“Eğer ciddi bir çalışma yapmak istiyorsanız başkalarının sırtına, işin püf noktası bulunmuş ve yoluna girmiş hissi ve kanısı yükleyen, genel ve benimsenmiş formüllerle yetinmemiz söz konusu olamaz. Bu noktada yanılmamak gerekir; problemler hiçbir zaman ortaya atılmasın diye, onları elinin tersiyle iten ya da problemlerin bir söylevle çözüldüğünü düşünenler, işçi hareketine dahil bile olsalar pek fazla bir işe yaramazlar. Bir gün gelecek başkaları bizim ortaya koymaya teşebbüs ettiğimiz sorunlar üzerinde düşünecek durumda olacaklar. Böylelerini bizim denemelerimizden esinlenmiş burjuva, sosyal demokrat ya da öteki türlerden Büyük Hoşnutsuzluk yazarları arasında bulabilmemiz için pek az şans var.”
L. Althusser
Yılmaz Sezer
I.
Althusser, Lenin’in diyalektik materyalizm ile ilgili buluşunu şöyle anlatıyor: “Marx’ın bilimsel teorisi, (diyalektik maddecilik diye adlandırılan) yeni bir felsefeye değil, felsefenin yeni bir pratiğine, daha kesin koymak gerekirse, proletaryanın felsefedeki sınıf tavrı temeline oturtulmuş bir felsefe pratiğine yol açmıştır. Kanımca Marksizmin özüne ilişkin olan bu buluş şu aşağıdaki tezlerle formüllenebilir: 1)Felsefe bir bilim değildir ve bilimin bir nesnesi olduğu anlamında, felsefenin nesnesi yoktur. 2)Felsefe, teorik bir biçimde yürütülen bir politik müdahale pratiğidir. 3) Öncelikle iki ayrıcalıklı alanda müdahalesini yapar:sınıf mücadelesinin sonuçlarının yer aldığı politik düzeyde ve bilimsel pratiğin sonuçlarının yer aldığı teorik düzeyde. 4) Felsefe, özünde, sınıf mücadelesinin sonuçlarıyla, bilimsel pratiğin sonuçlarının bitiştiği yer olan teorik düzeyde üretilir. 5) Böylece iki düzeyde, teorik bir biçimde, politik olarak müdahale eder: bu iki müdahale düzeyi, yani politik pratik ve bilimsel pratik düzeyleri, onun kendi alanlarıdır, çünkü felsefe kendisi de bu iki pratiğin sonuçlarının bileşiminden doğar. 6) Felsefenin bütünü bir sınıf tavrını dile getirir, bütün felsefe tarihine egemen olan, idealizm ile maddecilik arasındaki büyük tartışmada ‘taraf tutma’yı ifade eder. 7) Felsefedeki Marksist-Leninist devrim felsefenin idealist kavramının (‘dünyayı yorumlama’ anlamında felsefe) yadsınması demektir. Bu idealist felsefe, kendisi her zaman taraf tuttuğu halde, felsefenin bir sınıf tavrını dile getirdiğini inkar eder. İşte bu idealist felsefeyi yadsıyan Marksist-Leninist düşünce felsefede proletaryanın maddeci sınıf tavrını benimser, yani, teoride sınıf ayrımının sonuçlarını belirten yeni bir maddeci ve devrimci felsefe pratiğini kurar. Bütün bu tezler Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm’de ya örtük, ya da belirtik bir biçimde bulunabilir. Benim bütün yaptığım, bunları biraz daha belirtik hale sokmak oldu“.[1]
Althusser Marx İçin ve Kapital’i Okumak adlı eserlerinde yaptığı felsefe tanımını değiştiriyor ve Lenin ve Felsefe‘de, Lenin’in yardımıyla, yeni bir felsefe tanımına ulaşıyor. Althusser’in ileri sürdüğü tezler, bu yeni tanıma dayanıyor. Althusser, özeleştirisinde bu durumu şöyle ifade ediyor.”1960-65’de esas sorunun ne olduğunu gördüysem de bunu pek iyi anlamadığımı şimdi görüyorum. Tek bir ‘teori’ terimi altında ona bilimle aynı statüyü vererek onu ‘teorik-pratiğin teorisi’ olarak tanımlıyordum. Teorik açıdan felsefeye yüksek değer biçerek sınıf savaşımını ‘işin içine sokma’maktan beni haklı yere eleştirenlerin de belirttiği gibi siyasal açıdan düşük değer biçtim. Bununla birlikte yeni bir felsefe tanımıyla (‘teorideki siyaset’) sapmanın esasını düzelttiğim Lenin ve Felsefe‘de de buna şahit oluyoruz“.[2] Ve Althusser, ‘teorik-pratiğin teorisi’ olarak yaptığı önceki felsefe tanımının savunulmaz olduğunu açık ve kesin bir dille ifade ediyor: “Felsefenin ‘teorik-pratiğin teorisi’ olarak tanımlanmasını savunulmaz görüyorum ve yasaklanması gerekiyor. Ve bir formülü ortadan kaldırmak yeterli değildir; tınlamasının yol açtığı tüm yankıları ve etkileri teorik tertiplerinde düzeltmek gerekir.”[3]
Althusser’e göre, Devrimci Maddeci Felsefe yeni bir felsefe pratiğidir. Maddeci Felsefe, sınıf mücadelesinin sonuçlarının yer aldığı politik düzeye ve bilimsel pratiğin sonuçlarının yer aldığı teorik düzeye, politik olarak müdahalesini teorik bir biçimde yapıyor; teorik ve politik düzeyin bitiştiği yer olan “teorik düzey”de üretiliyor.[4] Nitekim, Lenin’i tekrarlayan Althusser, ‘felsefenin bütünün bir sınıf tavrını’ dile getirdiğini söylüyor.
Yeni felsefi pratik, sınıflı ontolojik dünyanın gerekleri üzerine inşa ediliyor. Felsefe, ontolojik sınıflı toplumun simetriği olarak, teoride ‘sınıf kavgası’ biçiminde tanımlanıyor.
Epistemolojik düzeyde ‘sınıfsız toplum’ kurulmuştur.[5] ‘Sınıfsız toplum’ epistemolojik düzeyde bir öngörü değil, ‘şimdiki zamanı’ ifade eden bir kavramdır; yani, ‘olan’dır. ‘Sınıfsız toplum’un ontolojik kuruluşu ‘gelecek zaman’da dile getirilebilir. Epistemolojik kuruluş ile ontolojik kuruluş eşzamanlı değildir. Bu düzeyler arasında ‘geriye dönülmezlik ilkesi’ ile kurulan ilişkide; epistemolojik düzey’de elde edilen bilimsel bilgi, bilgi nesnesine ilişkindir; ancak, bilgi nesnesi yoluyla öğrenilen şey ise ‘gerçek nesne’dir. Bir başka deyişle, ‘gerçek nesne’nin kavranışı bilimsel bilgi ile mümkündür. Bu durumda, sorulması gereken soru şudur: ‘Sınıfsız toplum’un ontolojik kuruluşu gerçekleştiğinde; felsefenin ‘teoride sınıf kavgası’ olduğuna ilişkin felsefe tanımı, geçerliliğini hala nasıl sürdürecektir? Bu soru üç şekilde cevaplanabilir: Bir, ‘felsefe’ sınıfsaldır; sınıflı toplumdaki ‘birey’in etkinliği ile ortaya çıkmıştır. Sınıfların ortadan kaldırılmasıyla, kendisi de ortadan kalkacaktır. ‘Felsefe çağı’ bitecek, ‘bilim çağı’ başlayacaktır.[6] İki, sınıfsız toplum, ‘birey’in ortadan kaldırıldığı bir durum değil; tersine, bireyin (sınıfa ait olmayan, insani bireyin) özgürleşmesidir. Bir başka deyişle, sınıfsız toplum, felsefenin gerçekleşmesi ve özgürleşmesidir. Lukacs-Gramsci çizgisine göre, felsefe, tarihtir; tarihin gerçekleşmesidir. Üçüncüsü ve bizce de kabul edilen husus, Tarih Bilimi’nin felsefeyi, ‘yorumlama’ ve ‘dönüştürme’ anlamında tarih-dışına ittiği olgusudur. Tarih-dışı olarak felsefi tezler birer ‘hiç’tirler. ‘Tarihsel’de, hem bilimler tarihinde bilimsel pratiklerin, hem de toplumsal-tarihsel süreçte ideolojik-politik pratiklerin sonuçları üzerinde şekillenirler; içerik ve anlam kazanırlar ve en önemlisi de ‘varolurlar’. Dışarıdan tanımlanan, ama salt tanımlandığı biçimiyle ‘var olamayan’, varoluşunun ‘tarihsel’e bağlı olduğu, teorik (olarak) bir felsefe tanımı yapma olanağı vardır.
Althusser’in özeleştirisinde, ‘felsefe’ bütünüyle ontolojik boyutların içine çekilmiştir. Felsefe, teorik düzeyde, politik düzeyin simetriği olarak ‘teoride sınıf kavgası’ biçiminde tanımlanır. Bu düşünce biçiminin doğal uzantısı şudur: Sınıfsız toplumun ontolojik kuruluşu gerçekleştiğinde; felsefe ortadan kalkmayacak ve ontolojik boyuta simetrik yeni bir tanımlamayla varlığını sürdürecektir. fiimdi, Althusser sorunsalı içerisinde soru sormanın zamanıdır: Teoride sınıf kavgasının tarafı olarak tanımlanan maddeci felsefe, işçi sınıfının yanında yer alarak; bilimsel olanın bilimselliğini, ideolojik olanın ideolojikliğini nasıl belirleyecektir? Bu durumda, işçi sınıfı ideolojisi ile bilim arasında, ‘bilimsel ideoloji’ ya da ‘sınıf bilimi’ türünden bir bağ kurmak gerekecektir.
Epistemolojik ve ontolojik kuruluşların artzamanlı oluşu, birinin diğerinden sonra gelmesi, her iki düzeyde aynı anda bulunan bilim adamları ve filozofların alanlarında, gerilime neden olmaktadır. Ontolojik ve epistemolojik düzeylere teorik olarak müdahale eden felsefe, ontolojik düzeyde sınıflı toplumu, epistemolojik düzeyde sınıfsız toplumu görmektedir. Bir başka deyişle, teorik ve politik düzeyin bitiştiği yer olan “teorik düzey”de, Althusser’e göre felsefenin üretildiği yerde, tarihsel olarak sınıflar ve sınıf mücadelesinin sonuçları elbette vardır. Felsefenin tarihsel biçimlenişini onun ‘özü’ sanmak, ve onu tarihsel biçimlenişe göre tanımlamak, felsefeyi ‘sınıf ideolojileri’ne indirgemek olur. Felsefe, özünde sınıfsal olmayan ideolojidir. Örnek olsun; maddenin birincil, düşüncenin ikincil olduğuna ilişkin maddeci tezin proleter ideolojisiyle ne ilgisi vardır? Bu maddeci tez, kesin olarak tarihsel bir tez değildir. ‘İnsan akıl’ı ile başlamış ve onunla birlikte devam edecektir. Soru şudur: tarihsel olmayan felsefi tez, ‘tarihsel’de nasıl biçimlenir. Felsefi tezlerin ‘tarihsel’de; bilimler tarihinde ya da toplumsal-tarihsel süreçte ideolojiler olarak nasıl ve ne şekilde biçimlendiği sorusu sürekli araştırmayı gerektiren bir konudur. Maddeciliğin temel tezi ile tarihsel proleter ideoloji arasında doğrudan neden-sonuç ilişkisi kurmak, ya da maddeciliğin tarihte ilerici sınıfların, idealizmin ise gerici sınıfların ideolojileri olduğunu söylemek, sınıfsız toplumu ‘felsefe’sizliğe mahkum etmek demektir. ‘Sınıfsız toplum’ bir kavram, Tarih Bilimi’nin bir ‘kavram’ı ise, bu kesin olarak böyle olmak durumundadır.
Tarih bir bilim ise; yeni felsefi pratik, felsefenin sınıfsal, yani ideolojik (sınıf ideolojileri) olduğu savı üzerine inşa edilemez. Aksi, felsefenin salt bir ideolojiye (sınıf ideolojilerine) indirgendiği ve ileride felsefenin sonunun ilan edileceği bir yola girmek olur.
II.
Althusser, felsefedeki Marksist-Leninist Devrim’in felsefenin idealist kavramının (‘dünyayı yorumlama’ anlamında felsefe) yadsınması demek olduğunu ifade ediyor. Felsefenin idealist kavramının içeriğine ‘dünyayı yorumlama’nın yanı sıra ‘dünyayı dönüştürme’ anlamını da eklemek gerekiyor. Felsefenin idealist pratiği, felsefeyi nesneye (bilimin bir nesnesi olduğu anlamında) yönelik bir eylem olarak algılamaktan doğuyor. Bu bilim-öncesi felsefi pratik, bilimsel pratiğin yerine geçiyor ve onun yerine ikame ediliyor.
Felsefenin idealist pratiği, felsefeye yüklenen işlevle, ampirizm sorunsalı içinde hareket etmek anlamına geliyor; girdilerinin maddeci ya da idealist öğeler olması, ‘felsefenin idealist pratiği’nin özünü değiştirmiyor ve pratik, idealizmle sonuçlanmak durumunda kalıyor. İçinde yaşanılan dünyaya ve burada ‘egemen olan’a dolaylı ya da dolaysız onay anlamına geliyor. Marx, Feuerbach Üzerine Tezler‘in onbirincisinde, filozofların şimdiye değin dünyayı yorumladıklarını, aslolanın ise onu değiştirmek olduğunu söylüyordu. Marx, filozoflara dünyayı yorumlamanın yanı sıra, onlara bir de dünyayı değiştirme külfeti yüklemiyordu. Lukacs ve Gramsci gibi teorisyenler, bu Tezler’i yeni bir felsefenin işareti olarak algıladılar ve Marksizmi özünde bir felsefe, bir praksis felsefesi olarak tanımladılar. Felsefenin işlevini ve felsefi pratiği dünyayı ‘yorumlama’ ve ‘dönüştürme’ şeklinde algılayanlar, felsefenin idealist pratiğini tekrarlamaktan daha öteye gidemediler. Kurtuluş için ‘insanlık dini’ öneren Feuerbach’ı ve onun kaba materyalizmini ya da Lukacs’ın idealizmini hatırlayalım. Feuerbach (maddeci) felsefeyle dünyayı yorumlamaya çalıştı ve insanlığa kurtuluşu için ‘aşk dini’ gibi fizik-ötesi bir reçete yazdı. Lukacs, dünyayı felsefeyle dönüştürmek istedi; devrimciliği idealizmin olanaklarıyla materyalizme şırınga etmeye çalışırken kendini idealizmin içinde buldu. Bunlar, hangi felsefi öncüllerden hareket ederlerse etsinler, felsefenin işlevini nesneyi ‘yorumlama’ ve ‘dönüştürme’ şeklinde belirledikleri için -felsefenin idealist pratiği içinde- kaçınılmaz olarak idealizm ile buluşmak durumunda kaldılar.
Felsefi eğilimler, toplumsal-tarihsel süreçte ideolojiler olarak varoluyorlar. Bunlar, sınıf ideololojilerinin içinde yeniden şekilleniyorlar. Ancak, materyalizmin ilerici sınıflarla, idealizmin ise gerici sınıflarla (ya da tersi) olan ilişkisi kendiliğinden zorunlu bir buluşma olmuyor. Bir başka deyişle, daha özelde, işçi sınıfı ideolojisinin kendiliğinden materyalist, burjuva ideolojisinin ise kendiliğinden idealist olma zorunlulukları bulunmuyor. Tersine, işçi sınıfı, materyalizm ile ‘Tarih Bilimi’ aracılığıyla dolayımlı olarak buluşuyor ya da buluşturuluyor. Yeni felsefi pratik, felsefi bir müdahaledir; bilimsel olanın ‘bilimsel’liğini, ideolojik olanın ‘ideolojik’liğini vurguluyor. Bilimsel bilgi epistemolojik, ideolojik bilgi ontolojik düzeyde üretiliyor. Bilim adamı her iki düzeyde aynı anda bulunuyor; buna bilim adamının alanı deniyor. Bilimsel bilgi ile ideolojik bilgi bu alanda karşı karşıya geliyor ve birbirlerinin yerine geçmeye çalışıyorlar; maddeci felsefe, bu ikisi arasına sınır çiziyor. Tarih Bilimi, toplumsal sınıfları ve onların ideolojilerini kendi nesnesi haline getiriyor ve onları inceliyor. İşçi sınıfına ve onun ideolojisine ilişkin tezler ileri sürüyor. Maddeci felsefe, işçi sınıfına ve onun ideolojisine ilişkin bilimsel bilginin nesnelliğini vurguluyor ve onu burjuva ideolojilerinden, idealist öğelerden ayırıyor.
Tüm bunlara ek olarak söylenecek şeyler vardır: Bir, felsefede epistemolojik ve ontolojik düzeyde ‘kendiliğinden maddeci olmak türünden’ kategorik bir ayrıma gitmek, felsefenin idealist pratiğine yönelmek demektir.[7] İki, epistemolojik ve ontolojik düzeye, teorik bir biçimde müdahale eden felsefe, teorik olarak (Diyalektik materyalizm) epistemolojik düzeyde kurulur.[8] Üç, felsefede epistemolojik düzeyde felsefe içi çelişki yoktur ve felsefe epistemolojik düzeyde saftır. Ve ‘sonuna kadar’ materyalisttir. Epistemolojik (bilim) ve ontolojik (politika ya da varolan, yaşanılan somut durumda) düzeyde bilim adamlarının, politikacıların, ve “filozofların her türlü mücadelelerinde karşı karşıya gelen idealist ve materyalist eğilimler hiçbir zaman hiçbir ‘felsefe’de saf durumda gerçekleşmezler. Her ‘felsefe’ iki büyük uzlaşmaz eğilimden bir tanesini mümkün olduğu kadar ‘tutarlı’ ve açık bir biçimde temsil etse de, her ‘felsefe’de öteki eğilimden hatırı sayılır miktarda ya da gizil bir takım öğeler mevcuttur”.[9] Bu durumda, bilim adamlarının ve politikacıların “kendiliğinden felsefelerinin eğilimlerinden biriyle ‘kendiliğinden’ materyalist olduğunu”[10] söylemek mümkündür. Ancak, her ‘kendiliğinden felsefe’ idealizm ile buluşmak zorunda kalır. Dört, yeni felsefi pratik, teorik olarak her iki düzeye müdahale ederek; bilimsel olanın ‘bilimsel’liğini, ideolojik olanın ‘ideolojik’liğini vurgular ve idealist öğeleri ayıklamaya çalışır. Devrimci Maddeci Felsefe bunu yaparken bir şey daha yapar; politika-bilim zemininde çatışan maddeci ve idealist eğilimlerin oluşturduğu ‘ideolojik felsefe’ ye teorik olarak müdahale eder ve maddeci eğilimi idealist öğelerden ayıklar. Beş, felsefede taraf tutmak, politika (ontoloji)/bilim (epistemoloji) zemininden hareketle elde edilebilir teorik bir çabanın sonucu olarak ortaya çıkar.
Felsefede, epistemolojik ve ontolojik düzeyde ‘kendiliğinden maddeci olmak’ türünden kategorik bir ayrım bulunmuyor. ‘Kendiliğinden maddeci olmak’ tezi, felsefeyi ve felsefi pratiğini (bilimin bir nesnesi olduğu anlamında) nesneye yönelik bir eylem olarak algılamaktan doğuyor. Bu eski felsefi pratiğin, felsefenin idealist pratiğinin reddi gerekiyor.
Felsefi materyalizmin varoluşa ilişkin tezi; madde-düşünce karşıtlığında, maddenin birincil düşüncenin ise ikincil olduğuna, bir başka deyişle, düşüncenin maddeden sonra geldiğine işaret ediyor. Maddeci Felsefe pratiği bilimsel bilginin nesnelliğini vurguluyor. Bilimsel bilgi epistemolojik düzeyde üretiliyor. Felsefede; ontolojik düzeyde elde edilen bilgiye nesnellik atfetmek, bununla gerçek nesnenin öğrenilebileceğini, kavranabileceğini söylemek ve maddeci felsefenin nesnellik tezini bu nesnellikle ilişkilendirmek bilimi felsefeleştirmek anlamına geliyor. Felsefi materyalizmin varoluşa ilişkin tezi, bilimler alanına taşınmış oluyor. Pozitivizmin pratiği, bilimsel pratik olarak sunuluyor.
Bir tarih bilimcisinin, ‘Marx’ ya da bir başkasının, bir tarih bilimcisi olarak kendiliğinden felsefesinin materyalizm olması zorunluluğu yoktur. Bir fizikçi için de durum aynıdır. Çünkü, felsefe Tarih Bilimi’nin bir eki veya bir öğesi değildir. Burada Marx’ın idealist olduğu söylenmiyor. Bir bilim adamı Marx ve tarihsel bir birey olarak Marx’ın kendiliğinden felsefesi ile Marksist-Leninist felsefi devrimin aynı şey olmadığı ve kategorik olarak bunların birbirlerinden farklı, başka şeyler olduğuna işaret ediliyor.
Felsefenin, idealizmin ya da materyalizmin, tarihe uygulanması tarihin felsefeleştirilmesi; maddeci felsefenin tarihe uygulanması, idealist pratikle maddeciliğin idealistleştirilmesi anlamına geliyor.[11]
III.
Althusser, ‘epistemolojik kopuş’u, Marx İçin ve Kapital’i Okumak‘da bilim-ideoloji karşıtlığına indirgeyerek, bilim ve bilim olmayan türünden rasyonalist terimlerle ele aldığını ve tanımladığını yazıyor ve bu durumu şöyle açıklıyor: “İdeoloji yanlışın Marksist ‘adı’ndan başka bir şey değildi. Ama Alman İdeolojisi’nden -ki o da bu indirgemeyi uyguluyordu- itibaren ‘pozitif doğru’dan ideolojik yanılsamaya kadarki karşıtlığın gerisinde sadece teorik değil, aynı zamanda siyasi ve ideolojik, çok değişik boyutlu bambaşka bir kopmanın belirginleşmekte ve tamamlanmakta olduğu gayet iyi hissediliyordu. Bu kopma, Marx’ın yalnızca genel anlamıyla ideolojiden ve mevcut ideolojik tarih anlayışlarından kopuşu değildi, aynı zamanda hem burjuva ideolojisinden hem de egemen burjuva anlayışından yani sadece toplumsal pratikler üzerinde değil, aynı zamanda pratik ve teorik ideolojilerde de – ta ki siyasi, iktisat ve ütopik sosyalizm eserlerine kadar egemen- hüküm süren, baskın ve iktidar olan burjuva anlayışından kopuşuydu. Pek tabii ki bu hükümranlık bölüşümsüz olmadı, çünkü feodal bir dünya anlayışından arta kalana ve yepyeni bir dünya anlayışı olan proleter dünya anlayışının öncüllerine karşı yapılan bir savaşın neticesiydi. Bu da Marx’ın konumunu anlamamız için gerekli bir olgudur. Çünkü, Marx, beraberinde bulunduğu burjuva ideolojisinden ancak proleter ideolojinin öncüllerinden ve bu ideolojinin sağlam bir vücut bulduğu işçi sınıfının o ilk mücadelelerinden etkilenmek şartıyla kopabilirdi. ‘Pozitif doğru’ ve ideolojik yanılsama karşıtlığının rasyonalist sahnesi ardında yatan ve bu karşıtlığa tarihsel bir boyut kazandıran işte bu ‘olay’dır. Burjuva ideolojisini (hümanizm, tarihselcilik, evrimcilik, ekonomizm, idealizm, vb. olarak) tanımlamaya ve ıralamaya çabaladığıma göre, bu tartışmanın en can alıcı noktasının burjuva ideolojisinden kopuş olduğunu gayet iyi ‘hissetmiştim’. Ama ideolojilerin mekanizmalarını, sınıf eğilimlerini, işlevlerini yeterince anlamadığımdan dolayı, bir yandan Marx’ın burjuva ideolojisinden kopuşuyla, öte yandan da ‘kopuntu’yla olan mevcut bağları anlaşılır bir şekilde yansıtamadım.”[12]
Sözü edilen ‘epistemolojik kopuş’, ‘genel olarak ideoloji’ den mi, yoksa ‘burjuva ideolojisi’nden mi bir kopuştur? ‘Genel olarak ideolojiden kopuş’, tüm ideolojilerin birlikte bulunduğu, proleter ideolojisinin de içinde olduğu ideolojik sorunsaldan; ‘burjuva ideolojisi’nden kopuş ise, burjuvaziye ait ideolojiden kopuş anlamına geliyor. Bu aşamada, bir ayrımlaştırma yapma zorunluluğu doğuyor; ayrımlaştırma ‘kopuş’un niteliğine ilişkindir. ‘Kopuş’u, sınıfsal, burjuva ideolojisinden ‘proleter bir kopuş’, yani ‘ideolojik bir kopuş’ olarak tanımlayanlar ile ‘epistemolojik bir kopuş’ olarak tanımlayanlar arasında uzlaşmaz ciddi bir durum ve kapanmaz bir mesafe vardır.
İdeolojik kopuş, gerçekte bir ‘kopuş’ değildir.
‘Kopuş’, epistemolojik bir kopuştur. Ama, nasıl? Althusser, özeleştirisinde, Marksist Bilimle onun ideolojik tarih öncesi arasında teorik bir süreksizlik, bir başka deyişle teorik bir kopuş olduğunu yazıyor. Teorik kopuşun, “genel olarak bilimle genel olarak ideoloji arasında değil, Marksist bilimle onun kendi ideolojik tarih öncesi arasında”[13] gerçekleştiğini belirtiyor. Ve kendi deyimiyle, bilim -ideoloji arasında idealist bir karşıtlık teorisi (doğru-yanlış, bilgi-bilgisizlik türünden) kuran önceki mantığını düzeltiyor ve epistemolojik kopuşun ontolojik boyutlarının da olduğuna işaret ediyor ve şunları yazıyor: “Marx, beraberinde bulunduğu burjuva ideolojisinden ancak proleter ideolojinin öncüllerinden ve bu ideolojinin sağlam bir vücut bulduğu işçi sınıfının o ilk mücadelelerinden etkilenmek şartıyla kopabilirdi.”[14]
Marx-Engels, işçi sınıfı ideolojisinin öncüllerinden ve mücadelelerinden etkilenerek (kopuş, bir gereklilik değil; kopmak için işçi sınıfı ve onun ideolojisi tarihsel bir gereklilik oluyor) ‘epistemolojik kopuş’u gerçekleştiriyor ve Tarih Bilimi’ni kuruyorlar. Çok açık; ‘epistemolojik kopuş’ için ontolojik şart… Kopmak, öncesi ile ilişiği kesmek; yeni bir başlangıç demektir. ‘Epistemolojik kopuş’ ile Tarih Bilimi’nden proleter ideolojisine doğru ‘geriye dönülmezlik’ ilkesi çalışmaya başlıyor. Tarih Bilimi, proletaryanın ideolojisi ya da proletaryanın bilimi anlamına gelmiyor. Tarih Bilimi de, diğer bilimler gibi, sınıfsal değildir; ama sınıflara ve onların ideolojilerine işaret ediyor. İşçi sınıfını ve onun ideolojisinin ‘tarihsel’de ne anlama geldiğini belirliyor.
IV.
Bilimsel bilginin üretildiği ve tüketildiği yerde[15] bilimsel olan ile ideolojik olanı birbirinden ayırma zorunluluğu vardır. ‘Bilim alanı’ ile ‘bilim adamının alanı’ farklı şeylerdir. Bilim adamının içinde bulunduğu ortam ideolojiktir. Bilim adamı, her iki düzeyde aynı anda bulunur ve bilimsel bilginin üretiminde, ideoloji düzeyinden bilim düzeyine ideoloji taşır. İdeolojiyi (daha dar anlamda ütopyayı) bilim alanından çıkarmak, ideolojiyi bilim adamının alanından çıkarmak anlamına gelmemelidir. Bilimin sınırlarının göreceli ve tarihsel olması, sınırının bittiği yerde başlayan bilim olmayan ideolojik süreci koşullandırmaktadır. Bilim, ideoloji değildir; ama, bilim adamının içinde bulunduğu ortam ideolojiktir. Althusser’in önerdiği maddeci felsefi pratik, işte bu bilim olanla olmayanı, yani bilim ile ideolojiyi birbirinden ayırma, ideolojik unsurları bilimin içinden ayıklama işlemidir.
Newton bir bilim adamıdır; Newton mekaniği bilimsel bir teoridir. Teorideki ‘ilk fiske’ metafizik öğedir. Ve bilim adamı Newton tarafından yaratılmıştır. Maddeci Felsefe, ‘ilk fiske’nin metafizik olduğunu, ideolojik olduğunu söyler ama onun yerine bir başka şey koymaz; koyma yeteneğinde de değildir. Sorun, bilim-içi gelişmeyle aşılır ve ‘ilk fiske’ Einstein tarafından ortadan kaldırılır. Bir ideoloji olarak ilk ‘fiske’, bilim alanının içine bilim adamı tarafından sokulmuştur. Ne var ki, Newton’da, bilimin varmış olduğu sınırlar bakımından, söz konusu metafizik öğe bilimsel problemler çözülürken zorunlu bir biçimde ‘bilimin bir unsuru’ olarak kabul edilmiştir. İlk fiske’yi Newton Mekaniği’nden çekip koparırsanız, Newton’un sistemi çöker. Bir başka deyişle, felsefi-ideolojik unsur, sisteme eklemlenmek suretiyle, bilim-içi nedenselliğin ve anlam bütünlüğünün bir parçası olmuştur.
İdeolojiler bilim alanına değişik biçimlerde sızarlar: Bir, bilimsel sorunun çözümü için üretilmiş bilimsel bilginin yerine geçmeye çalışırlar ve aynı sorun hakkında tezler ileri sürerler. İki, sorun, tarihsel olarak bilimsel tarzda çözümlenemediğinde bir boşluk, bir kriz doğar. İdeolojiler bu boşluğu doldurmaya ve çözümler üretmeye başlarlar. Üçüncüsü ve en önemlisi de, bilim adamları tarafından bilim alanının ‘tarihsel iğreti’ bir parçası olarak, Newton Mekaniğinde olduğu gibi, bilim adamının sistemine eklemlenirler.
Olay, fizik-olmayan bir şeyin fiziğe eklemlenmesi olayı değildir. ‘Sorunsal’ kavramı içinde düşünmek gerekiyor. Newton sorunsalı ile Fizik Bilimini birbirinden ayırabildiğimiz ölçüde çözüme yaklaşırız.[16] Yani, ‘ilk fiske’ Fizik Biliminin kendisi değil, Newton sorunsalının bir parçasıdır.
Tarihsel olarak metafizik ve ideolojiden arındırılmış ‘saf’ bir bilim yoktur. Metafizik öğe, kendi başına açıklanamıyor; ama, içine girdiği sistemin zorunlu bir unsuru olarak bulunuyor. Metafizik öğe, bilim-içi gelişmeyle ortadan kaldırılabiliyor. Metafizik öğe, bir yandan bilim-içi gelişmenin önünü tıkıyor, öte yandan bilim-içi gelişmenin de itici gücü sayılıyor.
Newton sorunsalı içinde beliren fiziksel problemler Newton mekaniğince çözümleniyor. Fiziksel problemler çözüldüğü sürece, ‘ilk fiske’ Newton sorunsalı içinde sorun olarak gözükmüyor. Aynı sorunsal içinde kalınarak ‘ilk fiske’nin bilim-içi bir sorun olduğu bilinci hiçbir zaman belirmiyor. Fiziksel problemlerin çözümü olanaksız hale geldiğinde, bir başka deyişle problemler Newton sorunsalı içinde ele alınıp çözümlenemediğinde, bilim içi kriz ve bir başka sorunsala -Einstein sorunsalına- geçiş söz konusu oluyor.
Bilim adamı, bilim-içi metafizik öğeyi ancak felsefi bilinciyle belirleme şansına sahiptir. Bilim özünde maddecidir. Bilim adamının kendiliğinden felsefi bilinci, bu bilinçle örtüşen metafizik öğeyi belirlemeyi imkansız kılıyor. Metafizik öğeyi belirlemek, maddeci bilincin varlığını gerektiriyor. Bilim adamının epistemolojik ve ontolojik düzeylerde kendiliğinden maddeci olabilmesi olanaksız olduğundan, bilim adamı teorik bir uğraşla maddeci bilinci kendi bilinci haline getirebiliyor. Bu durum, bilim adamını felsefe ile uğraşmaya zorluyor.
[1] L. Althusser, Lenin ve Felsefe, Çev.: Bülent Aksoy, Erol Tulpar, Murat Belge, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İst. 1989, s.117.
[2] L. Althusser, Özeleştiri Öğeleri, Çev.: Levent Targu, Belge Yayınları, Birinci Baskı, Mart 1991, s.60
[3] A.g.e., s.57
[4] Marks İçin ve Kapital’i Okumak adlı kitaplarında; düşünsel süreçlerle nesnel süreçleri birbirinden ayıran, ilişkisizlendiren Althusser, burada epistemolojik ve ontolojik düzeyleri bitiştiriyor ve felsefenin burada üretildiğini söylüyor. ‘Bitişmek’in ne anlama geldiği açık değil; ama, Althusser’in, bu yeni teziyle, epistemoloji ve ontoloji arasında bir bağ kurduğu, bunları bir biçimiyle ilişkilendirdiği kesin. Nitekim, Althusser, özeleştirisinde Marx’ın burjuva ideolojisinden kopuşunun, proleter ideolojinin öncüllerinin ve işçi sınıfı mücadelelerinin etkileriyle gerçekleştiğini yazıyor.Althusser’i incelemenin bir güçlüğü var; Balibar’ın deyişiyle, “Althusser’in başlangıcı, sonu ve iç kuramsal sürekliliği bulunan sistematik bir yapıtı yoktur. Her şey ya da neredeyse her şey programlı bir biçimdedir: Sevdiği Spinoza’nın bir ifadesini değiştirecek olursak, ‘sonuçsuz öncüller’ ya da ‘öncülü olmayan sonuçlar’ vardır“. (E. Balibar, Althusser İçin Yazılar, Çev.:Hülya Tufan, İletişim Yayınları, l. Baskı, İst.1991, s.105).
[5] Marx-Engels ve sonrasında; ‘sınıfsız toplum’ kavramı, bilim-içi eleştiriye hiç tabi tutulmamıştır. Althusser ve Lukacs’ın tüm düşünceleri, aynı zamanda bu yazı, bu kavramın eleştirisiz kabulüne dayanır.
[6] Bkz. Orhan Gökdemir, “Felsefi Aklın Eleştirisi”, Teori ve Politika- 2, Bahar 1996.
Orhan Gökdemir, yazısında ‘felsefi aklı’ eleştirirken, felsefeye haddini bildirirken haklıdır. Ne var ki; ‘felsefe’ye haddini bildirirken, hattını da çizmek gerekir. Hattını bilmeyen felsefe yayılabildiği ölçüde her yere yayılır. Gökdemir felsefi aklı eleştirirken, sözü edilen felsefenin idealist pratiğini değil, felsefenin bizzat kendisini eleştirmektedir ve onu kaldırmayı düşünmektedir. Tarihi; mitoloji, din, felsefe ve bilim çağlarına bölerek, felsefeyi tarihselleştirmekte ve ‘felsefe’nin zorunluluğunu burjuva toplumuyla dönemleştirmektedir. Yazısının son sözü şudur; “insan doğayı ve toplumu sınıfsal olarak kavrar”. Doğrudur; insan doğayı ve toplumu ideolojik olarak da kavrar. Gökdemir, bunu, ‘kavrama’nın tek ve doğru bir biçimi olarak sunuyor. ‘Bilim’cilikte de ısrarlı…Proleter ideolojisi ile Tarih Bilimi’ni bir ve aynı şey sanıyor. Tarihselci Pozitivizmin tutarlığı içinde, Gökdemir’in ‘felsefi akıl’ın yerine önerdiği bilim, felsefi olarak anlaşılmış bilim oluyor.
[7] Bkz. Metin Kayaoğlu, “Ezilenler ve Marksizm”, Teori ve Politika-2, Bahar 1996.
Metin Kayaoğlu, ‘Ezilenler ve Marksizm’ başlıklı çalışmasında maddeci felsefenin işçi sınıfına işaret etmediğini, işçi sınıfına işaret edenin Marksizmin bilim sektörü olduğunu yazıyor. Felsefenin özünde sınıfsal olmadığına ilişkin yukarıda anlatılanlar ile Metin’in ulaşmış olduğu vargılar benzeşiyor. Ne var ki; Metin, felsefeyi bir uygulama ilişkisi olarak ele alıyor ve felsefeyi ontolojiye uyguluyor. Temel tezi şudur: felsefi materyalizmin bütün türleri bakımından ‘olan’ ‘haklı olmak’ durumundadır. ‘Olan’ları ele alıp incelediğinde, aralarında ezilenler ve işçi sınıfı gözükmüyor. Bir ideoloji olarak felsefenin, pozitivizmin, ‘olan’ ile ilgilendiği ve değer yargısında bulunduğu doğrudur. ‘Olan’a ilişkin değer yargısında bulunan pratik, idealist felsefe pratiğidir. Bu tez, epistemolojik ve ontolojik düzeyde ‘kendiliğinden materyalizm olabileceği’ varsayımını içerir.
[8] Hem bilim, hem de felsefe epistemolojik düzeyde; farklı farklı teorik düzeyler olarak kurulurlar.
[10] Söz konusu tez Lenin’e aittir. Althusser, Lenin’in Materyalizm ve Ampiriokritisizm adlı çalışmasında ileri sürdüğü bu tezi dile getirmektedir.
[11] Günümüze değin, yaygın bir şekilde kullanılan ‘Tarihsel Materyalizm’ kavramı, ‘Tarih Bilimi’nin yerine geçirilen bir kavram olmasının ötesinde başka anlamlar da taşıyor. ‘Tarihsel Materyalizm’, salt ‘Tarih Bilimi’nin yerine yanlış olarak kullanılan bir kavram değildir; maddeciliğin tarihe uygulanmasıyla, tarihin ‘bilim’ haline geldiğini ifade ediyor. Marksistlerin tarih çalışmalarında, felsefi materyalizmin tarihe uygulanmasına ilişkin örneklere rastlıyoruz. ‘Tarihsel Materyalizm’ kavramının bu yönüyle de ciddi bir eleştiriye tabi tutulması gerekiyor.
[12] L. Althusser, Özeleştiri Öğeleri, a.g.e., s.27-28
[13]Althusser, a.g.e., s.67.
[14]Althusser, a.g.e., s.28 .
[15] Bilimsel bilgi; teknolojik, politik ve bilimsel pratiklerde tüketiliyor ve kullanılıyor.
[16] Maddeci Felsefe’yi, Tarih Bilimi’ne yöneltmenin zamanıdır. Nedenleri var: Birincisi, Maddeci Felsefe’nin pratiğine ilişkindir ve onun doğal teorik bir sonucudur. İkincisi tarihseldir; bilim-içi teorik krizin sürmekte ve Tarih Bilimi’nin ideolojik sızmalara tarihsel olarak açık olduğu bir dönemde yaşıyor olmamızdır. Üçüncüsü, felsefedeki Marksist Leninist devrim daha çok Lenin ve Althusser katkısıdır. Marx-Engels’in felsefi bilinci ile ‘tarihsel materyalizm’ arasındaki ilişki tarihseldir ve Marx-Engels sorunsalına felsefi müdahaleyi zorunlu kılmaktadır. Albayrak’ın ifadesiyle, “Marx, dünyayı anlama ve dönüştürme işinde felsefeyi tahtından indirmiştir ama felsefeden kurtulamamıştır. Zira yaptığı işi teorik olarak gerekçelendirmesi gerekiyordu ve burada felsefe tekrar devreye girerek kendi epistemolojisini oluşturmaya başlar.” (Osman Albayrak, “Felsefi ve Bilimsel Açıdan Devlet Üzerine”, Teori ve Politika, 2, Bahar l996, s.83).
Tarih Bilimi bir kez kurulduktan sonra, bilim-içi gelişmeye tabidir. Maddeci felsefeyi Tarih Bilimi’ne yöneltirken önemli bir hususu göz önünde bulundurmak zorunluluğu vardır: Tarih Bilimi ile Marx-Engels sorunsalı bir ve aynı şey değildir. Bilim bir süreçtir. Marx-Engels sorunsalı, Newton sorunsalı gibi , bilim-içi tarihin bir parçasıdır. Gelişmenin dinamiği metafizik öğelerin belirlenmesinden geçer. Tarih Bilimi’ndeki, Marx-Engels’deki Albayrak’ın sözünü ettiği ‘felsefeleri’ arayıp bulmak gerekiyor. Marx-Engels ve Lenin’e kıskançlıkla sahip çıkmak, onların bulunduğu tarafta, onların bıraktığı yerden devam etmek demektir. Marx-Engels’de felsefe ideolojilerin(dar anlamda ütopya) olabileceğini kabul etmemek; bilimi, bilimin kuruluşunu, gelişimini ve yeniden kuruluşunu inkar etmektir.