Ana SayfaKürsüKürt davası ve Filistin

Kürt davası ve Filistin

7 Ekim Aksa Tufanından sonra başlayan “tufan” ile tüm dünya bu küçük coğrafyaya odaklandı. İsrail’in Filistin’den başlayarak Lübnan’a saldırısıyla, adeta dünyanın yüreğinin attığı görülüyor bu açık yaradan. Dünyada süren birçok çatışmadan daha çok önem taşıyor bu çatışma. Taraflar arasındaki çatışma, tarafların kendi saflarındaki çatışmayı da açığa çıkarıyor. Birbirine benzemez ideolojiler bir araya geliyor. Benzer olanlar ayrışıyor.

Bazı LGBTİ örgütleri “medeni ve ilerici” Batı karşısında Filistin ve İslamcı HAMAS’a destek veriyor. Diğer yandan Türkiye’de laik ve liberal sol yığınların büyük çoğunluğu “gerici” İran ve Hamas’a karşı İsrail’e sempati ile bakıyor. Adeta emperyalizmin bu gerici odaklara medeniyet getireceğini umuyor. Bir zamanlar Hindistan’a medeniyet getirmesi övülen Batı uygarlığı düşüncesini çağrıştırıyor bu durum. Türk ulusalcıları da ana ağırlığıyla, Arap düşmanlığından kaynaklı bir yönelimle İsrail’in tarafında.

Kürt Hareketi ve toplumu nezdinde de bir fikir karmaşası çok canlı biçimde ortaya çıktı.

Bu kaotik düzlemde net bir fikrin belirmesi nasıl mümkün olacaktır?

*

Türkiye solunun örgütlü kesimleri yaygın şekilde Filistin davasının yanında yer aldı. Solun doktriner Aydınlanmacı, rasyonalist ve Batıcı ilerici kesimleri bile İran, Hizbullah ve HAMAS’ın “gericiliği”ni dert etmeden Direniş Ekseninin yanında olduklarını ilan etti. Bu yaygın tutumun, anti-emperyalist yaklaşım ya da başka gerekçeleri olabilir. Ama burada bu gerekçeleri ele almayacağız.

Asıl dikkat çekici olan, söz konusu gelişmeler karşısında Kürt Hareketi ve toplumunun −genellikle olumsuz olarak şekillenen− bir karmaşa yaşamasıdır. Kürt Hareketi bölgede önemli bir aktördür ve her adımında hesap etmesi gereken çok sayıda etmenin var olması olağandır. Türkiye soluyla bu bakımdan bir kıyas gayet meşrudur. Türkiye solu, dışındaki öznelerle pratik-politik bir karşılaşma konumunda olmadığından, yani bir anlamda sırtında yumurta küfesi olmadığından daha rahat hareket ediyor olabilir.

DEM Parti, kendi öz varlığındaki etmenlere ek olarak, bileşenlerinin ve tabanının çoğunlukla çelişen basıncının etkisiyle ılımlı açıklamalar yapıyor. (Eğer bu partinin Dış İlişkiler Komisyonunun gayet olumsuz açıklaması gibi örnekleri hariç tutarsak.) Ama açıklamalar sorunu belli bir yöne kanalize etmekle sonuçlanmak bir yana, tersinden karmaşayı daha da artıran boyutlarla ilerliyor.

Kürt toplumunun yaygın kesimlerinin Direniş Ekseni ile ilgili tutum ve duyusunda dayanak bulan gerekçeler var. İran’ın Kürtlere, kadınlara karşı her gün gelen haberlerle süren mezalimi. Saddam Hüseyin’in Kürtlere zulmü ve Filistinlilere atfedilen tutum. Hizbullah’ın Suriye’deki iç savaşa Baas ordusunun yanında dahil olması…

Bu tablonun, Kürt Hareketinin gelişmeler karşısında ortaya koyacağı tutumun zorluğunu ortaya koyduğunu kabul etmeliyiz. Ancak geçen her gün ve ortaya çıkan her yeni olgu bu hareketin tutumunu çelişkisiz ve berrak şekilde ortaya koymasını daha da güçlü şekilde gerektiriyor.

Kürt Hareketi bir ezilen ulus hareketi olarak doğdu. Ondan önce ve sonra da Kürdistan’da milliyetçi odaklar oldu. Ezilmişliği yoksullukla birlikte yaşayan Kürtlere dayanarak ortaya çıkan Kürt Hareketi baştan itibaren devletle çıplak bir savaş yürüttü. Onun karakterini yaptığı ittifaklar değil bu pratik var oluş tarzı belirledi tarihi boyunca. İnandığı davanın kutsallığı salt bir Kürt ülküsünden değil bu karakteriyle bezediği başarılı örgüsünden ileri geliyordu. Böyle bir kutsallık üretilmeden bunca şehit verilmesi, bunca inanca sahip olunması mümkün değildi. Bu kutsallık aynı zamanda onu yerel ve dar ufuklu bir milliyetçi olmaktan ileri taşıyor ve düşüncesini evrenselleştiriyor. Devrimci bir politikanın bu kutsallık öğesini içermeden var olması mümkün değil.

Kürt Hareketi asıl düşmanı yanında dayandığı toplumun ezilmişliği karakter edinme süreciyle de mücadele etti sürekli olarak. Ortaya çıkışından beri, Kürt ezilmişliğinin yarattığı birtakım duyu ve davranış biçimleri hep mücadele konusu oldu özellikle Öcalan şahsında. Ezilenin ikili karakteri elbette Kürt toplumuna özgü değil, ezilmişliği yaşayan halklar neredeyse doğal bir dinamikle ezilme gerçeğine ikili bir tepki veriyor. Bir yandan, ezilmenin öfkesini diğer ezilenden çıkarıp ezenin karakterine öykünme, diğer yandan öfkesini bu kez ezene ve onun ürettiği yaşam biçimine yöneltme. Hareketin tarihi boyunca mücadele ettiği bu çelişkili manzara ortadan kalkmıyor, her yeni politik konjonktürde bir kez daha çözülmesi gereken bir sorun olarak beliriyor. Kürt Hareketi bu mücadelede şehitleri ve ideolojisi ile, ezilenin kendiliğinden salgılanan olumsuz duyu ve davranışına karşı bir hat örüyor.

Kürt Hareketi bir tarihsel çizgiden doğdu. Avrupa’da gayet soğuk bir seküler hareket ve düşünsel bir akım haline evrilen Marksizmi, yarattığı kutsallıkla Ekim Devrimi bütün dünyanın ezilen halklarına mal etti. Onu aynı hattı pekiştirerek Çin Devrimi izledi. Kürt Hareketi işte bu dünya içine doğdu. Sosyalizmin aldığı ağır yenilgi, Kürt Hareketinin başka arayışlar içine girmesine neden oldu. Yaşayan ve mücadele eden bir hareketin bu arayışı doğal ve sağlıklıydı. Öcalan’ın demokratik konfederalizm anlayışı bu arayışın sonucu ortaya çıkmıştır. Yaşayan, mücadelesi kesintisizce süren bir hareketin, içinde bulunduğu dünyaya ve dayandığı geniş yığınlara, giderek darlaşarak ideolojik sektler halini alan Türkiye sol hareketi üyeleri gözünden bakması beklenemezdi. Savunulması zor ve bütünsel bir kriz içindeki sosyalizmin yerine konuldu bu anlayış. Ama bu yönelim, aynı zamanda Kürt Hareketinin, ezilenlere ait evrensel değerleri sahiplenmekte diretmesinin bir göstergesidir. Ezilenlere, Kürt toplumunun yanı başındaki ve türlü bölünmelere maruz kalmış Araplar, Farslar ve Türklerin geniş kesimlerinin dahil olduğunu hatırlatmak gerekiyor özellikle şu günlerde.

İçinde yaşadığımız konjonktürde, Kürt Hareketinin nesnel politik gerekleri bu hareketin net bir tutum ortaya koymasını zorlaştırıyor. Bu, gerçek bir mücadele yürüten her devrimci öznenin mücadelenin çoğu uğrağında yaşayacağı cinsten bir zorluk. Ama hiçbir politik çıkar, hareketin kendini yaratan, karakterini veren kutsallığın gözden düşmesine neden olamaz. Bu karakter, kutsallıkla beliren evrensel değerlerin politik çıkarlara kurban edilmesine karşı bir direnç yaratır. Bir davanın muhasebesinin tüccar hesabından farkı budur.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar