünizm, 1917 ile birlikte somut bir dev olarak kapitalizmin karşısına dikilmişti. Büyük badireler atlatmış, yeryüzü tarihinde eşi benzeri olmayan bir yıkım ve vahşet pratiği olan faşist saldırı karşısında direnerek Avrupa’yı bu beladan adeta tek başına kurtarmıştı. Avrupa’nın yarısına, tarihten −düşman aksini ne kadar arzulasa da− silinemeyecek damgasını basmıştı. Savaşın büyük yıkımının ardından SSCB, bütün bir kapitalist bloğun dayattığı Soğuk Savaşa direnmişti. Direndi, direndi fakat 26 Aralık 1991’de bir beceriksiz korkak ile bir hainin varlığında simgelenen etmenlerle resmen çöktü.

Türkiye’de ve dünyada SSCB’nin çöküşünü kutlayan kapitalistler ideo-politik çizgilerinin tutarlılıklarıyla mest olurken, bazı saftirik ve çocuksu ‘devrimciler’ ise, bürokratik yapı ya da sosyal-emperyalizmin yokluğu ile birlikte, bilinçli işçi sınıfının öncülüğünde yüzyılı aşkın süredir beklenen ‘gerçek sosyalizm’in kurulmasının yolunun açılmış olduğu beklentisi içerisine giriyorlardı. Kapitalistlerin ‘çılgın 90’lar’ olarak adlandırdığı fakat eski SSCB halkları için utanç, aşağılanma ve talanla eşanlamlı yıllar boyunca bu dev coğrafyadan kalan ülkeler yağmalandı, emperyalizmin en büyük hümanist aygıtı olan NATO sınırlarını genişletti ve Yugoslavya’dan Irak’a kadar coğrafyalar kan gölüne çevrildi. Köpeksiz köyde değneksiz gezen kapitalistler karşısında umdukları neticeleri alamayan çocuksu ‘devrimciler’ ise, içinde bir nokta bile olmadıkları tarihe mızırdanıp durdular.

1917’de maddeleşen Komünizm, 1991’de somut varlığını terk ederek yine bir hayalet biçimine girmişti. Daha da ileri giden bazı aklı evveller ise, buna dayanarak, tarihin sonunu çoktan ilan etmişlerdi. SSCB’deki deneyimi artısı ve eksisiyle değerlendirmek yerine toptan yok saymaya yönelen ‘devrimciler’, Ekim Devrimi karşısında, bir ilk olmak dışında hükmü olmayan Paris Komünü’ne methiyeler düzerken, SSCB sıradan insanların belleğinde hiçliğe karşı direnişine devam ediyordu. Belleklerdeki SSCB sadece Büyük Vatanseverlik Savaşını, uzaya gönderilen ilk insanı değil Marx’ı, Lenin’i ve daha çok da Stalin’i içermekteydi. Bu sahip çıkma, belli bazı nostaljik öğeler taşıyor olsa da, kuvveden fiile çıkma sürecine girerek reddedilemez bir olgu haline geldi.

Bu hayaletin ortaya çıkması elbette dünün ya da bugünün olayı değildi. 1991’deki çöküş ve öncesindeki son engelleme teşebbüsü aslında bu hayaletin varlığına delalet idi. Çöküşü önlemek için girişilen Ağustos Darbesinin en militan üyesi olan ve teşebbüsün başarısızlığı sonrasında Kremlin’deki ofisinde yaşamına son veren SSCB Başkanı Danışmanı Mareşal Sergey Fedoroviç Ahromeyev’in intihar mektubu sadece bu ideolojik öznenin son sözlerini değil, gelecekteki hiçliğe karşı direnecek bilincin de haberini veriyordu:

“Vatanım yok olur ve hayatım boyunca anlamlı saydığım her şey yıkılırken yaşamaya devam etmem imkânsız. Yaşım ve yaşadığım hayat bana hayata veda etme hakkı veriyor. Sonuna kadar mücadele ettim.”[1]

Sergey Fedoroviç Ahromeyev

Kendisini yalnızca ideolojisiyle var eden bir öznenin ideolojisinin sona ermesiyle biyolojik varlığının sona ermesini eşzamanlı kılması takdir edilesi bir eylemdir.

SSCB’nin çökmesi üzerine yapılan Batı yörüngeli binlerce yoruma ve Rusya’da bu yorumların peşinden gidenlerin söylemsel hegemonyasına karşı başka düşünceler de vardı. Bu düşüncelerin odaklandığı nokta güç idi. Eğer güç iseniz ayakta kalırsınız, başka türlüsü mümkün değildir. Gücün anahtarı da iktidardır, yani devletli olma. Ezilenler, tarihte ilk kez SSCB ile devletli olmuşlardı, işte yıkılan da bu devlet olmuştu.

Hayaletin siluetlerinden biri bu devlet için şöyle der: “Stalin tabandan delinmesi imkânsız bir devlet yarattı, oradan hiçbir şey geçiremezdi içine. Ama üst kısmı apaçık, savunmasızdı. Kimse onu yıkmaya yukarıdan başlayacaklarını düşünmedi, ihanetin ülkenin en yüksek kademesinden başlayacağını…”[2]

Gerçekten de Ağustos’ta SSCB’de eksik olan Çin’de eksik değildi; Ağustos’ta SSCB’de paramparça olan ideo-politik merkez Tiananmen’de dağılmamış ve ÇKP sağlam durabilmişti. Bir fikrin ya da ideolojinin kendinden menkul bir gücü yoktur, bu sadece felsefecilerin safsatasıdır. Ona güç veren taşıyıcısı somut gücün kendisidir. İdeoloji, arkasındaki güç çekildiğinde bir hiçtir. “Gorbaçov’un konuşmalarından her Sovyet insanı için önemli olan sözcükler kaybolmuş durumdaydı: ‘uluslararası emperyalizmin entrikaları’, ‘karşı saldırı’, ‘okyanus ötesi kodamanlar’… Bütün bunları silip atıyordu. Varsa yoksa ‘glasnost düşmanları’ ve ‘perestroyka düşmanları.”[3]

Somut gücün geri çekilişi dışarıda da yankısını buluyordu: “Amerika için biz ‘şeytan imparatorluğu’yduk, bizi haçlı seferiyle korkutuyorlardı… ‘Yıldız savaşları’yla… Bizim başkomutanımız ise Budist keşiş gibi bir şeydi: ‘Dünya ortak evimizdir’, ‘zorlamadan ve kansız değişim’, ‘savaş artık politikanın devamı değildir’.”[4]

SSCB’nin ekonomik, sosyal katmerli ağır sorunları olduğu reddedilemez bir gerçekti. Fakat bu sorunlar hangi ülkede yoktu ya da bu sorunlarla hangi ülke uğraşmamıştı? Yıllarca ABD’nin hemen dibinde varoluş mücadelesi veren Küba, onyıllardır ağır bir ambargo altında yaşayan KDHC ya da açlığı, savaşı ve yoklukları yaşamış Çin… Hepsi bu sorunlarla yüz yüze kaldılar ama yıkılmadılar. Peki, SSCB neden yıkıldı? Mücadele cephesinin en önünde olduğu Soğuk Savaşın ana arterlerinden biri de ideoloji idi. Kültür, basın-yayın ve edebiyat gibi alanlarda aralıksız süren yoğun ideolojik savaş da etkili olmuştu. Mevcut altyapısal sıkıntıların ivmelendirmesi ve ideo-politik merkezin yetersiz karşılığı ve bazen de umursamaz tutumuyla bu saldırıların etkisi arttı. Kremlin’deki hayaletimize göre sonuç “ruh yitimi” idi: “Büyük bir ülke vardı, bu ülke korkunç bir savaş verdi ve işte yıkılıyor. Çin yıkılmadı. İnsanların açlıktan öldüğü Kuzey Kore de öyle. Küçük sosyalist Küba duruyor, biz ise kaybediyoruz. Bizi tanklarla ve roketlerle ele geçiremediler, en güçlü olduğumuz şeyi yıktılar. Ruhumuzu.”[5]

Bugünün Rusya’sı ve komünist olmayan Kremlin özneleri eğik bir düzlem üzerindedir. Ukrayna’daki askeri operasyon bu düzlemi daha da eğikleştirdi ve SSCB’yi daha fazla görünür kılmaya başladı. Bu durum belli öznelerin tercihlerinden ziyade, içinde bulunulan düzlemin yapısallığından kaynaklanmakta ve söz konusu özneleri, istemeyerek de olsa, SSCB’ye giderek daha fazla atıf yapmak zorunda bırakmaktadır. Şu kesin, bugün Rusya, SSCB’nin ideolojik, politik, tarihi ve toplumsal yekûnunun yerini tutabilecek kuvvette bir politik hareketten tamamıyla yoksundur. Yoksunluğu ikame etmek için Ortodoks Kilisesine, Büyük Rusya şovenizmine, Avrasyacılığa yapılan tüm başvurular sonuç vermemekte, istenilen etkiyi gösterememektedir. Hiçbiri SSCB’nin güçlü damgasıyla karşılaştırılamaz.

İyi ki yaşadın SSCB, iyi ki var oldun! Varlığın, ağır sorunların ve çöküşün güçlü bir ders oldu.

Tarihin bir kere daha Lenin’in, Stalin’in devletini çağırması umuduyla…

Ek: Çöküşün insanlarından anlatımlar

Svetlana Aleksiyeviç

Svetlana Aleksiyeviç’in aktarmalar yaptığımız kitabı bireysel anlatımlardan oluşmaktadır ve bunlardan birkaçına yer vermenin uygun olacağını düşündük. Görüleceği üzere anlatımlar, son derece zengin çağrışımlarla hayaletin fısıltılarına aracılık ediyor. Karşı-devrimci taraf ise o gün de bugün de durmaksızın konuşuyor. Vurgular yazara ait.

Ek 1 – “Yurtsever”

Yer Kızıl Meydan, Ağustos Darbesi sonrası…

Ben yurtseverim…

Tarihimizin en utanç verici döneminde yaşıyoruz. Korkaklar, hainler kuşağıyız biz. Böyle bir anı bırakıyoruz çocuklarımıza. “Anne ve babalarımız büyük bir ülkeyi kot pantolon için, Marlboro ve sakız için satmış”, diyecekler. Vatanımızı, SSCB’yi savunamadık. Korkunç bir suç. Sattık her şeyi! Rus’un üç renkli bayrağına asla alışamayacağım, gözlerimin önünde hep kızıl bayrak olacak. Büyük ülkenin bayrağı! Büyük zaferin! Ne yapmak lazımdı bizimle… Sovyet insanlarıyla… Ne yapmalıydı ki gözlerimizi kapatıp bu sikik kapitalist cennete koşalım? Şekerlemelerle, salam tezgahlarıyla, parlak ambalajlarla satın aldılar. Gözümüzü kör ettiler… serseme çevirdiler. Her şeyi ıvır zıvırla değiştirdik. Masal anlatmaya gerek yok… Yok CIA mahvetmiş Sovyetler Birliği’ni, yok Brzezinski’nin entrikalarıymış… Peki neden KGB, Amerika’yı mahvedemedi? Ne aptal Bolşevikler sıçtılar içine ülkenin, ne de entelektüel reziller yok etti, yurtdışına çıkabilsinler, GULAG Takımadaları’nı okuyabilsinler diye… Yahudi-Mason komplosu da aramayın. Biz kendimiz yıktık her şeyi. Kendi ellerimizle. Biz, sıcak hamburgerleriyle McDonald’s’lar açılsın ve herkes Mercedes alabilsin, video alabilsin diye hayal ettik. Dükkânlarda porno filmler satılsın diye hayal ettik…[6]

Ek 2 – “Komünist”

Ben Komünistim…

benim kafamda hakların kardeşliği falan filan vardı. Sovyet kardeşliği. Vilnius garına ininceye kadar inanmadım. İstasyona indim… Daha ilk anda, Rusça konuştuğumu duyar duymaz, başka bir ülkeden geldiğimi gösterdiler. İşgalciydim. Çamurlu, geri kalmış Rusya’dan gelmiştim. Rus İvan. Barbar.[7]

Ek 3 – “İdeolojik Özne”

Sergey Fedoroviç Ahromeyev 1940

En etkili fısıltılardan biri ise, yukarıda adı geçen ve bir ifadesine yer verilen Ağustos Darbesinin önde gelenlerinden, Gorbaçov’un danışmanı, SSCB eski Genelkurmay Başkanı Mareşal Sergey Fedoroviç Ahromeyev’e aitti. Ahromeyev Olağanüstü Hal Devlet Komitesi’nin (Госуда́рственный комите́т по чрезвыча́йному положе́нию) en savaşkan militanı. Darbe başarısız olduğunda Kremlin’deki ofisinde intihar etti. Arkasında olduğu ideolojik nesneye yaraşır beş not bıraktı. Notlar şöyleydi:

a) Ailesine: “Benim için başlıca vazifem ordu ve yurttaşlardı. Siz ikinci plandaydınız. Bugün ilk kez vazifenin yerine ön plana sizleri koyuyorum. Sizden bu günleri cesurca karşılamanızı rica ediyorum. Birbirinizi destekleyin. Düşmanlara hainlik için fırsat vermeyin…”

b) SSCB Mareşali Sokolov’a: “Ailemi bu zor günlerinde yalnız bırakma.”

c) Kremlin Lokantasına olan borcun ödenmesini rica ettiği ve 50 ruble değerinde yemek fişi iliştirmiş not.

d) Alıcısı belirsiz dördüncü not: “Vatanım yok olur ve yaşamım boyunca anlamlı saydığım her şey yıkılırken yaşamaya devam etmem imkânsız. Yaşım ve yaşadığım hayat bana veda etme hakkı veriyor. Sonuna kadar mücadele verdim.”

e) Son not: “İntihar silahını hazırlamakta beceriksizdim. İlk girişimde (saat 9:40) başarılı olamadım; ip koptu. Gücümü toplayıp yeniden denemeye hazırlanıyorum.”[8]

Ek 4 – Kremlin Hayaleti

İsminin açıklanmasını istemeyen, yukarıda da anlatımlarını yer verdiğimiz ve SSCB yıkılırken Kremlin’de çalışan N adında bir hayaletin anlatımları, olayların değerlendirilmesinde daha açık ideo-politik ve teorik açıya sahip olduğu anlaşılıyor.

… Romanya’da olan her şeyi biliyorduk… Çavuşesku’yla karısını vurmuşlar ve Çekistleri, parti elitini küme küme tutup duvara dizmişlerdi. Hendeklere doldurmuşlardı… O da… o da idealist, romantik komünistti. “Komünizmin ışıl ışıl doruklarına” inanıyordu. Tam anlamıyla. Komünizmin sonsuza dek süreceğine. Bunu bugün itiraf etmek saçma… budalaca… Başlayan şeyi kabul edemedi. Genç avcıların nasıl toplandığını gördü… Kapitalizmin öncülerini… Kafalarında Marx ve Lenin olmayan, dolar olanları…[9]

Bekledi. Bekledi. Bürokratik mekanizma –manevra yapmaya çok yetenekli olan bir makinedir bu… Hayatta kalmaya. İlkeler mi? Bürokraside inanç, ilke yoktur, bunların hepsi bulanık metafiziktir. En önemlisi koltukta oturmak, gittiği yere kadar oturmaktır, sev beni seveyim seni, gör beni göreyim seni meselesi. Bürokrasi bizim dar geçidimizdir. Lenin bile bürokrasinin Denikin’den daha korkunç olduğunu söylemişti. Bir tek şeye değer verilir; kişisel sadakat ve kimin efendi olduğunu, kimin elinin sıkılacağını unutmamak…[10]

Kitaplarınızı okudum… Boşuna inanıyorsunuz insana… İnsanın doğrusuna… Tarih; fikirlerin hayatıdır. İnsanlar yazmaz, zaman yazar. İnsanın doğrusu ise kendi şapkasını astığı bir çividir.[11]

Her savaşı biz kazanırdık. Rus askeri ölmekten korkmaz. O konuda biz Asyalıyız… İlk dönekler!… Genel Sekreterin Kremlin’de oturan baş karşı-devrimci olduğu ortaya çıktı. Yukarıdan devleti yıkmak kolay oldu. Partideki sert disiplin ve hiyerarşi ona karşı çalıştı. Tarihte benzersiz bir vaka…[12]

Genel Sekreter mücadele etmeden gitti. Halka ve milyonlarca komüniste seslenmedi… İhanet etti. Sattı herkesi. O dakikalarda Ahromeyev’in hayatta olduğunu düşünmek mümkün. İşe giderken, yolda devlet dairelerinden bayrakların indirildiğini görmüş olmalı büyük olasılıkla. Kremlin kulesinde. Neler hissetmiş olabilir? Komünist… Gazi… Bütün hayatı anlamını yitiriyor… Onu bugünkü hayatımızın içinde hayal edemiyorum. Sovyet olmayan hayatımızın içinde… Prezidyum’da, kızıl bayrak değil, üç renkli Rus bayrağı altında oturacağını. Lenin’in portresi altında değil, Çarlık arması altında. Ahromeyev’in yeni iç dekorla hiçbir ortak yanı yok. Sovyet mareşaliydi o… Anlıyor musunuz… Sovyet! Sadece öyle, başka türlü olmasına imkân yok. Sadece öyle…[13]

Kremlin’de rahat değildi. “Çirkin ördek yavrusu”… “Kara koyun”… Böyle yaşayamazdı; her zaman “Samimi, çıkarsız yoldaşlık sadece askerler arasında olur,” derdi. Gorbaçov orduyu sevmiyordu, tıpkı generallere ve askerlere neredeyse sadece “parazit” diyen Kruşçev gibi. Ülkemiz askeri bir ülkeydi, ekonominin yüzde yetmişi de öyle ya da böyle orduya hizmet ediyordu. En iyi akıllar da… fizikçiler, matematikçiler… Hepsi tank ve bomba yapmaya çalışıyordu. İdeoloji de askeriydi. Gorbaçov basit bir devlet memuruydu. Ondan önceki genel sekreterler ordudandı, ama o Moskova Devlet Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ndendi… Bize büyük ve güçlü bir ordu lazım, böyle bir toprağımız var; dünyanın yarısıyla sınırımız var. Güçlü olduğumuz sürece sayıyorlar bizi, güçsüz olunca hiçbir “yeni fikir” kimseyi hiçbir şeye ikna edemez… [Gorbaçov] “Sanat meraklısı”ymış, “Rus Gandhi’si”ymiş…[14]

Bu yapıyı bozmak tehlikeliydi. Stalin’inki… Sovyet… Ne dersiniz… Bizim devletimiz hep seferberlik rejimi oldu. İlk günden beri. Barış hayata geçmedi. Yine de… bir düşünün, moda kadın çizmelerini ve güzel sutyenleri biz de yapamaz mıydık? Plastik “videokasetleri”. Çocuk oyuncağı bizim için. Ama bizim başka hedeflerimiz vardı… Ya halk? Halk sıradan eşyalar bekliyor. Pasta bolluğunu. Ve yeni Çar! Gorbaçov Çar olmak istemedi. Reddetti. Yeltsin’e gelince… 93 yılında, altındaki başkanlık koltuğunun sallandığını hissedince, hiç vakit kaybetmedi ve Parlamento’ya ateş edilmesi emrini verdi. 91 yılında komünistler ateş etmekten korkmuştu… Gorbaçov kansız teslim etti iktidarı… Yeltsin ise tanklarla ateş açtı. Savaş çıkardı. Ya işte… Ve onu desteklediler. Bizim ülkemizde Çarlık mantığı var, bilinçaltında. Genlerde var…[15]

Troçki’nin Hayatım kitabını okuyorum. Orada devrimin mutfağı çok iyi gösterilmiş… Şimdi herkes Buharin’in peşine takılıyor. Onun sloganı şöyleydi: “Zenginleşin, biriktirin.” Şimdiki zamanla gayet uyumlu. Tam zamanında “Buharçik” (Stalin onu böyle vaftiz etmişti) sosyalizme derece derece geçmeyi önermişti. Stalin’e Cengiz Han demişti. Ama o da değişik biriydi… Herkes gibi o da insanları devrim kargaşasına atmaya, hiç hesap yapmadan atmaya hazırdı. Kurşunlarla eğitmeye. Bunu ilk düşünen Stalin değildi… Perestroyka… Glasnost… Her şeyi elden kaçırdık… Neden? İktidarın yüksek zirvelerinde bir sürü akıllı insan vardı. Brzezinski’yi okumuşlardı… Ama şöyle düşünülüyordu: Tamir edelim, elden geçirelim ve devam edelim. Bizim insanlarımızı, Sovyet olan her şeyden ne kadar bıktığını bilmiyorlardı. Kendileri de çok az inanıyordu “aydınlık geleceğe”, ama halkın inandığına inanıyorlardı… Hayır… Ahromeyev’i öldürmediler… Komplo teorilerini bırakalım… İntihar, bu onun son argümanıydı. Bu gidişiyle yine de en önemli şeyi söyledi: Uçuruma gidiyoruz… Sistem çürüdü, parti çürüdü… [16]

Perestroyka… Tam hatırlamıyorum, ama bana öyle geliyor ki bu sözcüğü ilk kez yurtdışında yabancı gazetecilerden duymuştum. Bizde daha çok “ivmelenme” ve “Leninci Yol” denirdi.[17]

“Demokrat” bir yayında, savaş kuşağının… yani bizim… iktidarda çok kaldığımızı okudum. Zafer kazanmışız, ülkeyi inşa etmişiz ve gitmemiz lazımmış, çünkü askeri ölçülere göre yaşamak dışında başka bir hayat fikrimiz yokmuş. Bu yüzden dünyadan böyle geri kalmışız… “Chicago çocukları”… “Pembe pantolonlu yenilikçiler”… Nerede büyük ülke? Eğer bu bir savaş olsaydı biz kazanırdık. Eğer savaş olsaydı…[18]

…Üstelik Gorbaçov gün geçtikçe genel sekreterden çok bir vaize benziyordu. Televizyon yıldızı olmuştu. Bir süre sonra herkes sıkıldı onun vaazlarını dinlemekten: “Lenin’e dönüş”… “Gelişmiş sosyalizme sıçrayış”… Şöyle bir soru doğdu: O zaman yaptığımız şey ne; “gelişmemiş sosyalizm” mi bizdeki… Neden iki Gorbaçov vardı? Yurtta da “setin ötesindeki” gibi samimi olsa, “ihtiyarlar” onu çiğ çiğ yerdi. Bir sebep daha var… O… bence… uzun zaman önce çıkmıştı komünistlikten… Artık komünizme inanmıyordu… Gizlice ya da bilinçdışı biçimde sosyal-demokrat olmuştu. Özellikle göstermiyordu, ama herkes onun gençliğinde Moskova Üniversitesi’nde (MGU) Prag Baharı’nın lideri Aleksandr Dubçek ve onun yoldaşı Zdenek Mlınar’la birlikte okuduğunu biliyordu. Bütün Perestroyka oradan geliyor… Kruşçev’in buzların çözülmesi döneminden…[19]

… Biz artık bu temaya girdik… Stalin’den Brejnev’e kadar ülkenin başında savaşan liderler vardı. Terör zamanını yaşamışlardı. Psikolojileri zorlu koşullarda şekillenmişti. Sürekli dehşet. Kırk bir yılını da unutamamışlardı… Sovyet Ordusu’nun Moskova’ya kadar utanç verici çekilişini. Askerlerin savaşa nasıl “Silahınızı savaş meydanında bulun”, denerek yola çıkarıldığını. Böyle bir hatırası olan insanların düşmana karşı tank ve uçaklarla güçlendirilmesi gerektiğine inanması mantıklı… Gorbaçov’un ekibindeki herkes, savaş yıllarının çocuklarıydı… Onların bilincinde dünyanın mutluluğu iz bırakmıştı… Beyaz atının üzerinde zafer kıtasını selamlayan Mareşal Jukov… Daha başka bir kuşak… Ve başka bir dünya… İlkler Batı’ya inanmıyordu, onu düşman olarak görüyordu, ikincilerse Batı’daki gibi yaşamak istiyordu… Öyle mi olsun? Üst düzey generallerin, neredeyse politik yönetime karşı savaşa girdiği bir an geldi. Genel sekretere karşı. Doğu Bloku’nun kaybedilmesinden ve Avrupa’dan kaçmamızdan dolayı onu affedemiyorlardı. Özellikle de Doğu Almanya’dan. Hatta Şansölye Kohl, Gorbaçov’un hesapsızlığına şaşırmıştı: Avrupa’dan çıkmak için bize büyük paralar teklif etmişlerdi, o da reddetmişti. Naifliği şaşırtıcıydı. Rus saflığı. O, kendisini sevsinler istiyordu… Fransız hippileri onun resmi olan rozetler taşısın istiyordu…[20]

Sovyet-Amerikan silahsızlanma anlaşmalarında Amerikalılar hep istedikleri şeyi aldılar… Gorbaçov Oka füzesinin imha edilmesi kararını askerlerden gizli olarak, şahsen aldı. İşte o zaman Ahromeyev ünlü cümlesini söyledi: “Belki de, bizim hemen tarafsız İsviçre’den politik sığınma talep etmemiz ve eve dönmememiz gerekiyor artık?”[21]

Belki, özel bir şey bu, ama Mareşal Jukov’un savaştan sonra gözden düşmesi sadece Stalin’in onun şöhretini kıskanması yüzünden değildi, Almanya’dan getirdiği, yazlığında sakladığı çok sayıda halı, mobilya, av tüfekleri yüzündendi. Bütün bunları iki küçük kamyon taşıyabilirdi aslında. Ama Bolşevik bu kadar çok mala sahip olamaz… Gorbaçov lüksü severdi. Foros’ta ona bir yazlık yapmışlardı… Mermeri İtalya’dan getirilmişti, yer döşemeleri Almanya’dan… Plaj için kumları Bulgaristan’dan… Batılı liderlerin hiçbirinin böyle bir şeyi yoktu. Gorbaçov’unkiyle kıyaslayacak olursak, Stalin’in Kırım’daki yazlığı çadır gibiydi bunun yanında.[22]

Kim savundu komünizmi? Profesörler ve MK sekreterleri değil… Leningradlı kimya öğretmeni Nina Andreyevna komünizmi savunmak için harekete geçti… [23]


[1] Aleksiyeviç, S. (2013) İkinci El Zaman (Kızıl İnsanın Sonu) Çev. Sabri Gürses. Kafkakitap. İstanbul. s. 127.

[2] A.g.e., s. 136.

[3] A.g.e., s. 138.

[4] A.g.e.

[5] A.g.e., s. 141.

[6] A.g.e., s. 123.

[7] A.g.e., s. 124.

[8] A.g.e., s. 126-127.

[9] A.g.e., s. 134.

[10] A.g.e., s. 134-135.

[11] A.g.e., s. 136.

[12] A.g.e.

[13] A.g.e., s. 137.

[14] A.g.e., s. 137-138.

[15] A.g.e., s. 139.

[16] A.g.e., s. 140-141.

[17] A.g.e., s. 142.

[18] A.g.e., s. 143.

[19] A.g.e., s. 143-144.

[20] A.g.e., s. 144-145.

[21] A.g.e., s. 145-146.

[22] A.g.e., s. 147.

[23] A.g.e.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar