Benim Teori ve Politika ile ilişkim 8-9 yıl kadar önce Ankara’da abimin bir sayınızı uzatarak “Bir bak, ilginç tartışmalar yapıyorlar” demesi ile başladı. Bu türden bir şeye ihtiyaç duyduğumu düşünmediğim, deyim yerindeyse teorik açlık hissetmediğim bir dönemdi. Özellikle Gezi ve Rojava süreçlerinde Türkiye solunun ezber tartışmaların bir adım ötesine geçemeyen yaklaşımına duyulan öfke ve belki umutsuzluk nedeniyle oldukça tok olduğum zannındaydım. Bunu şöyle somutlaştırabilirim: Bana hâlâ Türkiye tarihi açısından benzersiz görünen Gezi ayaklanmasının hareketli günlerinde, P-C hareketi Ankara’da Dost Kitabevi önünde İncirlik Üssünün kapatılması için imza topluyordu. Bunu politik körlüğe yormuş ve sorumluluğu en geniş anlamıyla Türkiye soluna yüklemiştim.
Buna karşın bu yıllarda Teori ve Politika ülkedeki makul politik değerlendirme odağı olarak takibimde kaldı. Fakat hiçbir zaman bir teorik edinimin merkezinde olmadı. Bu tür bir yönelim hâlâ olmuş değildir ama buna dönük mütevazı yönelimim Gezi’ye benzer şekilde 2014 yılında gerçekleşen Kobani ayaklanmasının da Kürdistan tarihinde birçok yönüyle benzersiz olduğunu sezmem ile başlamıştır. Sanırım 3-4 yıl önceye tekabül etmekte. Bu yazıyı yazarken kontrol ettiğimde 1 Nisan 2021’de neden dergi aşamasından öteye geçemediğinizi soran bir mail attığımı sizin de cevapladığınızı gördüm. Sanırım o dönemle birlikte bazı kesintiler olsa bile derginizi daha ciddiyetle izlemeye başladım.
Bunları anlatıyor olma sebebi kişisel tarihimi sergilemek değil kuşkusuz. Bana Teori ve Politika’yı çekici kılan nedenlerin altını çizme gayesindeyim. Bu noktada söylemem gereken son şey Kürt Hareketine ilişkin olmalı. Kabaca şunu söylemem yeterli olacaktır: Kürt Hareketinde sorunlar genellikle öznellikler ile izah edilir. Öznel yetersizlikler açıklaması bana hiçbir zaman tam olarak açıklayıcı gelmemiştir; sorunun yapısal olduğu sezgisi mevcuttur hep. Fakat geldiğim noktada esaslı sorunun teorik olduğu kanaatindeyim. Kuşkusuz silahların eleştirisi karşısında bu sözler kifayetsiz fakat devrimci politikadaki yetmezlik politika yapıcıların yetersizliğinden önce devrimci teorideki eksiklikte yatıyor çoğu zaman. Bu gerçeğe göz kapatılınca nesnellik de duvar oluyor çoğu zaman. Örneğin, bu satırlar yazılırken Rojava’da tekrar kızışan savaş beni bir kez daha bu noktaya götürüyor. Politik mücadele politik aktörlere karşı verilir, nesnelliğe karşı değil. Olmayacak duaya âmin demede inat, 2019’da Tel Ebyad’da yaşananları yarın pekâlâ Minbiç için de yaşatabilir.
Kürdistan ve Türkiye’de sol hareketin (bu ifadeyi yazı boyunca en geniş anlamıyla kullanıyorum) çok gerilediği, devrimci hareketin ise bitme noktasına geldiği yıllardayız. Özellikle, öyle ya da böyle kesintisiz sürmüş olan Türk devrimci hareketi uzun süreli kesintiye uğradı. Ben bu kesintinin çok uzun sürmeyeceği kanaatindeyim. Fakat böyle dönemlerde kişisel olarak üç şeyi yapabileceğime kanaat getirdim. İlk olarak eskide ısrar edilebilir, bu sonuçsuz geliyor bana. İkincisi umutsuzluk ki bu duyguyu sık ve yoğun olarak yaşamaktayım. Üçüncüsü ise hiçbir ön yargıya kapılmadan tekrar her şey masaya yatırılabilir. Bugün bunu yapma gayretindeyim ve benim için Teori ve Politika’yı çekici ve kelimenin pozitif anlamıyla işlevsel kılan bu.
Teori ve Politika ile diğerleri
Türk solundaki yapıların ayrım çizgileri benim açımdan birkaç noktada toplanmaktaydı. Örgüt bolluğu bu çizgileri çok belirsiz kılıyor gerçi. Fakat yine de yöntem, Kürt meselesi, emperyalizm, Kemalizm gibi konulara yaklaşım gibi bazı ayrım noktaları halen var. Bugün artık şu kanaatteyim ki Türk solunun yaptığı biçimiyle bu konuların/konumların hiçbirisi teorik bir zemini, pratik-politik bir sonucu olma ihtimali olan şeyler değil. Çünkü ayrım çizgilerini önemsiz kılan bir gerçek Türk solunu (eğer gözümden kaçan bir yapı yoksa hepsini) birleştiriyor: apolitizm. Türk solu sapına kadar politik görünen konulara dair çok uzun süredir söz söylüyor. Hatta ötesine geçip en sert kavgaya girişen pratikler sergiliyor. Fakat bunları politik olmayan bir alanda yapıyor. Bunun sebebini uzun süre bir politik güç olmamaya bağladım. Fakat bugün politik güç olamamanın bir neden değil sonuç olduğunu sanıyorum.
Bu noktada şunu not etmeliyim: Türkiye solunun azımsanmayacak bir kısmının politika yapma niyeti zaten yok. Onlar doğal olarak bu yazının konusu değil.
Örneğin, Türk solu 29 Ekim tartışmalarından ne ummaktadır? 29 Ekim tartışmasının yapılmadığı yıl olmadı. Peki bundan murat teorik netlik mi? Politik bir yarık açmak mı? Kitle mobilizasyonu mu? Her yıl Kemal Okuyan’la polemiğe girmenin teorik, politik kazancı nedir? Sanırım bir tür iç soğutma. Türk solu politik olmayan alanda ilkelerini sıralayarak kendini rahatlatmaktadır.
Türk solunun apolitik tutumu her keskin virajda ve her başlıkta kendini gösteriyor. Kürt meselesi ve Kürt Hareketi konusunda bu hal çok açık. Bir politik gücün hal ve hareketine hiçbir anlam verilememesinin sebebinin politikanın ne olduğunu bilmemekle ilgili olduğu kanısındayım. Emperyalizm bunun açıkça görüleceği başka bir başlık. Bu konudaki ilginç nokta pratiğin gerçekten içinde olan yapıların da bu konudaki apolitik tutumu. Rojava’daki Türk örgütlerin bölgedeki ABD varlığı ile ilgili değerlendirmeleri, politikanın gerçeklerle yapıldığını hakkıyla teslim etmek yerine gerçeklerin üstünden atlama yönünde oldu. Meselelerin üstünden atlamak Türk solunun bir başka özelliği.
Teori ve Politika benim açımdan devreye bu noktada girdi. Türk solunda belki de o güne kadar hiç yapılmamış olan politika nedir ve nasıl yapılır tartışmasının derginizce yapıldığını gördüm. Bunun gayretinin devrimci harekette gösterilmemiş olması, düşman siyasetçilerinin bu konudaki mahirliği ve devrimci siyasetin zaten doğası gereği çok daha zor olma gerçeğiyle birleşince çok acı ve yakıcı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Teori ve Politika’nın yaklaşık 30 yıldır bunun çabasında olması ve geldiği noktada politik değerlendirme gücü açısından niteliksel bir fark ortaya koyması, onu diğerlerinden çok keskin bir şekilde ayırıyor.
Ama nasıl?
Teori ve Politika bu politik kavrama gücüne nasıl ulaştı? Bunun çok uzun ve meşakkatli teorik tartışma ve araştırmaların sonucu olması gerekir. Bu konunun detaylarına dair söyleyebileceğim çok şey yok. Yukarıda da belirttiğim gibi bunun çalışması içerisindeyim. Ve henüz söz söylemenin oldukça uzağındayım.
Fakat Türk solunun tıkanıklıklarının bu konuda da ipucu verdiği kanaatindeyim. Türk solu nitelikli bir teorik tartışma ve edinim yapamadan devrimci mücadelenin içinde doğdu. Üstelik bu tartışmaları daha mahir yapmaya aday önderlerini kısa sürede yitirerek. Gerisi, pratiğin eziciliği altında yol bulmaya çalışma çabasının ötesine geçememiş bir tarih oldu. Belki bu nedenlerle pratik tıkanıklıkları ilkelere sarılma, teorik tıkanıklıkları da taktik hamlelerle aşmaya çalıştı Türk solu. Bu nafile çaba teoriyi dondurduğu oranda apolitikliğe sürüklemiş ve gelinen aşamada da pratiği bitirme noktasına getirmiştir.
Sanıyorum Teori ve Politika’yı bugün doğru noktada tutan şey “erken” doğan Türk solunun bu eksiğini tamamlama çabasında yatıyor. Bütün iç gerilimleri ile birlikte (hiçbir konunun üstünden atlamadan) Marksizmi tekrar masaya yatırma; bütünselliği içinde teori ile politika ayrımı; Türkiye ve günümüz özgülünde teoriyi edinme…
Bu konuda söyleyebileceklerimin sınırlı olduğunu ve Anadolu’da söylenen “şeyh yüzüne övülmez” sözünü hatırlatarak ve affınıza sığınarak birkaç eleştiri eklemek isterim.
Yapılamayanlar
Bir devrimciye neden devrim yapmadın diye sormak oldukça anlamsız olurdu. Ama devrimcinin de bunun sebepleri üstüne sürekli düşündüğünü varsayabiliriz. Bu nedenle yaklaşık 3,5 yıl önce attığım mailde sorduğum sorunun karşılığı hâlâ bir eksiklik olarak duruyor. Politik kavrama gücünün eyleyişe dönememiş olması en büyük eleştiri olmalı. Hele ki bugün Türk solunun oldukça güçsüz konumu bunu daha gerekli hale getiriyor.
Bununla bağlantılı olarak Teori ve Politika’nın kendini yeterince sıklıkta masaya bütünüyle yatırmaması bir diğer eleştiri konusu olabilir. Görebildiğim kadarıyla, atlamış olabilirim, bu en son dört yıl önce yapılmış. Fakat varlığını, görevini, etkini yeniden sorgulamadan doğru konumu almak zorlaşacaktır. 24 saatin bile çok uzun bir süre olduğu politik arenada bunun sürekli yapılması gerekir. Düşman politikacıların bunu kesintisiz yaptığı rahatlıkla görülecektir. Türk solunun yukarıda izah etmeye çalıştığım sebeplerle bu konuda ne kadar hantal ve çekingen olduğu da ortada. Bence varlığını güvenceli kılacak yegâne yol bu muhasebenin çok sık aralıklarla yapılması.
Aslında bu “eleştiriler” herhangi bir siyasi özneye ya da yazı bağlamında Türk solunun tamamına yöneltilebilir. Teori ve Politika bunun bir parçası olduğundan sorumludur. Bu bağlamda, bence Türkiye’de hemen hiçbir siyasi yapının ya da solda olan yazar/aydınların yapmadığı ama yapılması gereken bir tartışma var: ‘yeni Türkiye’. Türkiye’de bir rejim değişikliği oldu, Türkiye tarihinde olmadığı kadar yoğun siyasi gelişmeler oldu son 10 yılda. Ama buna dair tartışma hiç olmadı. Derginizin süreçle ilgili “kurumsal Kemalizme muhtaçlık” ve “baş düşman” belirlemesi oldukça isabetli görünüyor. Fakat bu sürece dair daha derine inen tartışmalar yapılması gerektiği kanaatindeyim. Siyasi neden ve sonuçlar, toplumsal dönüşüm, son yıllardaki göç olgusu, yoksullaşmanın yarattığı yeni sınıfsal dinamikler gibi konular ele alınmalı. Bunu gerekli görmemin temel sebebi 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında benzer bir tartışmanın yapılamamış olması ve eskinin bilgileriyle devam edilmiş ve sonuç alınamamış olması.
Genel olarak ihmal edilen bir diğer konunun cezaevleri olduğu kanaatindeyim. Türk solu bu konuya da oldukça ezberci yaklaşmakta ve matbu metinlerle konuyu izah etmeye çalışmakta, Kürt Hareketi ise bir nokta etrafında dönerek tıkanıklığı aşamamakta. Fakat gerçek şu ki bugün cezaevlerindeki devrimci sayısı dışarıdakilerin çok üstünde. Bu konuyu da ezberlerden kaçınarak gündeme almak, imkân ve olasılıkları tartışmak, bir köprü kurmanın ihtimali üzerinde durmak gerektiği kanaatindeyim.
Bir okuyucunuz olarak son iki eleştiri/talebimi dile getirmek isterim. Birincisi, aktüel/günlük politik gelişmeler konusunda daha sık yazılar yazmak faydalı olmaz mı? Belki daha kısa ama politik gelişmeleri daha kısa sürede ele alan yazıların okuyucular için iyi olabileceğini düşünüyorum. Fakat bu konu da Teori ve Politika’nın kendini gördüğü yer ve kendine biçtiği rol ile ilgili kuşkusuz. Nihayetinde bahsettiğim şeyin gazete yazısını çağrıştırdığının farkındayım. İkinci husus ise dergi sitesinde yer alan kitaplar bölümü ile ilgili. Kitaplar bölümü var fakat kitaplar yok. Beş kitaptan sadece ikisi kitapçılarda, biri ise sahaflarda bulunabiliyor. İki kitap ise hiçbir yerde yok. Yayın ve telif konularında hiçbir şey bilmeyen birisi olarak soruyorum: acaba tekrar basım yapılabilir mi? Ya da telif sorunu yoksa e-kitap olarak siteden sunulabilir mi?