“Yeni bir düzen başlatmaktan daha çetin, başarıya ulaşması daha şüpheli ve daha tehlikeli bir şey olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.”
Machiavelli
Fidel Castro, 25 Kasım 2016’da gözlerini yumduğunda, Le Monde gazetesi ertesi günkü baskıya, Fidel Castro portresi ve “ikon ve tiran” ifadesiyle kaplanmış bir ana sayfa ile çıktı. Le Figaro bu tarihsel olay için sevinç içinde “son devrimci öldü” dedi. Çeşitli Batılı medya kuruluşları ve STK’lar, Küba’nın yüksek kaliteli sağlık, eğitim ve kültür hizmetlerinin mimarı olduğunu utana sıkıla kabul ettikten sonra, Castro’nun “insan hakları ve demokrasi” karnesinin zayıflığını hatırlatmak için sıraya girdiler. O gün, Castro’ya 638 kez başarısız suikast girişiminde bulunmuş olan CIA, Sovyetler Birliğinin çöktüğü ve Küba’nın kıtlığın her türünü yaşadığı günlerde Castro’nun günlerinin sayılı olduğunu umarak kutlama yapan Miami’deki göçmenler ve Küba Devriminin diğer düşmanları; Castro’nun suikastle veya devrilerek değil, 90 yaşında ve yatağında, tüm zorluklara rağmen halkı tarafından sevgi ve saygıyla uğurlanarak öldüğünü duyduklarında, oldukça buruk bir sevinç yaşamış olmalılar. O öldüğünde Amerika’daki bazı düşmanları, yarım asırlık ambargonun amacına ulaşamadığını, tüm dünyanın gözünde ABD’yi gülünç duruma düşürmekten başka bir işe yaramadığını, Küba Devrimini ehlileştirmek için başka yollar denemek gerektiğini tartışıyordu. Trump gibi başka düşmanları ise ambargonun sıkılaştırılmasını…
Fidel Castro, 25 Kasım 2016’da gözlerini yumduğunda, Küba halkı haftalarca onu, devrimi, süren zorlukları ve mücadeleyi düşündü. Castro’yu Amerika’nın siyasi ve ahlaki rehberi ilan etmiş olan, muhafazakâr olanlar dahil, 33 Latin Amerika ve Karayip ülkesi yasa gömüldü. 8 günlük resmi yas ilan eden Cezayir (Küba’nın kendisi 9 günlük ilan etmişti) başta olmak üzere, birçok Afrika ülkesi kendi liderlerini kaybetmişçesine içten duygular içinde selamladılar onu. Onunla hiç de yoldaşça bir bağ içinde olmayan, Trudeau ve Hollande gibi kimi siyasi liderler dahi, kendi cephelerinden eleştiriye maruz kalarak, saygıyla bahsettiler adından. Dünya çapındaki kimi sosyalist dostları onu saygıyla anarken bir yandan da tereddüt içindelerdi: Küba sosyalizmi diye bir şey kalmış mıydı? Kimileri gurur ve umut içindeydi, Küba kendi payına düşen direnişi hakkıyla gerçekleştirmişti, ve yakında ABD hegemonyası zayıflayacak, Pasifik’in öbür ucundaki el ona uzanacak ve ayağa kalkma imkânı doğacaktı.
Bunlar şık ve etkileyici bir biyografi yazımının malzemeleri olarak düşünülmemeli. Etkilemekten, gurur, hayranlık veya öfke yaratmaktan öteye geçmeli; fikre ve sorulara sevk etmeli. Küba’nın, ABD’nin yanı başında bulunan, küçücük, abluka altında ve kıtlık içindeki bir ülkenin ‘90’lı ve 2000’li yıllar boyunca dünya nüfusunun imgeleminde sosyalizmi temsil etmesi gibi, Fidel Castro’nun yaşamı ve ölümü de dünyasal ve tarihsel bir olaydı. Dünyayı taraflaştırmıştı, öngörülemezdi, sarsıntılıydı, tehlikeliydi, çelişkiliydi, tamamlanmamıştı, iyi ve kötü her türlü ihtimale açıktı.
Dünyadaki her gerçek ve tarihi büken olay gibi, Fidel Castro’nun Küba Devriminin ömrüyle özdeşleşen ömrü de çetin, başarıya ulaşması şüpheli, tehlikeli, dost ve düşmanlarının sürekli merak ve heyecanla izlediği bir seyirde ilerledi. Castro, 1959’da devrimi gerçekleştirdiklerinde, yarım asrı aşkın zaman sonra dünyaya hâlâ düşmanlarının hâkim olacağını, halkının zaman zaman temel besin maddelerinden, ilaçtan ve elektrikten mahrum kalacağını tahmin edebilir miydi? 1965’te Küba Komünist Partisini kurduklarında, yarım asır sonra birçoklarının nezdinde Küba’nın sosyalist olduğunun tartışmalı hale geleceğini tahmin edebilir miydi? Jean-Paul Sartre 1960’taki Küba ziyaretinde Devrimin büyük trajedisinin bir grup çocuğun başa geçmesi olduğunu söylemişti. Öyle mi olmuştu? Görece kolay ve hızlı gerçekleşen Küba Devriminin lideri hesapsızca boyundan büyük işlere mi kalkışmıştı?
Hayır, oldukça genç yaşta iktidarın başına geçen Fidel Castro, devrim ertesi dönemin olası imtihanlarına ilişkin olgun ve berrak bir fikre sahipti. Daha ‘59’da şöyle diyordu: “Devrimci mücadelenin zor olduğunu biliyorum, ancak yeni bir toplum inşa etme işinin daha zor olacağını da biliyorum. Şu anda karşılaştığımız sorunlar bizi henüz hayal bile edemediğimiz şekillerde sınayacak.” Fidel, aklındaki reçetelerin umduğu gibi işlemeyebileceğini seziyordu; öyle ya, bir projeyi zihinde canlandırmaktan bambaşkaydı gerçekte canlandırmak… Machiavelli’nin dediği gibi yeni bir düzen kurmak çetin, şüpheli ve tehlikeliydi; fakat hem Machiavelli hem Fidel için, tarihi olağan rayından çıkarmak için bu tehlikeli yola girmekten başka çare yoktu.
Küba’nın devrimci liderleri, devrimin hemen ardından ABD’ye ait şirketleri kamulaştırmaya başladılar. Sonucu, günümüze kadar süren, nadiren gevşeyen, genellikle sıkılaşan ablukalar oldu.
‘69’da Fidel “10 Milyon Ton Şeker” (Zafra de los Diez Millones) kampanyasıyla şeker üretiminde bir patlama öngörmüştü. ‘71’e gelindiğinde hedeflerin gerisinde kalındığı kabul edilecek ve üretim temposunun düşüklüğünün sebepleri üzerine düşünülecekti.
‘89’da Berlin Duvarı çöktüğünde ve ‘91’de Gorbaçov Küba’ya yardımların sonlandırıldığını açıkladığında, Küba iki büyük yardım kaynağını ve ticaret partnerini kaybetmiş oldu. Bu durumda Amerikan ablukası çok daha can yakıcı bir hal almıştı. ‘92’de besin kıtlığı sebebiyle bebekler iki buçuk kilonun altında doğar olmuştu. ABD, Küba’nın sıkışıklığını görüyor ve artık dayanamayacağını hesaplayarak Torricelli Yasası ile ablukayı daha da sıkılaştırıyordu.
Küba kolektif mülkiyet bakımından geri adımlar atmak zorunda kaldı: artık yabancı döviz yasak değildi ve küçük özel işletmelere izin veriliyordu.
Castro,‘94’te muhaliflerin ülkede yarattığı baskıdan kurtulmak için sınırları açacak ve Florida’ya Kübalı göçmen istilasını başlatacaktı. Kübalı göçmenler şimdi tüm “özgür dünya”ya ülkelerinin nasıl bir tiranlığa dönüştüğünü anlatıyordu.
Ne var ki hikâye sonlanmadı, Küba Devriminin çözülme ya da teslim olma ihtimali yaşama ihtimalini boğamadı; ihtimallerin çoklu karakteri kendini korudu ve Küba bir tarihsel olay olma özelliğini kaybetmedi. Bebeklerin iki buçuk kilonun altında doğduğu, süt ve ete erişimin olmadığı bir ülkede kaos çıkmadı; halkın anlamlı bir kısmı liderinin direnme çağrısına, “değerlerin yatacak yerden ve besinden daha değerli olduğu” yönlü öğüdüne kulak verdi. Bebeklerin iki buçuk kilonun altında doğduğu, süt ve ete erişimin olmadığı bir ülkede sağlık, eğitim ve kültür hizmetleri devam etti. Bebeklerin iki buçuk kilonun altında doğduğu, süt ve ete erişimin olmadığı bir ülkede ABD ablukasına sebep olan inat ve çizgi devam etti.
Küba, ‘90’larda açılan zorlu dönemden çıkamadı. Gerek ekonomik yokluklar gerek tavizler devam etti. “Dışarıda kapitalizm, içeride sosyalizm” olarak adlandırılan, dış ticaret ve turizmde kapitalist yöntemlere yönelme süreci başladı. Fidel’den sonra iktidara gelen Raul Castro, özelleştirme hamlelerine daha da hız verdi. ABD ile normalleşme görüşmeleri yürütülmeye başlandı. Fakat ne olursa olsun, hiçbir ciddi gözlemci, Küba’nın kapitalizme ve emperyalizme tabi olmakla sonuçlanmaya mahkûm bir yola girdiğini söyleyemiyor hâlâ. Devrimin üstünden geçen 65 yılın ardından bugün hâlâ farklı ihtimaller birbiriyle çatışıyor.
Bu ihtimal çokluğu, bu çatışkı ve çelişkiler, temel olarak Küba Devriminin eksikliğinden veya sıradışı yalnızlığından kaynaklanmıyor. 20. yüzyılın ardından, artık, tüm bunların, sosyalizm dediğimiz, yeni düzen inşası girişiminin yapısal özellikleri olduğunu anlamamıza yetecek kadar tarihsel malzemeye sahibiz. Söz konusu tehlikeleri peşin olarak dışarıda bırakacak hiçbir tarihsel veya siyasal güvence bulunmuyor. Bu durumda Küba ve Çin gibi, toplumsal ve ekonomik yapısı kapitalist unsurlar barındırsa da, bütünsel olarak ele alındığında hâkim kapitalizmden ayrıksı özellikler taşıyan ülkeleri, kitabî sosyalist ölçütlere uymadıkları gerekçesiyle eleştirme lüksümüz kalmıyor. Sosyalizm zikzaklı, çelişkili, çatışkılı ve çok ihtimalli bir süreç olarak işliyor. Durum sadece bizim için riskli ve tehlikeli değil, egemenler için de öyle. O halde bize taraf olmak, Fidel Castro’nun ülkesini gün be gün heyecanla takip etmek ve başarısını dilemek kalıyor.