14 Ekim 2019’da yitirdiğimiz Garbis Altınoğlu, ölümüyle unutulmaya terk edilmemesi gereken yazılar kaleme aldı. Altınoğlu’nun yazılarının ‒bizce küçük bir yön dışında‒ temel özelliği, artık dağılmaya yüz tutan Marksist-Leninist doğrultuyu yansıtmasıydı. Bu nitelik, bizi ona karşı yükümlü kılmaya yeter. Bu bağlamda, Garbis Altınoğlu’nun konjonktüre uygun düştüğünü değerlendirdiğimiz yazılarına yer veriyoruz. (Altınoğlu yazılarının editörlüğünü Nazım Taban yürütmektedir.)
16 Mayıs 2018
Bazı okurlar Gazze’de yaşanan son katliamı kınamak istemiyor ya da kınamada duraksıyorlar. Onların bir bölümü bu kınamadan kaçınma tutumunu haklı göstermek için Saddam Hüseyin Irak’ında Filistinlilerin Kürtlere ve özellikle de Kürt kadınlarına karşı kötü ve iğrenç davranışlarda bulunduklarını söylüyorlar. Bu okurların mantığına göre, adı geçen Filistinliler bu suçları işledikleri için Siyonist teröre karşı savunulmayı hak etmiyorlar. Örneğin Aziz Başak şöyle yazmış:
“Sayın Altınoğlu, dünyanın dört bucağında haberin oluyor, haberin var ama ne hikmetse hiç bir Filistinli liderin Kürdler’in, Kürdistan’ın aleyhine yaptığı açıklamalardan hiç mi hiç haberin olmuyor, mesela şunu bile ilk defa benden duyacaksın: Saddam’ın zindanlarında Peşmergeye katılan Kürdler’in ailelerine tecavüz ederek namuslarını kirleten birimlerin Filistinlerden oluştuğunu hiç bir yerde ne okudun ne de duydun. Ne hikmetse senin amacın doğrultusunda kullanmak için işine gelmeyen şeyleri duymuyor, görmüyor ve de okumuyorsun. Şimdi biz bunlara inanalım mı?”
Her şeyden önce benim dünyanın dört bucağında olup bitenden haberim olduğu saptaması abartılı. Tabii bu sayfalarda yazanların yüzde 99’undan daha fazla okumuş olduğum söylenebilir; ama iyi bilmediğim ve yakından izlemediğim/ izleyemediğim pek çok konu var. Benim; “işime gelmeyen” ya da hoşuma gitmeyen şeyleri görmezden geldiğim savı da haksız bir sav. Öyle bir kompleksim olduğunu sanmıyorum.
Aziz’in savına gelince ben şimdiye kadar böylesi suçlar işlendiğini duymadım. Duymuş olsaydım böylesi davranışları en sert bir biçimde kınardım. Benim duymamış olmam, böylesi kötü olayların olmamış olduğu anlamına gelmiyor elbet. Ancak böylesi savları ortaya atan kişiler bu bilgileri nereden, hangi kaynaktan (kitap, broşür, yazı vb.) aldıklarını söylemeli ve bu konuya ilişkin alıntıları okurların dikkatine sunmalıdırlar. Onlar böylece hem dertlerini daha rahat anlatabilirler ve hem de hepimizin bu konuda aydınlanmasına katkıda bulunabilirler.
Somut bilgi sahibi olmamakla birlikte ben, böylesi kötü olayların olmuş olabileceğini kabul edebilirim. Neden? Şundan: Filistin’de büyük çoğunluğu FKÖ çatısı altında olmakla birlikte, daha 1960’ların ikinci yarısından itibaren farklı örgütler vardı. Filistin’in özgül koşulları, yani ülke toprağının işgal altında olması Filistinli örgütleri, Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan gibi çeşitli Arap ülkelerinde mevzilenmek zorunda bırakmıştı. Bu koşullarda bu örgütlerin bir bölümü, mevzilendikleri ya da kendilerine parasal, siyasal, askeri vb. destek sunan Arap ülkelerinin liderlerine şu ya da bu ölçüde bağımlı hale gelmişlerdi.
Filistin kurtuluş hareketinin zayıflamasına ve İsrail karşısında kalıcı başarılar elde edememesine, hatta bir dizi yenilgi yaşamasına bağlı olarak hem bu örgütler arasındaki bağlar ve dayanışma zayıfladı ve hem de Filistinliler arası çatışmalar yaşandı. Bu saptamam özellikle İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesi ve Filistinli gerillaların Lübnan’ı terk etmek zorunda kalmasını izleyen dönem için geçerlidir. Bu çatışmalarda, farklı Filistinli örgütleri kendi denetimleri altına almaya çalışan çeşitli gerici Arap rejimleri de önemli rol oynadılar.
Irak’ta da, yanlış anımsamıyorsam, başını Ebu Nidal adlı kuşkulu bir kişinin çektiği Fatah-Devrimci Konsey adlı bir Filistinli örgüt vardı. 1974’te kurulan, başında Yaser Arafat’ın bulunduğu Al Fatah’ı İsrail’e karşı sağcı ve teslimiyetçi bir politika izlemekle suçlayan bu örgüt uçak kaçırma ve Fatah liderlerini öldürme türünden terörist eylemleriyle tanınmıştı. Irak’ta mevzilenen ve Saddam Hüseyin rejimiyle işbirliği içinde olan bu örgütün üyeleri söylenen iğrenç şeyleri yapmış olabilirler. Ama dediğim gibi bu suçların işlendiğine ilişkin inandırıcı ve objektif bilgilerin sunulması gerekir.
Fakat diyelim ki bu sav doğru ve şu ya da bu Filistinli örgütün üyeleri böylesi iğrenç suçlara imza attılar. Bundan ne sonuç çıkar? Bundan ötürü İsrail’in Filistin halkına yaptığı zulüm meşruiyet mi kazanır, haklı mı olur? İsrail, zorla evlerinden kovduğu ve topraklarını gasp ettiği Filistin halkının yüzyıllardır yaşadığı toprakları hak mı etmiş olur? Irak devletinin hegemonyası altına girmiş ve bağımsız hareket etme olanağını yitirmiş olan küçük ve provokatif nitelikli bir örgütün şu ya da bu üyesinin/ üyelerinin işlemiş olabileceği suçlar ne tüm Filistin örgütlerini bağlar, ne de tüm Filistin halkını. Konuya böyle yaklaşmanın bir başka olumsuz ve kabul edilemez sonucu daha olur. Yüzyıllar boyunca Osmanlı ve Türk gericilerine hizmet eden Kürt feodalleri ve onlara bağlı Kürt savaşçıları bir dizi halka karşı çeşitli suçlar işlediler. Ancak devrimci ve enternasyonalist güçler bu suçlardan ötürü ne tüm Kürt örgütlerini ve ne de tüm Kürt halkını suçlayabilirler ve zaten suçlamamaktadırlar da. Devrimci tutum, böylesi konulara kollektif suçlama ve kollektif cezalandırma türünden ilkel bir kan davası zihniyetiyle yaklaşmaya izin vermez. Böylesi bir suçlama ve cezalandırma ancak bir halkın geniş kesimlerinin aktif katıldığı jenosit türü kıyımlarda ya da yabancı işgalcilerle toplu ve sistemli işbirliği durumunda olabilir. Dolayısıyla kollektif suçlama ve kollektif cezalandırma sık rastlanan değil, istisnai bir fenomendir.