Althusser’i Yeniden Okumak*
Antonio Callari ve David F. Ruccio
Çeviri: Ali Pınarbaşı
Althusser’in eseri ve kendisi –en azından kısmen- hala ilgi çekiyorsa, bu onda hala yeni materyaller keşfediyor olmamızdandır. Kuşkusuz, Althusser’i yeniden ziyaret etme ihtiyacı onun bütün çalışmaları yayınlanıncaya dek sürecek. Warren Montag’ın söylediği gibi, yeni materyallerin ortaya çıkışı, Althusser’in çalışmalarında “görünür olan” ve “görünmez olan”ın alanlarının yerini değiştirmekte ve yoruma açık kısımları ortaya çıkarmaktadır. Dahası, yeni materyallerin keşfi, Althusser’in çağdaşları ve ona katkıda bulunanların (örneğin Gilles Deleuze) Althusser üzerine yazdıkları eserlere daha çok ışık tutma imkanına yol açmaktadır.
Öte yandan Althusser’in eserinin (ve kendisinin), şu ana kadar incelenmiş ve yorumlanmış ve hala yorumlanmaya ihtiyaç duyan kendi bütünselliğinin sınırlarını aşan bir zorlayıcılığa sahip olduğu düşünülebilir. Althusseryan külliyatta, Marksizmin kökten-yeni kavramsallaştırmalarına –ya da en azından felsefi ve politik kültüre ait olan yönüne– işaret eden ve bunun olabilirliğini gösteren bir şey olduğu söylenebilir. Bu durumda Althusser’e olan ilginin sürmesi, onun yazılarının (yeniden) okunması tamamlanıncaya dek, mümkündür. O halde Althusser’e olan ilgi, bütünsel/teorik bir sistem olarak Marksizmin değişimler içeren yolculuğunun semptomatik bir dışavurumu olarak ele alınabilir.
Althusser’in kendisinin ve onun üzerine yazılmış biyografiler üzerine eleştiri yazısı olan “Sonuçlanmış Analiz, Sonuçlanamaz Analiz”de G. Elliot, Althusser’in hikayesinin aslında sonsal olarak ve tamamen söylenemeyeceğini ifade ediyor. Kuşkusuz bu durumun bütün biyografiler için olduğu söylenebilir. Bu sonuçlanmazlığın yapıbozumun zorunlulukları ve Althusser’in çeşitliliğinin bu yönteme olan borcu nedeniyle olduğundan emin olabiliriz.
Öte yandan, Althusser incelemesinin bu sonuçlanmazlığının ortaya çıktığı daha eski ve daha klasik (ama yapıbozum yöntemiyle işlemeyen) bir yol daha vardır. Althusser ve eserlerindeki Marksizmi evine döndürme yolculuğu olan Odissey yolculuğundaki (hangi nedenler onu Marksizme götürmüş olursa olsun, o sonunda eve dönme yollarını aramıştır) çeşitlilikleri, fazlalıkları, (gerçek ve açık) çelişki ve çatışkıları görmek gitgide daha mümkün olmaktadır. Ve bütün epiklerde olduğu gibi Althusseryan yolculuk da kendi başlangıç ve bitiş noktaları nedeniyle değil ama Marksizmin eve dönüş yolculuğu için bir alegori olması sebebiyle –ve bize böyle bir yolculukta donanım sağladığı için– ilgiyi hak etmektedir.
Marksizmi evine döndürmek?! Bu yolculuğun özel bir yapımına girişeceğiz; Althusser’in iki temel teorik uğraşısına karşılık gelen bir yapım: Onun Marksizm için bir felsefe arayışı (en son tespit olarak sunduğu belirsizlikçi (aleatory) materyalizm) ve ideoloji üzerine olan çalışmaları. Ama Althusser’in asli özelliği olarak Marksist olmasını tasdik etmek için, “bu eve dönüşü” onun yarıklar ve çatışkılar içeren, üretmeye ve korumaya çalıştığı programatik kavramsallaştırmaları , kişisel ve metateorik açıdan incelemek yersiz olmayacaktır. Elliot’un Althusser’in “kusursuz (impeccable) hümanizm” olarak adlandırdığı kavramın geçtiği pasajı başka türlü yorumlamak başka nasıl mümkün olabilir? Söz konusu pasaj (Jacques Derrida’nın felsefecinin cenaze törenindeki konuşmasında alıntıladığı pasaj), Althusser’i onun “kendiliğinden yaşayan ideoloji” fikri -salt teorik bir kavram olmaktan öte, ezilmişlerden olma olarak tanımladığı fikir- bağlamında bir tiyatro üzerine düşüncelerinde bulur. Bu ezilmişler Marksizmin bazı anahtar temalarıyla–yani maddi varoluş–“aynı ekmeği yiyoruz”–mücadelenin karmaşık bileşenleri–“aynı öfkeyi, isyanı, cinneti ve söylemeye bile gerek yok hiç bir tarihin kımıldatamadığı umutsuzluğu (despondency) paylaşıyoruz…” belirlenen tarihsel dramanın konusudur. “Evet, Cesaret Ana gibi, biz de kapının eşiğinde aynı savaşı veriyoruz, kendi içimizde bile”. Bu formülasyonda Althusser’in tarih üstüne daha felsefi nitelikteki düşüncelerini ve bunun gerçek bir devrimci Marksist kavram olarak yetersizliğini görmemek mümkün mü? Ama öte yandan bu düşüncelerin ezilmişlerin tanımlanmasındaki bir hümanizme açıkça yerleştirilmiş olduğunu görmemek mümkün mü? Tanımlama, söylemdeki teorik formülasyonların ötesinde Marksizmin gerçek ve acil devrimci momentlerinin önemli, belki de belirleyici bir parçasıdır. Öyleyse Marksizmi evine döndürmek, onu halk hareketlerinin pratiğinde bir tür tutkunun, tarihsel olarak ayrışmış bir tür duygusal yankının ve kültürün dile gelmesininin yollarını bulmaktır.
Marksizmin bu tür bir yeniden canlandırılması, ezilenlerin tarihsel açıdan tanımlanması şeklinde Marksizmin karakterini ve gücünü ifade eden bu momentler, Althusser’in kişisel eve dönüşü olarak düşünülebilir. Althusser’in teorik formülasyonlarındaki hiçbir şey bu tür (hümanist) ifadelere prim vermemiştir. (Yaşamı boyunca karşılaştığı sayısız tepki ve eserlerinin yapısalcılıkla malül olduğunun söylenmesi bunu gösterir.) Onun açıkça anti-hümanist olan teorik savaşımlarından bir özgürlük alanı çıkarması, eğer yapabilseydi, ancak yaşamının kişisel entellektüel boyutları açısından mümkün olurdu. Althusser için bu eve dönüşü onun, ne kadar sert ve sarsıcı olursa olsun, (çelişki içerse de) teorinin keskin dönüşlerinden uzaklığı olarak görebiliriz. –Ve onun kişisel alanı temelinde bir sorgulama ve yorumlama ya da bir başka ifadeyle bazıları sonradan kendisi veya başkalarınca ortaya çıkarılmak üzere önermelerde bulunma yeteneği olarak– Bu eve dönüş, eklemeliyiz ki, zaman içinde (ya da yanlıza zaman içinde) bir yolculuk (belirli bir başlangıç noktası ve süresi olma anlamında) değildi; çünkü teoriden uzaklık (yani kapalı kişisel alan), Althusser’in teorik dönüşlerinin bir özelliğidir. Yine de zaman içindeki bir yolculuktu, çünkü teoriyle özgürlük alanlarının buluşması ancak Althusser’in yüz yüze geldiği özel, bağlantılı, zamanla sınırlı teorik dönüşlerinde somut olarak olanaklıydı. Kuşkusuz, Althusser’in izinden yürüyecek olanlar için, kendi kişisel alanlarının bir noktada buluşması (negotiations) kendi süreçleri boyunca bağlamsal ve tarihsel olacaktır.
Şimdi, eğer Althusser Marksizmin ulaştığı ya da kendi ürettiği teorik formülasyonlardan kişisel bir özgürlük alanı (ve bu teorik formülasyonlar boyunca veya bunlar arasında entellektüel bir risk alanı) belirlemişse, bu kendi kendini iyileştirme (self-recovery), onun da etkide bulunduğu Marksizmin sağaltılması yolculuğundan bizce ayrılamazdı. Althusser’in üstüne aldığı teorik görev, bilindiği gibi, Marksizmi edindiği dogmatizmden kurtarmak ya da en azından muhafazakar ve Stalinistlerin sosyalizm kavramını kullanabileceği veya kullandıkları biçimden kurtarmaktı. Marksizmi Stalinist dönemin grotesk deformasyonlarından kurtarmak birçok entellektüelin –sadece Althusser değil, Althusser’in teorik olarak uzak durduğu J. P. Sartre gibilerin de– önemli bir görevi olarak ortadaydı. Bir açıdan bu diğer entellektüeller, Batı Marksizminin entellektüelleri de genellikle hümanist biçimlerde yasalaştırdıkları ve öyle gördükleri Marksizmi evine döndürmenin yollarını aradılar. Althusser’in teorik hümanizme bütün karşı çıkışları, onun eseri, Marksizmi evine döndürme yolunda daha az bir girişim değildi. Aradaki fark, çok iyi bilinen nedenlerle, Althusser’in Batı Marksizminin teorik hümanizmini, Marksizmin sağaltılması ve yeniden keşfi yolunda, tehlikeli ve yetersiz (hem teorik hem de politik olarak) bir yol olarak görmüş olmasıdır.
Althusser’in Marksizm için tanımlamaya çalıştığı “ev” kendi kişisel uzaklığına, alanına benzerdir. Bu “ev”in, Althusser’in tarihe konjonktürel bakışı ve hakim ve yaygın –belki de evrensel- ideoloji kavramının birlikte varoluşlarıyla tanımlanabilir olduğunu düşünüyoruz.
Balibar’ın tartıştığı gibi, Althusseryan alan yapı-Althussercileri ve konjonktür-Althussercileri arasında bölünmüşse, Althusser’in kendisi de yaşamı boyunca kesinlikle daha konjonktürel olan kavramlara yönelmiştir. Althusser’in konjonktüreli giderek daha çok kabul etmesi –Spinoza ve Machiavelli’ye olan ilgisinin artmasıyla beliren ve Ferdinand Navarro’nun yazısında açıkladığı gibi Marksizm için belirsizlikçi materyalizmin bir felsefe olarak tanımlanması– yapısal (dar) özne oluşumları (forms of agency) açısından giderek daha az açıklanabilir olmuş ve üretim ve yeniden üretimin tarihsel öznesinin oluşumlarının geçmişteki kesin kanaatlerden daha geniş ve daha açık olması istenmiştir. Bu, kuşkusuz, yapının önemsizleştiği anlamına gelmez. Ama işlevini ve dönüşümünü yapıya verebilecek tarihsel evrimin diyalektiğine gerek olmadığı anlamına –ya da özel olarak güçlü vurguları olsa da, yapının tarih için bir anahtarı olmadığı anlamına– gelir. Bunun etkisi sınıfın önemini inkar etmek değil ama onun varoluş biçimini, yapısal olarak tanımlanmış bir yer ve kimlik birliği olmaktan çıkarıp, işleyen bir şeye dönüştürmektir. Bu da işçi sınıfının, burjuvazi ve diğer sınıf oluşumları gibi, ideoloji (ve devlet) içinde etkilendiği anlamına gelir. Bir kere diyalektiğin gerekliliği kaldırılınca kapitalizme karşı mücadeleyi garanti etmeye hizmet eden tek öğe, kolektivizasyonun herhangi bir biçiminden öte, sömürüye karşı temel indirgenemez insan direnişidir. Sonuçta Marksizm tarihsel olarak gerekli, ön-belirlenmiş bir rolü olan ve bu nedenle teoriye referansla “kurulan” ve “temsil edilen” işçi sınıfı teorisinden (Irk, Ulus , Sınıf’ta Balibar bu teorinin bir el çabukluğu olduğu söylemiştir) kitlelerin ve kitleler için Marksizme: “aynı ekmeği yiyoruz… aynı öfkeyi, isyanı paylaşıyoruz” dönüşebilir. Daha tanıdık terimlerle diyebiliriz ki, bu dönüşmüş Marksizmde “kendinde sınıf”tan “kendisi için sınıf”a geçiş, hep söylendiği gibi, ontolojik bir açığa çıkış (politika ve kültürün etkisiyle olan ama gene de bir ortaya çıkış olan) eyleminden politik/tarihsel yapılanma (construction) eylemine geçiştir. Belki de bu Althusser “İngiliz İşçi Sınıfı’nın Oluşumu”nun E. P. Thompson’undan çok da uzak değildir –sert polemiklerin olması ne yazık!–
Böyle bir formülasyonun olası sorunlarından ve tuzaklarından açık ki haberdar değiliz. Kitleler için bir Marksizm anlayışı, Marksizmin bir sınıf teorisi olarak analitik olma özelliğinden çok şey kaybetme riskini, belki de potansiyel olarak halkçı bir biçime girme riskini taşır. Öte yandan, daha az genel ve daha sınırlı bir form kazandırarak riski azaltmak onu özellikle ideoloji sorununa bağlamakla mümkündür. Bu, doğal olarak, Althusser’in sürekli uğraştığı işlerden biriydi ve bizim okumamızda bu uğraş bir gösterge belki de anahtardır (Althusser’in hem Marksizmi bir teori olarak koruma hem de pratik (zorlayıcı) bir bilinçlilik olarak evine döndürme çabası için). (Althusser’in ideoloji üzerine olan formülasyonları ve gittikçe artan bir şekilde belirsizlikçi materyalizme doğru yönelmesi arasında önerilen bu ilişki, her iki boyutunda aynı entellektüel tecrübenin yönleri olmasını anlama açısından kritik önemdedir.) Althusser’in çalışmalarının önemi kavramın bütünsel tanımlanmasından kaynaklanmaz. Yapısal Marksizmin arkitektoniğine uyum göstermesinden de kaynaklanmaz. Althusser’in ideoloji üzerine olan çalışmaları bize göre, daha çok analizi yapılan sorunun terimlerini değiştirdiği için önemlidir. Marksizm alanındaki ideoloji üstüne geleneksel çalışmaların çoğu yapısal olarak tanımlanmış işçi sınıfı konumlarına dayalı kimliklere biçim ve şekil vermeyle meşgul olmuşken (ve olmaktayken), Althusser sorgulama (interpellation) kavramı üzerinden teorize ettiği ideolojik bilinçliliğin özel bir türünün mekanizmalarıyla daha çok ilgilenmiştir.
Eski çalışmalar ideoloji alanını “sınıf” ve “yanlış bilinç” çiftiyle yapısal olarak tüketmişken, Althusser’in sorgulama mekanizması böyle bir ayrımlaştırmaya imkan tanımamıştır. Bu yeni odak (focus) söylendiği gibi sorunu derinleştirmemiş, ideoloji sorununda köklü bir dönüşüm yaratmıştır. (Marksist ideoloji kavramı ve tarih sorunsalıyla ilgisi için Balibar’ın Kitleler, Sınıflar, Fikirler ve Marx’ın Felsefesi’ne bakınız). Aslında geleneksel Marksist tarih teorisi (teleolojik arkitektoniklerinin bir sonucu olarak) eskatalojik olmuş ve ideolojinin sonu (sınıf ve yanlış bilincin her ikisinin de saf, katıksız özneler-arasılığa (intersubjectivity) dönüşmeşi) tasavvur edilmişken, Althusser’in çalışmaları, ne kadar tartışmalı ve değişken olursa olsun, kalıcı ve görmezden gelinemez olmuştur.
Bu şekilde düşünülen ideoloji kavramının mekanizmalarının kısa bir özetini yapmak için bile burası uygun olmayacaktır.. Ama asıl konumuza dönmemiz ve bu ideoloji okumasını yukarıda andığımız Marksizm türüyle ilişkilendirmemiz gerekiyor. Bu ilişki Althusser öncesi yapısal sınıf konumları formülasyonlarının ötesine geçmek ve sorgulama mekanizmasının çok ve değişkenlik arzeden sosyal (maddi) koşullarını incelemek amacıyla, Althusser’in ideoloji analizinin formülasyonlarında içerilen zorunluluklarda bulunabilir. Doğal olarak Althusser, ideolojik aygıtlar üzerine olan yazılarında böyle geniş kapsamlı bir işe başlamıştı ama açıktır ki bazı aygıtlar (aile gibi) üzerine analizi sorgulama mekanizmasında bulunan diğer bütün aygıtlara referans yapmak durumundadır. Geleneksel (ve hala varolan) Marksist önkabuller açısından sorgulanan (interpellated) “ben”in işlevinin etkileri, varoluş koşulları ve sınıf oluşumlarının yeniden üretim biçimlerine olan ilgimizi koruyorsak, Althusseryan formülasyonlarla çalıştığımızda, sınıfın yeniden üretiminde sorgulama koşullarının özgüllüklerinin (specifications), bu (çeşitli) sorgulama koşullarının araştırılması içinde düşünülmesi teorik ve tarihsel olarak mümkün değildir. Bir bakıma, Marksist ideoloji kavramının Althusseryan yeniden formüle edilişiyle, tarihsel öznellik draması, görünür ilişkiler katından, sorgulama tiyatrosuna ve topluma taşınmıştır.
Bu formülasyonun bütün çağrışımları (implications) için toplum (şimdilerde modası geçmiş bir ayrımı kullanırsak, üretim tarzının aksine sosyal formasyon) sonuçta bir sorgulama tiyatrosu olarak resmediliyorsa, o zaman bu toplum “bütün bir toplum” (varoluşsal sosyal alan formülasyonuna çok yakın bir formülasyon) olarak değil ama tam bir toplum olarak, yani bütün öğelerinin kesişmesiyle kurulmuş bir toplum olarak tasavvur edilir: Spinozacı bir toplum. Ortaya çıkan şey analiz açısından çeşitliliğin (plenitude) bir zorunluluğu olarak adlandırılabilir: alanını hiçbir verili parametreyle sınırlandırmayan ama sorgulamanın somut tarihsel öznelerinin (agents) oluşturduğu yolları araştırmaya ve düşünmeye açık olması gereken bir analiz –kuşkusuz, tarihsel “ilgisizlik” ve “umutsuzluk” denizinde yüzmek için değil ama şimdinin yapısal sınırlarını aşma gücüne sahip bir tarihsel imgelem içinde bu gerçek tarihsel aracılara (politik ve kültürel olarak) işlerlik kazandırmak için. (Matheron’un gösterdiği gibi buradaki çeşitlilik kavramı Althusser’in kendisi tarafından önerilmiştir. Ama Matheron’ın gösterdiği gibi, Althusser çeşitlilik kavramını sosyal alan bütününün ideolojik açıdan hegemonize edilmesi –yani bireysellik ideolojisi gibi her ideoloji bu alanı kendi konuları/kavramlarıyla doldurur– ve gerçek çeşitliliğin sessizleştirilmesine atıfla olumsuzlayarak kullanırken, biz onu yapısalcı veya işlevselci toplum tasarımları üzerine gerçekliğin aşırılığına (excess) atıf amacıyla kullanıyoruz.)