Ana SayfaKürsüHTŞ, “MSO” VE DÜŞEN HALEP...

HTŞ, “MSO” VE DÜŞEN HALEP…

Son saldırı ile yeniden şekillenen Suriye haritası

ABD, İsrail, TC devletleri denetiminde koordineli bir tarzda hareket eden İslamcı terörist çeteler (HTŞ, “MSO”) Halep’i ele geçirdi. Erdoğan liderliğindeki dinci faşist devletin piyonu “Milli Suriye Ordusu” diğer yandan Tel Rıfat’ı, Şehba bölgesini de işgal etti. “MSO”nun Mümbiç’i düşürmek için askeri saldırıları ise devam etmektedir. Hedefte Rojava var. Türk genelkurmayı ve MİT’in kurmaylığında çetelerin saldırıları Türk işgalci ordusunun Rojava’ya dönük askeri yığınak ve saldırılarının artmasıyla el ele gitmektedir. Keza HTŞ ve “MSO”nun birlikte olduğu, çakıştığı alanlarda birbirleriyle boğazlaşmaları da başladı. TC önderliğinde İslamcı cihatçı çetelerin işgal ettiği ve edeceği topraklarda yaşayan Aleviler, Kürtler, Şiiler, Hristiyanlar, Ezidiler, Ermeniler, Süryaniler, laik-seküler yaşamdan yana olanlar, IŞİD, HTŞ, Türkiye gibi düşünmeyenler kanlı bir soykırımla, vahşi katliamlarla karşı karşıya. Soykırımcı ve katliamcı dinci çeteleri destekleyen, teşvik eden, örgütleyen her devlet savaş suçlusudur, jenosidin suç ortağıdır, insanlık düşmanıdır; yargılanmalı ve hesap sorulmalıdır.

Halep Kalesi

Uzun boylu değerlendirmelere girmeyeceğiz, gelişmeler bağlamında bazı olgulara dikkat çekmekle yetineceğiz.

ABD, Orta Doğu’yu güçlü bir Amerikan üssüne, sıçrama tahtasına çevirmek, kendisine boyun eğmeyen devletleri yıkmak, hidrokarbon zenginliğin üstüne çökmek, İsrail’in güvenliğini sağlama almak, Çin ve Rusya’nın önünü kesmek amacıyla geliştirdiği saldırı stratejisini yaşama geçirmektedir. Suriye’nin de dize getirilmesi bu stratejinin gereğidir. Uzun yıllardan beri süregelen Suriye’nin kan ve ateşe boğulmasının nedenleri özetlediğimiz Amerikancı strateji ve saldırı çizgisinde yatmaktadır. IŞİD ve benzeri cihatçı katliam çetelerinin vurucu güç olarak kullanılması, din ve mezhep savaşlarının kışkırtılması da söz konusu stratejinin araçlarındandır.

Açıklıkla vurgulanmalıdır: Suriye saldırıya uğrayan devlet konumundadır. HTŞ ve “MSO” saldırgan devletler olan ABD-İsrail-TC’nin kullandıkları son derece kullanışlı araçlardır.

ABD, İsrail, BM tarafından “terörist” ilan edilmiş HTŞ’nin Halep’i işgal ederek Hama’ya dayanan ve bu kenti de işgal eden askeri saldırısını kamuoyu nezdinde anlayışla karşıladı, doğrudan ya da yarı-dolaylı destekledi. Bu durum emperyalist ve Siyonist dünyanın sınır tanımayan iki yüzlülüğünün açık ifadesidir. “Terörizme karşı mücadele” sadece emperyalizm ve gericiliğin kendi ekonomik, siyasi, askeri çıkarları için kullandığı bir propagandadan ibarettir.

Keza sözde “İslam davası” için “cihat” eden ve Siyonist düşmanı olduğunu söyleyen cihatçı çetelerin “Kafir” ABD ve İsrail Siyonist devleti ve Netanyahu hakkında tek bir olumsuz laf söylememeleri, bu iki sömürgeci devlete karşı tek bir askeri saldırı bile yapmamaları tesadüfi değildir. Dünyanın dört bir yanından gelerek Suriye’yi “İslam davası” adına kana bulayan cihatçı terörist çetelerin Filistin ve HAMAS için ellerini bile kıpırdatmamaları, yardımına gitmemeleri de İsrail lehine çalıştıklarını göstermektedir. Bir yandan Müslüman keserken, Müslümanların mallarını yağmalarken, Müslümanların ırzına geçerken, öte yandan da Filistin soykırımı yapan Netanyahu hükümetinin Lübnan’daki katliam ve yıkımını, Hizbullah’ın ağır darbeler yemesini tatlı dağıtarak kutlayan cihatçı teröristlerin İsrail’le işbirliği içinde oldukları ya da İsrail ile anlaşmalı davrandıkları açıktır. Suriye-İran-Hizbullah hedeflerini acımasızca vurarak HTŞ vb. İslamcı çetelerin askeri harekâtına yolu düzleyenin “kafir-küffar-gavur” İsrail ve Netanyahu olduğunu dünya alem biliyor.

İsrail’in Lübnan’da ateşkes ilanıyla aynı anda İran’ı ve Suriye’yi tehdit etmesinin hemen ardından başlayan HTŞ ve “MSO” askeri saldırısı tesadüfi değildir. Bu saldırı, bölgede saldırgan devletler konumunda olan ABD-İsrail-TC tarafından yönlendirilmektedir. Ortaklaşa koordinasyon ve yönlendirme olması bu devletlerin her birinin, özellikle de TC’nin söz konusu devletlerin kendine özgü hesaplarının ve çelişmelerinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Özellikle Kürt sorunu söz konusu olduğunda TC ile ABD ve İsrail’in politikaları arasında açık bir çatışma vardır. Keza TC, İslamcı terörist kuvvetlerin Suriye’de iktidarlaşmasını isterken, ABD ile İsrail radikal İslamcı çetelerin iktidara gelmesinden yana değildir. Çünkü onlar son tahlilde böyle bir gelişmenin ABD-İsrail-Körfez ülkelerinin güvenliğine ve istikrarına aykırı olduğunu düşünmektedir. Ki Körfez ülkeleri bu tutumlarını açıkça ifade ettiler.

Hamas’ın, Hizbullah’ın, İran’ın ciddi darbeler yiyerek gerilediği, Rusya’nın Ukrayna savaşına yoğunlaştığı, İsrail’in sürekli İran, Hizbullah, Suriye askeri hedeflerini vurduğu ve yolu açtığı koşullarda çetelerin harekete geçirilmesi olan-biten gelişmelere ışık tutmaktadır. Esad rejiminin çetelerin saldırısı karşısında savaşmak yerine geri çekilmesi rejimin zayıflığını açığa çıkardığı gibi çetelerin engelsiz geniş toprakları ele geçirmesine yol açtı. Oysa katliam çetelerinin TC ile birlikte kapsamlı bir saldırı için hazırlık yaptığı Rusya-İran-Suriye devletleri tarafından biliniyordu…

Esadçı rejimin ABD-NATO-AB-İsrail dostu bir rejimle değiştirilmesi, Rusya ve İran’ın Suriye’den sökülüp atılması, Suriye üzerinden de Irak’ın kontrol altına alınması, İran’ın köşeye sıkıştırılması ABD-İsrail politikasıdır. Yukarıdaki konjonktürde HTŞ’nin ileri sürülmesi emperyalist ve Siyonist cephenin stratejisiyle uyumludur ve bu durum ABD-AB-İsrail-TC tarafından yapılan açıklamalarla da doğrulanmaktadır. Trump 20 Ocak’ta göreve başlayacak. Bazı şeyler o zaman daha iyi anlaşılacaktır. Orta Doğu’da ve Suriye’de yapılan birtakım ataklar, aynı zamanda Trump’ın olası yönelimlerinin hesaba katılmasıyla da ilişkidir. Bu TC için çok daha geçerlidir ama sadece TC için değil…

Suriye’yi üç devlete (Sünni İslamcı, Esatçı, Kürt) bölme ya da gevşek bir federatif devlet statüsünde biçimlendirme ABD-İsrail-AB stratejisidir. Fiili tablo da böyledir. Rojava, İdlip ve Esad’ın kontrol ettiği bölgeler bu fiili durumun ifadesidir. Bu parçalanmanın sınırlarının süren savaş içerisinde genişlemesi ya da daralması anlaşılırdır. Her ne kadar Suriye üzerinde sürmekte olan jeopolitik sıcak kapışma nihai biçimine ulaşmaktan uzaksa da tablo budur.

Üç parça dedik ama bir de TC’nin işgal ettiği bölgeler var. Türk devleti ve ordusu Kürtleri bahane olarak kullanıp “Sınırlarımızda bir teröristanın kurulmasına izin vermeyeceğiz” demagojisi eşliğinde Suriye’nin “Afrin, el-Bab, Azez, Cerablus, Cinderes, Rajo, Tel Abyad ve Resulayn gibi şehirler dahil olmak üzere 1000’den fazla yerleşim birimini kapsayan 8.835 kilometrekarelik” toprağını işgal etti. Türk burjuva devleti işgal ettiği ve sömürgeci Türk devlet modeline uygun örgütlediği topraklardan çıkmaya niyetli değildir. Eğer gelişmeler Türk devletinin bu toprakları doğrudan kendi sınırlarına dahil etmesini engellerse bir biçimde bu bölgede egemenliğinin sürmesini garantileyecek çözümleri yaşamaya geçirmeye çalışacaktır.

Yandaş basında-AKİT- yayınlanan bir harita

İslamcı terörist çetelerin hazırlanıp harekete geçirilmesinde önde gelen somut rolü Erdoğancı sömürgeci İslamcı faşist mafya devleti oynadı.

Son gelişmeyle birlikte Astana Anlaşması çökmüştür. TC ortaya çıkan güç dengeleri nedeniyle yarı-gönüllü de olsa geleceğe dönük kurduğu oyun planı ve hesapları çerçevesinde imzaladığı Astana Anlaşması’nı da çöpe atmıştır. Ortaya çıkan tabloda TC’nin eli güçlenmiştir. Soykırımlarla şekillenmiş TC devletinin ve Erdoğan liderliğindeki faşist rejim bu durumu Esad-İran-Rusya, keza ABD’yle Kürt sorununda bir koz, pazarlık kozu olarak değerlendirecektir.

Geçmişte çoğu zaten ABD denetiminde eğitilip donatılmış olan İdlip merkezli çeteler bu kez Türk burjuva devleti tarafından beslendi, korundu, büyütüldü, eğitildi, silahlandırıldı ve Astana Anlaşması fütursuzca çiğnenerek yeni saldırı için harekete geçirildi. “Halep’in öz çocukları Halep’e geri döndü” diyen Erdoğan’ın, Halep kalesine dikilen Türk bayrağı, “Halep Türktür, bizim toprağımızdır” diyen Bahçeli’nin, “uzattığımız eli tutmayan Eset daha çok şey görecek” propagandasını yapan Erdoğan rejimi ve tasmalı medyası saldırının doğrudan TC tarafından örgütlendiğini açıkça göstermektedir. “İnşallah 24 saat içerisinde Şam’da Emevi Cami’sinde namaz kılacağız” diyen dinci faşist ele başı soykırımcı terörist çetelerin de ele başıdır. El Nusra’yı, IŞİD’i, HTŞ’yi uzakta aramaya gerek yok, bu çizgi bizzat Sarayda iş başındadır.

Dinci faşist Erdoğan rejimi bir yandan Suriye rejimini yıkmaya, diğer yandan çeteler aracılığıyla da işgal ettiği toprakları genişletmeye, öte yandan da Rojava’yı yıkmaya, Kürt kazanımlarını yok etmeye endeksli bir saldırgan politika izlemektedir. Bir kısım “analist” tarafından lanse edildiği gibi Erdoğancı faşist diktatörlük için sorun salt “Fırat’ın Batısındaki Kürtleri sürmek” değil, Kürdistan devrimini boğmak, buraları doğrudan işgal etmek, olmadıysa Kürt nüfusunun sürüldüğü, çetelerin yerleştirildiği bir güvenli bölge inşa etmektir.

Rusya-İran-Esad rejimi olan-bitenin farkındadır. İçerisinde bulundukları zor duruma ve her bir tarafın yaşadığı özgün sıkıntılara ve aralarındaki çelişkilere karşın bu bağlaşma ABD liderliğindeki kampa karşı mücadele etmeye devam edecektir. Önümüzdeki dönem daha karmaşık mücadelelere gebedir. Suriye’deki mücadele daha çok su kaldıracak. Suriye küçük bir Orta Doğu’dur. Orta Doğu cangılına saplanan ağır bedeller de ödemeye mahkumdur. Belli ki, Esad ve bağlaşıkları karşı bir saldırıyı örgütlemeye yönelmiş durumda. Rusya-İran-Esad Suriye’yi altın tepsi içinde ABD-İsrail-TC’ye sunmayacaktır. Keza Suriye halkları direnecektir ve direnmektedir. Hayat, zafer sarhoşluğuna kapılmış sömürgeci TC ve çetelerin planlarını, işgallerini dün olduğu gibi bugün de darbelemeye devam edecektir.

Şu an en yakıcı tehlike ve tehdit Rojava devrimini bir kaşık suda boğmak isteyen Suriye ve Orta Doğu halklarının da baş düşmanlarından biri olan Erdoğancı faşist diktatörlüktür.

Devlet Bahçeli’nin DEM’e uzattığı sözde el, Kürt halkına, Kandil’e, Öcalan’a ve Rojava’ya tam teslimiyeti dayatmaktadır. Erdoğan-Bahçeli rejiminin şu “el uzatma” manevrasının, içeride ve dışarıda dinmek bilmeyen faşist terör ve işgalci saldırı politikası eşliğinde beklenti, kafa karışıklığı, pasifikasyon, teslimiyet yaratmayla el ele gittiği açık. Söz konusu “el uzatma” hikayesinin zamanlama bakımından Suriye’de hazırlanmış, devreye konulmuş olan saldırı stratejisiyle, yapılmış planlama ve yönelimle birleşik geliştirildiği vurgulanmalıdır…

Emperyalist ve gerici sınıflara, terörist çetelere karşı halkların birleşik cephesini kurup geliştirmeden Orta Doğu’da daha çok kan döküleceği görülüyor. Özelde kazanılmış Rojava devrimi mevzisinin korunması ve geliştirilmesi için her cephede savaşı yükseltmek yakıcı bir görevdir.

Çok çelişkili, çok katmanlı, ucu açık bir süreç yaşanıyor. İç politikanın dış politikaya, dış politikanın iç politikaya dönüştüğü günümüz koşullarında Orta Doğu’daki, Suriye’deki savaşların, Rojava devrimini boğma saldırısının, kapsamlı soykırımların TC’de, içeride daha kapsamlı, sert, kanlı saldırılara ve soykırımlara dönüşme olasılığı da yüksektir. Bu durumu kışkırtan, saldırıları ve işgalleriyle bu süreci hazırlayan Erdoğancı faşist diktatörlüğün fırsattan istifade resmen olağanüstü hale ya da sıkıyönetime geçebileceği ihtimalini de hesaba katmak ve hazırlanmak da yaşamsal önemdedir. Mao Zedung’un dediği gibi “Tek yanlılık karanlığa çift yönlülük aydınlığa götürür.”

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar