NASRALLAH

28 Eylül sıradan bir gün değil. Seyyid Hasan Nasrallah, komünistliğe zarar gelmesin diye ölümünü objektivitenin soğuk cümleleriyle duyuracağımız biri değil.

Ezilenlerin devrimci davasını yürütmenin komünistlere garanti edilmiş bir ayrıcalık olduğuna, değerler bakımından dünyanın komünistler ve antikomünistler olarak ikiye yarıldığına inanmanın konforu ve kıskançlığı içinde yaşamak komünistlik değil.

Bir ideolojik aidiyetin, tüm politik ve tarihsel ayrımların üstünde olabileceğine; ya da bir ideolojik ayrımın, geri kalan her ortaklığı geçersizleştireceğine inanmak Marksistlik değil.

Eğer ezilenin ezenden kurtuluşuna kendini adamak komünistlerin öncelikle tanıdığı bir erdemse, Seyyid Hasan Nasrallah bu erdemi en önde temsil edenlerden oldu son onyıllarda. O hiçbir ideolojik ayrımı, ezilenlerin bölgedeki birinci düşmanı İsrail ile olan ayrımın üzerine çıkarmamayı bildi, ve bu yaklaşımla İsrail’e yenilgiyi tattırmanın şerefine erişti. Komünistler, devrimci hayatına yakışır biçimde şehit olduğu bugün, İsrail karşıtı cephenin devrimci ustası olarak, büyük bir saygıyla uğurlamalı onu.

Nasrallah, Hizbullah’ın 2006’da İsrail’i mağlup etmesinin ardından zafer konuşması yapıyor.

**

Ne kendisinden daha büyük ve müttefiki olan güçlerin maşası veya uzantısıydı Nasrallah. Ne de bir evrensel din savaşının savaşçısıydı. Birinci ve ebedi davası olan Filistin ve Lübnan halklarının Siyonizmden kurtuluşunu, bağlandığı dini ideolojinin terimleriyle düşündü, kendi gücüne güvendi, devrimciler yetiştirdi, halkının gönlünü kazandı, stratejiler oluşturdu, kalıcı ve geçici ittifaklar kurdu, bedeller ödedi ve düşmana darbe vurdu. Onun hikâyesinin, samimi bir komünistin yüreğini sarsmama ve merak uyandırmama ihtimalinin varlığı kabul edilemez.

Aktif biçimde dahil olduğu Emel Hareketinin Bekaa sorumlusu ve hareketin siyasi bürosunun bir üyesi olduğunda yalnızca 19 yaşındaydı. Düşünsel faaliyetleri daha da önce başlamıştı. Hizbullah’ın içinden koptuğu Emel Hareketinin kurucusu olan ve 1978’de Libya’ya yaptığı bir ziyaret esnasında ortadan kaybolan Lübnanlı Şii lider Musa es-Sadr’ın “yoksullar hareketi” düşüncesinden, sosyal ve ekonomik adalet anlayışından ve mezhepçilik karşıtı duruşundan derinden etkilenmişti. 15 yaşında, Şii düşüncesi içindeki benzer düşünceleri keşfetmek için Irak Necef’e gidecek; fakat Saddam Hüseyin’in Lübnanlı öğrencilere yönelik baskıları sonucu kısa süre içinde geri dönecekti.

1980’de Emel Hareketi ile Lübnan’daki kamplarda bulunan Filistin Kurtuluş Örgütü arasında gerilimin tırmanmaya başlamasıyla, ve 1982’de İsrail’in FKÖ’nün varlığına son vermek için Lübnan’ı işgal etmesinin ardından Emel’in nesnel olarak İsrail tarafında konumlanmasıyla, Emel Hareketi ikiye ayrılacak ve böylece Nasrallah’ın da önder kadroları arasında yer aldığı, ilhamını İran devriminden alan Hizbullah ortaya çıkacaktı.

11 Mayıs 1985’te, ilk büyük eyleme, Sur’daki İsrail askeri üssünü tuzla buz eden saldırıya imza atanın Hizbullah olduğunu Nasrallah açıklayacaktı. Böylece Nasrallah örgütün merkezi figürlerinden biri haline gelecekti, Bekaa’dan Beyrut’a geçecek, önemli görevler üstlenecekti.

1986’da İslamcı Hizbullah, Nebih Berri liderliğindeki, seküler ve İsrail’le nesnel ittifak içinde bulunmuş Emel Hareketiyle Şii nüfus üzerinde hegemonya mücadelesine girişecekti ve Şii bölgeler iki güç arasında paylaşılacaktı. 89’da teolojik çalışmalarını derinleştirmek için Kum’a giden Nasrallah, Hizbullah Şura Konseyi’nin kararı ve örgüt üyelerinin ısrarı ile geri çağrılacaktı. “Belki bir gün yine akademiye dönme fırsatım olur. Ama bu yalnızca bir dilek, fazlası değil” diyerek geri dönecekti. 1992’de, “Hocam, esin kaynağım, silah yoldaşım” dediği Abbas Musavi’nin İsrail tarafından şehit edilmesinin ardından örgütün liderliğini üstlenecekti.

1997’de oğlu Hadi’nin İsrail tarafından şehit edildiğini öğrenecekti. “ABD’nin güçlü silahlarına karşı bizim en büyük silahımız şehitlik ruhudur” diyecek ve “bu, oğlumla yalnızca geçici bir ayrılık” diye eklemekle yetinecekti. İlerleyen yıllarda ise şehitlik ile ilgili şunu diyecekti: “Hareket olarak amacımız şehit olmak değil, zafer kazanmaktır. Ancak hedefi zafer olan hareket çerçevesinde şehitlik, parti bireyinin kişisel bir arzusu olmaya devam eder.”

Nasrallah, Siyonist düşmana karşı silahlı mücadeleyi sürdürürken, Lübnan içinde siyasi ilişkiler geliştirmeye yönelecekti. Hizbullah 1992’de Lübnan parlamentosuna girecek, 2005’te hükümet içinde yer alacaktı. Bu yönelimi işgalci düşman ile politik düşmanlar arasındaki ayrımla açıklıyordu Nasrallah: “Hiç kimse silahlarını siyasi bir düşmana doğrultmamalıdır. Siyasi bir düşmana silah doğrultmanın hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Haklı olduğunuza, kendi doktrininiz, düşünceniz, çizginiz, programınız ve güvenilirliğiniz olduğuna inandığınız sürece, neden siyasi düşmanınızdan korkup onu öldürmeye başvurasınız ki?”

Nasrallah, şehit olan oğlu Hadi Nasrallah’ı uğurluyor.

Baş düşman ve ikincil düşmanlar arasındaki ayrımını, düşman ve dost arasındaki ayrımıyla tamamlayacak ve mezhepsel ayrılıkları aşan berrak bir yaklaşım ortaya koyacaktı Nasrallah. 2006’da Hizbullah’ın İsrail’i yenilgiye uğratmasının ardından yaptığı zafer konuşmasında şöyle diyordu:

“Bugün Lübnan’da, özellikle de savaştan sonra gerçek bir çıkmaz var. Keskin bir ulusal bölünme var, mezhepsel bölünme değil. Şu anda var olan şey Şiiler ve Sünniler arasında ya da Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında ya da Dürziler, Sünniler, Şiiler ve Hıristiyanlar arasında bir anlaşmazlık değildir. Ulusal bir siyasi bölünme söz konusudur. Şii, Sünni, Dürzi ve Hıristiyan siyasi güçlerin üzerinde hemfikir olduğu ve Şii, Sünni, Dürzi ve Hıristiyan siyasi güçlerin üzerinde hemfikir olmadığı önemli stratejik ve siyasi seçenekler vardır. Bazı Şiiler Hizbullah ve Emel Hareketinden farklı şeyler söylediğinde üzüleceğimizi düşündüler. Diğerleri de diğer bir duruşu desteklemek için ortaya çıktıklarında mutlu olduk, bu da buradaki anlaşmazlığın mezhepsel değil siyasi olduğunu kanıtladı.”

Aynı zafer konuşmasında, zaferlerini şu siyaset anlayışıyla açıklayacaktı:

“Biz ne dağınık ve sofistike bir direnişiz, ne önünde topraktan başka bir şey görmeyen yere çekilmiş bir direnişiz, ne de kaos direnişiyiz. Dindar, Allah’a güvenen, sevgi dolu ve bilgili direniş aynı zamanda planları olan, bilinçli, bilge, eğitimli ve donanımlı direniştir. İşte bugün kutladığımız zaferin sırrı budur erkek ve kız kardeşlerim.”

Nasrallah, coşkun devrimci inancın soğuk bir realizmle el ele gitmesi gerektiğine dair bu inancını şehit olmasından birkaç gün önce, çağrı cihazı saldırısını takiben yaptığı konuşmada yineliyordu. Soğukkanlılıkla ağır bir darbe aldıklarını teslim ediyor ve ekliyordu: “Fakat hâlâ çok güçlüyüz, Siyonist düşman bizi yenemeyecek.”

Uğurlar olsun. Tüm Siyonizm düşmanlarının başı sağ olsun.

Kaynaklar

“Nasrallah”, Alain Gresh

Nasrallah, par Alain Gresh (Les blogs du Diplo, 27 août 2006) (mondediplo.net)

“Le discours de Nasrallah du 22 Septembre” (Nasrallah’ın 22 Eylul 2006 konuşması)

Le discours de Nasrallah du 22 septembre (texte intégral, en anglais), par Alain Gresh (Les blogs du Diplo, 24 septembre 2006) (mondediplo.net)

Hizbu’llah: Politics and Religion. Amal Saad-Ghorayeb. Pluto Press. 2002.

Yazarın Diğer Yazıları

Aynı kategoriden yazılar